EĞER PEŞİNDEN GELİRSEM

By emregul_

633K 28.5K 67K

"Eğer peşinden gelirsem geri dönemeyeceğimi söylemiştin bana," dediğinde sesi titriyordu. "O gün seni dinleme... More

GİRİŞ
2.Bölüm: YANGIN MERDİVENİ
3.Bölüm: YOL ARKADAŞI
4.Bölüm: KAFES KUŞU
5.Bölüm: HARİTA
6.Bölüm: KISKANMAK
7.Bölüm: KARAR
8.Bölüm: YANLIŞ HAMLE
9.Bölüm: TESLİM OLMAK
10. Bölüm: KÂBUS
11.Bölüm: YOLUN SONU
12.Bölüm: GEÇMİŞİN GÖLGESİ, GELECEĞİN ÜZERİNDE
13.Bölüm: İHANETİN ALÇAK SURETİ
14.Bölüm: YENİDEN BAŞLARKEN ÖLMEK
15.Bölüm: VEDA
16.Bölüm: GEÇMİŞTEN GELEN MİSAFİR
17.Bölüm: ATIŞ TALİMİ
18.Bölüm: BENİMLE YENİDEN TANIŞ
19.Bölüm: GEÇMİŞİN KIYAMETİ
20.Bölüm: BİR UMUT
21.Bölüm: YAKINDA DÜZELİRİZ
22.Bölüm: AĞACIN ALTINDA
23.Bölüm: MOTOR YARIŞI
24.Bölüm: YÜZLEŞME

1.Bölüm: ORTAK HESAP

99.9K 2.3K 6.6K
By emregul_

Hikayemize devam etmeden önce yıldızları yakmayı unutmayalım 🌟

Keyifli okumalar!

*

En çok böyle gecelerden nefret ediyordum. Hani olur ya sabaha kadar zihnin bir türlü uykuya teslim olmaz, bütün gece gözlerini sımsıkı yumup uyuyor numarası yapmak zorunda kalırsın ve sabah uyandığında dayak yemiş gibi hissedersin... Tam da böyle bir gecenin sabahındaydım.

Tüm gece çalışmış, yorgunluktan yatağıma bile zor ulaşmışken nasıl olup da uyuyamadığımı bir türlü anlamıyordum. Bu uyku problemini son zamanlarda oldukça sık yaşıyordum. Sırf bu yüzden bir an önce uyuyabilmeyi umut ederek makyajımı bile silmeden yatağa girmiş olsam da hiçbir işe yaramamıştı.

Neden uyuyamadığımı biliyordum çünkü günlerdir heyecandan içim içime sığmıyordu. Beklediğim gün gelip çatmıştı ve bugün benim için büyük gündü. Bu gece son kez çalışacak, önümüzdeki haftayla birlikte de istediğim hayata doğru kocaman bir adım atmış olacaktım. Yıllardır uğruna çalıştığım hayalime kavuşmama çok az kalmıştı.

Her şeyin bugün bitecek oluşunu düşündükçe uykularım kaçıyordu.

Vücudumu uyuduğuna inandırmak için bütün gece yumduğum gözlerimi sabahın ilk ışıklarıyla birlikte aralarken dudaklarım keyifle kıvrıldı. Dünden açık bıraktığım perdelerin aralığından içeriye sızan güneş ışıklarına sövüyor olmam gerekirken onların tenimde ısıttığı yerlerde kelebekler uçuşuyor gibi hissediyordum. Sahi ne kadar zaman olmuştu böyle hissetmeyeli?

Yaşıyor gibi...

Uzun zaman önce yaşayan biri gibi davranmayı bırakmıştım aslında. Yıllar önce... Sadece hayalini kurduğum şey uğruna çalışmıştım ve artık vakit gelmişti. Elimi uzatsam tutabileceğim kadar yakınımda hissediyordum.

Normal şartlarda bu saatlerde uykuya yeni dalmış olmam gerekirken şu an yataktan çıkmak üzere olduğuma inanamıyordum. Çok da erken olmayan saat benim için çok erken bir saat sayılırdı çünkü bütün gece çalıştığım için ancak gündüzleri uyuyabiliyordum.

Yatakta oyalanmak bile keyif vermediği için güne bir an önce başlama hevesiyle yattığım yerden doğrulduğumda birkaç dakikayı ayaklarımı yataktan sarkıtmış bir şekilde boş boş pencereden dışarıya bakarak harcadım.

Ayağa kalkar kalkmaz ilk iş pencereyi açıp odayı havalandıracaktım çünkü gece çalıştığım mekânın kokusu üzerime öyle bir sinmiş ki kendi odamda değil de mekânda uyuyakalmışım gibi hissedecek kadar ağır ve kötü kokuyu beraberimde getirmiştim.

Gece boyu yatakta sağa sola dönmekten darmadağın olan saçlarımı karıştırarak oturduğum yerden kalktıktan sonra doğrudan pencereye yöneldim. Temiz hava ciğerlerimle buluşurken başımı geriye atıp uzun uzun gerindim. Gerçekten dayak yemiş gibi hissediyordum ve soğuk bir duş alana kadar bu histen kurtulabileceğimi sanmıyordum.

Birkaç dakika daha pencerenin önünde oyalandıktan sonra odanın çıkışına doğru yürümeye başladım. Birkaç adım sonra ayağıma takılan şey yüzünden yere kapaklanacakken iki yana savurduğum elim kenardaki şifonyere tutununca son anda kurtuldum.

Ağzımın içinde bir küfür geveleyerek ayağıma dolaşan kot pantolonuma tekme attım. Gece eve geldiğimde, içeriye girer girmez üzerimdekilerden kurtulmaya başlamıştım. Son zamanlarda bunu bir gelenek haline getirmiştim resmen. Eskiden tanıdığım kendimle kıyaslayacak olursam şimdi ki halim tam bir rezaletti.

Düzenli bir hayat sürmeyi çok severdim eskiden. Ta ki hayallerimin peşinden koşmaya karar verene kadar... Artık hiçbir şey umurumda değildi. Tek odağım hedefime ulaşmaktı. Bu alışkanlığım yüzünden her gece kapının önünde soyunmaya başlıyor, evin her yerine üzerimdeki eşyaları saçıyordum ve çoğunlukla yatağıma ulaştığımda da sadece iç çamaşırlarım kalmış oluyordu.

Sırf bu yüzden bile yalnız yaşamayı seviyordum çünkü fazlasıyla rahatına düşkün bir yapıya sahip olduğum için dağınıklık hoşuma gidiyordu. Yaşadığım, çalıştığım ortamların dağınık olması evimdeymiş hissini bolca yaşatıyordu bana.

Banyonun önüne geldiğimde esneyerek içeriye girdim ve doğruca kendimi suyun altına attım.

Arındığımı hissediyordum. Sevdiğim işi yapabildiğim için çalıştığım mekânı çok seviyor olmama rağmen ortamından eskisi kadar hoşlandığımı söyleyemezdim. Son zamanlarda keyif aldığımdan değil de mecburiyetten gittiğimi söylesem yalan söylemiş sayılmazdım. Mekân el değiştirdiğinden beri böyleydi durum. Yeni gelen patronla bir türlü enerjimiz uyuşmadığından en ufak şeyde sinirlenebiliyordum. Bu yüzden böyle bir adamın mekânında çalışmak oldukça tadımı kaçırıyordu.

"Neyse ki bugün son," diyerek kendime hatırlattığımda keyfim yerine geldi.

Duşta oyalanmayı seviyor olmama rağmen bugün yoğun ve koşuşturmalı bir gün olacağı için buna vaktimin olmadığı düşüncesiyle suyu kapattım. Saçlarımdan yüzüme sızan suları elimle sildikten sonra kenarda asılı duran havluyu alıp kurulanmaya başladım.

Buharlanan aynayı avcumun içiyle silerek yansımamla göz göze geldim. Uyumamış olmama rağmen yüzümün yorgun görünmemesi keyfimi yerine getirdi. Aksine dinlenmiş ve uykusunu almış gibi dinç bir görüntüye sahiptim.

Banyonun açık camı sayesinde kısa sürede dağılan buhar, aynadaki bulanık görüntümün saniyeler içinde netlik kazanmasına neden olunca aynayla aramdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp daha da yaklaştım. Islak saçlarıma parmaklarımı geçirerek geriye tararken yüzümü son kez inceleyip banyodan ayrıldım.

Koridorun köşesindeki tişörtü yerden alarak odama girdim. Vücuduma sardığım havluyu tek seferde çekip yatağın üzerine fırlatarak dolabıma yöneldim.

Mart ayının sonlarına geldiğimiz için havanın kafası epey karışıktı. Dün soğuktan titriyorken şimdi kavurucu sıcak yüzünden pencereye yaklaşmak bile istemiyordum. Bu yüzden kazak yerine tişört giymeye karar vererek askılardaki beyaz tişörtlerimden birini aldıktan sonra dolabımın sağ tarafındaki kotlardan biriyle de kıyafet işini hızlıca halletmiş oldum.

Pantolonumu giydikten sonra tişörtümü giymeden, biraz önce yatağa fırlattığım havluyu alarak vücudumda ıslak kalan yerleri kuruladım çünkü tam kurulanmadan giydiğim tişörtün üzerime yapışmasından nefret ediyordum. Kurulanma işim bittikten sonra tişörtümü de giyerek aynanın karşısına geçtim. Boynumdan asla çıkarmadığım kolyemin ters dönen ucunu düzelttikten sonra aynaya bir kez daha baktığımda hazır olmam için geriye sadece saçlarımı kurulamak kaldığını fark ettim.

Vakit kaybetmeden başımı öne eğip bir süre saç havlusuyla kurulamaya başladım. Birkaç dakika sonra başımı kaldırıp aynaya baktığımda yarım yamalak kurutabildiğim saçlarıma fön tutmak için banyoya gittim.

Okula gideceğim için özenmemi gerektirecek bir durum yoktu. Bu yüzden fazlasıyla sade ve gündelik bir görüntü yakalamak hoşuma gitmişti. Savaş çıkmışçasına her şey birbirine girmiş gibi gözüken banyoyu ardımda bırakarak yeniden odama döndüm.

Odamın da banyodan pek farkı olduğu söylenemezdi.

Daha fazla oyalanmadan geçen haftadan beri dolabın yanına fırlatılmış şekilde duran sırt çantamı aldım. Okula bugün götürmem gereken ödev dosyası vardı ve son anda aklıma geldiği için şükrederek dosyayı masamın üzerinden aldım ve özenli bir şekilde çantama yerleştirdim.

Yakında işlerim o kadar yoğunlaşacaktı ki uzunca bir süre okula dahi gidemeyecektim. Neyse ki okuldaki tek arkadaşım da iyi bir insan olduğu için derslerde yoklama kağıdına benim yerime imza atacak, ders notlarını da gün gün benimle paylaşacaktı. Ben de sadece sınavlara girerek üçüncü sınıfımı başarıyla tamamlarken bir yandan da hayalimi gerçekleştiriyor olacaktım.

Bu yüzden birkaç haftadır uykumdan fedakârlık ederek, yeri geldiğinde sahneye çıkmadan önce bile üzerinde çalışarak hazırladığım dönem ödevimi unutursam büyük bir aptallık etmiş olurdum. Normalde ödev teslim tarihine epey bir süremiz olsa da ben işlerim yoğunlaşmadan aradan çıkarıp teslim etmek için erken bitirmiştim.

Evin girişindeki askıya bıraktığım anahtarlarla birlikte evden ayrılırken saatin kaç olduğunu öğrenmek için telefonuma baktım. Bildirim panelindeki mesaj dikkatimi çektiği için saate bakmak yerine Sinan'dan gelen mesajı okudum.

"Günaydın sevgilim."

"Armin?"

Aceleyle hazırlanıp çıktığım için Sinan'ın mesajlarını görmemiştim bile.

Gülümseyerek bir kez daha mesajı okuduktan sonra tuş kilidini kapatıp telefonu cebime attım çünkü evden çıkmıştım ve garip bir şekilde merdivenlerdeyken telefon çekmiyordu. Bu yüzden Sinan'ı daha sonra aramaya karar vermiştim.

Uyandığımdan beri aklımda dönüp duran şarkıyı mırıldanırken aynı zamanda şarkının ritmine uygun adımlarla merdivenleri hızlıca indim.

Bir kat merdiveni geride bıraktıktan sonra ikinci katın sahanlığında karşılaştığım genç adam yüzünden mırıldanmayı bırakmak zorunda kaldım.

Adamın bitkin yüzünü gördüğümde sadece bir an tüm neşem gitmişti. Son bir basamağı da inerek başı yerde, omuzları çökmüş bir şekilde merdivenleri ağır ağır çıkan genç adamı izlemeye devam ettim.

Bu ilk karşılaşmamız değildi.

Buraya taşındığımdan beri bazı günler onunla merdivenlerde karşılaşıyorduk fakat çoğunlukla gece iş dönüşü apartmanın önünde denk geliyorduk. Kim olduğunu bilmediğim, ruh gibi ortalarda dolaşmaktan başka hiçbir şey yaptığını görmediğim genç asla yüzüme bakmıyordu. Hep bir dalgınlık hali vardı ve başı yerde dolaşıyordu. Bu yüzden tam anlamıyla yüzünü görüp kaç yaşında olduğuna dair bir çıkarımda bulunamıyordum. Boyuna ve kalıbına bakıldığında benim yaşlarımda olduğunu düşünüyordum.

Kimdi bu?

Tek bildiğim üst katımda yaşıyor olduğuydu. Alt katımdaki teyzeyi tanıdığım için bu tahmini yürütebiliyordum.

Sahiden üst katımda kim yaşıyordu?

Ansızın içime düşen merak duygusu yüzünden kafam karıştığında kaşlarımı çatarak adamı daha dikkatli inceledim. Başında bir beresi vardı. Siması, yoksulluğun kirli gölgesi ardına gizlenmişti. Üzerine, bedeninden iki hatta üç kat büyük olan salaş kıyafetler giymişti. Deri ceketinin eski havası son zamanlarda moda olsa da bu adamın modaya uymak için bu ceketi giydiğini düşünmüyordum. Belki de önyargılı davranıyordum? Sonuçta benimle aynı apartmanda oturuyordu. Ben yoksul değilsem, benimle aynı apartmanda yaşayan biri neden yoksul olmak zorundaydı ki?

Herkes son moda, yepyeni kıyafetler giyinip gezmek zorunda değildi sonuçta. Kendimle tartıştığım birkaç dakikanın ardından genç, kendisine baktığımı anladığından olsa gerek başını daha çok yana çevirerek, adımlarını hızlandırmış bir şekilde basamakları birer ikişer tırmandı. Yanlış görmediysem çok kısa bir anlığına dönüp yüzüme ters ters bakmıştı. Bakışları buz gibiydi. Onu sinirlendirmiş olmalıydım.

Biraz sonra hala gözden kaybolan genç adamın arkasından bakıyordum. Bu tavrıyla daha çok merak etmemi sağlasa da beni ilgilendirmeyen bir konu olduğunu düşünüp "Neyse..." diyerek ilgilenmemeye çalıştım.

Başımı hafifçe yana yatırıp merdiven boşluğuna son bir bakış attım ve biraz önce tuttuğum ritme kaldığı yerden devam ederek merdivenleri indim.

Çoğunlukla rutubet kokan binadan dışarıya çıktığım an soluduğum ilk havayla birlikte ciğerlerim ilk kez temiz havayla tanışıyormuş gibi bir açlıkla nefes almaya başladı. Oturduğum bina o kadar eskiydi ki çoğu zaman neden burada yaşamaya devam ettiğimi sorguluyordum. Her seferinde de hayatım için aldığım kararları ve hayallerime giden yolu önüme sunuyor, bu düşünceden koşarak uzaklaşıyordum.

Bir hedefim vardı ve bunun için bir süre kıt kanaat geçinmek durumundaydım. Bu yıllar boyu süren bir durum olsa da sonuçlarının muazzam olacağını biliyordum ki artık sona yaklaşmıştık bile. Önümüzdeki her yeni gün, avuçlarıma hayallerimi bırakmak üzere doğacaktı artık. Zaman, benim zamanımdı.

Tüm bunları düşündükçe ne oturduğum antika sayılacak binadan ne de köhne mahalleden şikâyet etmiyordum. Sırf yol masrafım olmasın diye çalıştığım mekânın iki sokak arkasındaki eski binalarla dolu bu mahalledeki daireyi bulabilmiştim. O zamanlar bu daireyi bulmak benim için şans sayıldığı için bir an bile düşünmeden kontratı imzalamıştım.

Varlıklı bir ailede büyümüştüm. Liseye geçene kadar fazla lüks bir hayata sahiptim. Evler, arabalar... Sonra lise zamanı geldiğinde başka bir şehirde, yatılı bir liseye gitmek istediğimi söylemiş ve bu şehre gelmiştim. Babamla bunun için çok fazla kavga etsek bile nihayetinde kazanan ben olmuştum.

On sekiz yaşına bastığım gün kendi paramı kazanmak üzere bir iş bulmuş, küçük yaşımdan itibaren babamdan gizli çalışıp para kazanmaya çabalarken aynı zamanda eğitimimi de devam ettirmiştim. Sırf harçlık göndermeyi kesmemesi için uzunca bir süre babamla da aramı bozmadan idare etmiş, gönderdiği tüm harçlıkları biriktirdiğim paranın üstüne koymuştum.

Birçok farklı iş deneyimim olsa da şans eseri karşıma çalıştığım mekân çıkınca yeteneğimi kullanarak hem sevdiğim şeyi yapıp sahnede şarkı söyleyerek daha yüksek paralar kazanmaya başlamış hem de hayalime doğru yürümek yerine koşmaya başlamıştım.

Artık kendi mekanımı açabilecek maddi güce ulaşmıştım ve haftaya bulduğum mekanı kiralayıp, kendi sahnemde şarkı söylemeye başlayacaktım. Rüya gibi geliyordu her şey.

Sevinçten dişlerimi birbirine bastırırken adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettim.

Tüm bu zorlukların yavaş yavaş sonuna geldiğimi düşündükçe midemin üzerinde kelebekler uçuyormuş gibi hissediyordum. Küçük yaşlardan beri yaşıtlarımdan hep daha büyük düşünüyordum. Dertlerim her zaman onlarınkine kıyasla daha büyük ve daha ileri yaşlarım için olması gereken dertlerdi. Çünkü ben babam yüzünden lüks evimden ayrıldığım gün, o küçük kız çocuğunu duvarların arkasına sakladım. Büyümem gerekiyordu. Her ne kadar dışarıdaki insanların babam kadar çok canımı yakamayacağını bilsem de onlarla baş edebilmek için küçük yaşımda büyümek zorunda kalmıştım.

Şimdi o duvarların ardındaki küçük kız; ışıl ışıl parlayan gözleriyle hayatımı taşıdığım noktayı hayretle izliyor ve benimle gurur duyuyordu. Ve ben her ne yapıyorsam kalbimin üzerinde taşıdığım o küçük kız çocuğu için yapıyordum. Çünkü ona... Yani kendime çok şey borçluydum.

Kendime, kendimden çaldığım bir çocukluk borcum vardı.

Geçmişi düşünerek canımı sıkmamın aptalca olduğu düşüncesiyle başımı iki yana sallarken tüm olumsuzluklardan zihnimi arındırıp güzel şeyler düşünerek keyfimi yerine getirmeye çalıştım. Anılarımın büyük bir bölümünde sonsuza dek kalacak olan mahalleye hayranlıkla bakarken yüzümde kocaman bir gülüş belirdi.

Buraya taşındığım ilk günden beri, bir gün bu mahalleden taşınacağımı biliyordum. Çünkü bu eski mahalleden dışarıya atacağım ilk adım; yeni hayatıma, hayallerime doğru giden bir adım olacaktı. Bu yüzden şimdiden kalbimin derinliklerinde bir yer buradan ayrılacağım için sızlamaya başlamıştı. Her ne kadar çoğu zaman şikâyet etsem de burayı sevmeye başlamıştım sanırım. Bu mahalle; büyük şehirlerin arka sokaklarında kalmış, insanların yüz çevirdiği, çoğu lüks arabanın ya da varlıklı insanların girmeye bile çekindiği mahallelerden biriydi çünkü.

Eski binaların çatlayıp dökülmüş alçılar, boya vurulmaya bile tenezzül edilmemiş, yan duvarlarında tuğlaları görünen yaşlı binalar ve binalar arasındaki yıkık dökük, alçak duvarların üzerinde mahalle gençleri tarafından yazılmış karman çorman yazılar buraya tekinsiz bir hava katıyordu.

Tüm o burnu havada insanların bilmediği bir şey vardı ki; yoksul mahallelerin sahip olmadığı tek şey yeni ve süslü binalardı. Kendilerinin sahip olmadığı şey ise vicdandı. Yitirilmiş binalar yeniden kazanılabilirdi; vicdan ise asla.

Burada yaşadığım yıllar bana bunu öğretmişti işte. Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değildi. Fikrinin olmadığı her ne varsa dışarıdan yargılamak yanlıştı. İçeride bambaşka hayatlar yaşanıyordu çünkü. O hayatlara eşlik etmeden kimsenin söz söyleme hakkı olmamalıydı.

Duygu karmaşalarımın eşlik ettiği yolculuğumun ilerleyen dakikalarında cebimdeki telefonum titremeye başlayınca tüm bu, hayatı sorgulama ve zihnimi meşgul eden düşünceler dört bir yana savrulup kısa bir süreliğine de olsa kaybolmuştu.

Telefonu cebimden çıkarttım ve arayan kişiyi öğrenmek için vakit kaybetmeden ekrana baktım.

Sinan'ın adını gördüğümde bir yandan mutlu olurken diğer yandan ona dönüş yapmayu unuttuğum için alt dudağımı dişleyerek paniğe kapıldım.

Telefonun ısrarla çalmasına daha fazla yüreğim el vermediğinden yeşil tuşa dokunarak aramayı onayladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Yüzümdeki tebessüm, mutlulukla beslenen koca bir gülüşe dönüştü.

"Alo?" diyerek neşeli bir sesle ilk konuşan ben oldum.

"Armin?" diye karşılık verdiğinde mutluluktan alt dudağımı dişlerken buldum kendimi. "Günaydın sevgilim. Hala uyuyorsun sanıyordum ama dışarıdasın sanırım?"

"Günaydın!" Kıkırdayarak karşılık verdim. Zaten fazlasıyla mutlu başladığım günün ilk saatlerinde sevdiğim adamın sesini duymak keyfimi daha da yerine getirmişti. "Evet hazırlanıp çıktım."

"Nerelerdesin?" diye sorduğunda cevap vermeden önce sesini dinleyerek nerede olduğuyla ilgili tahmin yürütmeye çalıştım. Dışarıda olduğunu anlayacağım sesler dışında başka hiçbir şey duyamamıştım.

"Daha yeni evden çıktım. Mahalleden bile çıkmadım yani, o kadar yeni..." diye cevap verdim "Okula gidiyorum, ödevi teslim edeceğim. Sen de dışarıdasın sanırım?"

"Evet. Erkenden gidip işlerimi halledeyim dedim bugün," dedi ve gülüşü yüzümdeki gülüşe eklendi sanki. Yolun ortasında, neredeyse tüm dişlerim görünecek kadar büyük bir gülüşle ilerliyordum ve mahalle sakinleri aptalmışım gibi yüzüme bakıyordu. Aptal aşık...

"Sen nereye gidiyorsun?"

Saniyeler önce cevap vermiş olmama rağmen aynı soruyu sormasına kaşlarımı çatarak karşılık verirken konuştum.

"Okula gitmem gerekiyordu dedim ya... Biliyorsun mekânı halletmeden önce ayak bağı olacak her şeyden kurtuluyorum. Hatırlarsan sürekli uğraştığım bir dönem ödevim vardı. Onu teslim etmeye gideceğim," diye uzun uzun açıklama yaptım bu kez.

"Tamam," dediğinde kaşlarım yeniden çatıldı.

"Tamam derken?" diye sordum ters ters. "Ok, deseydin Sinan?"

"Bugün bir tripli miyiz, bana mı öyle geliyor yoksa?"

"Hayır canım, ne trip atması. Mutlu uyandım gayet!" diye karşı çıktım söylediğine. "Ayrıca unuttun mu? Bundan sonra hiç kimse ve hiçbir şey canımı sıkamaz artık," dedim ve mutluluk dolu bir gülüş eşliğinde omuz silkerek alt dudağımı dişledim. "Sinan çok mutluyum ben ya!"

"Okulda işin ne zaman biter?" diye sorduğunda anlamayarak kaşlarımı çattım. Birden konuyu değiştirmesi garip gelse de bu durumu önemsemeden cevap verdim.

"Bilmem, çok fazla işim yok. Sadece ödevi hocaya teslim edip çıkacağım. Ondan sonra boşum. Neden ki?" Hızlıca açıklamamı yaptıktan sonra sebebini öğrenme vakti geldiği için vakit kaybetmeden sormuştum.

"Benim işlerim de çok uzun sürmez. Sen okula gidip ödevini verene kadar ben de hızlıca işlerimi halletsem de öğle yemeğini birlikte mi yesek acaba diyorum?"

"Süper olur!" diye sevinç dolu bir şekilde bağırarak bir an bile düşünme gereği duymadan cevapladım çünkü günün yoğunluğu arasında birkaç saati Sinan'la geçirmek harika olurdu. Çalıştığım için son birkaç gündür onunla görüşme fırsatı bulamıyordum ve çok fazla özlemiştim.

"Tamamdır o zaman, heyecanla zamanın geçmesini bekleyeceğim!" dedi. Bir an telefonu kapatacağını sanıp panikleyerek konuşmaya başladım.

"Saat kaçta buluşuyoruz?"

"Benim bir yarım saatlik işim var. On dakikalık da yol mesafesi desek... En fazla kırk beş dakikaya boştayım. Senin ne kadar sürer?" diye sorduğunda Sinan'ın aksine işimin ne kadar süreceğini sessizce hesaplamayı tercih etmiştim.

Birkaç saniyelik hesap yapma sürecinin ardından "Benim işim daha uzun sürer..." diye konuşmaya başlasam da henüz cümlemi bitirmeden Sinan tarafından yarıda kesmek zorunda kalmıştım.

"Ne kadar sürer?"

"En fazla bir buçuk saat diyelim, kafamız rahat olsun," diye sorusuna cevap verdiğimde ofladığını duydum. Gülümseyerek "Ne oldu?" diye sordum.

"Çokmuş..." derken sesindeki üzüntü daha da gülümsememe neden oldu. "Çok özledim."

"Tamam o halde taksiye binip öyle gideyim okula. Bu bana en az yarım saat kazandırır!" dediğimde keyifle haykırdı.

"Süper o zaman! Her zamanki gibi sahilde hep gittiğimiz kafede seni bekliyor olacağım," dediğinde gülümseyerek başımı salladım.

"Tamam olur," diye mırıldanırken sırıtmaya devam ediyordum. "Görüşürüz o halde, kapatıyorum."

"Görüşürüz sevgilim," dediğinde derin bir nefes alıp telefonu kulağımdan çektim ve kapatmak için kırmızı tuşa dokundum.

Sinan'la iki seneye yakın bir süredir tanışıyorduk. İlişkimiz ise bir yılı aşkın süredir devam ediyordu. Çalıştığım mekânda tanışmıştık onunla. Bir gece en ön sıralardan tüm sahne boyunca gözlerini benden ayırmamış, ışıl ışıl parlayan gözleriyle öyle güzel bakmıştı ki birkaç saat içinde ona âşık olmuştum.

Sahnem bittikten sonra mekândaki tek arkadaşım Çağla sayesinde bir araya gelme şansımız olmuştu. O günden beri de sık sık sahne günlerimde gelmeye başlamıştı. Kısa bir süre sonra Sinan'ı görebilmek için her gece sahneye daha istekli çıkar olmuştum. Şimdiyse iki yılımız dolmak üzereydi. Zaman çok hızlı geçiyor olsa da Sinan'ı her gün daha çok tanıyor ve ilk kez görüyormuş gibi her gün yeniden âşık oluyordum.

Köşeyi dönen taksinin görüş alanına girebilmek için kaldırımın ucuna kadar koştum ve hemen ardından telaşlı bir şekilde el sallamaya başladım. Taksici sağa sinyal verip durduğum tarafa doğru yönelene kadar el sallamayı hiç bırakmamıştım.

Hemen önümde duran taksiye bindikten sonra kapıyı kapatıp arkama yaslandığımda nefes nefese kaldığımı yeni anlayabilmiştim.

"Nereye gidiyoruz hanımefendi?" diye soran taksi şoförünün sesiyle doğrulup usulca iki koltuğun arasına doğru başımı uzatarak konuştum.

"Göztepe Kampüsü'ne," dedim kısaca.

Taksi şoförü onaylarcasına başını salladıktan sonra dikiz aynasından bana bakan gözleri yola çevrildi ve araba hareket etmeye başladı. Bununla birlikte trafiğe bağlı olarak ne kadar süreceğini bilmediğim yolculuğumun kalanında arkama yaslanıp yolu izleyerek vakit geçirdim. 

***

Kampüs güvenliğinden geçerken kartımı son kez okutmanın hüznüyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Burada her zaman nefret ettiğim kalabalığın arasına son kez karışıyordum. Defalarca kez girişteki öğrenci yoğunluğu yüzünden derslerime geç kalıp hocaların ters bakışlarına maruz kalmaktan nefret ediyordum. Uzunca bir süre sinir olduğum şeyleri yaşayamayacaktım artık ve daha şimdiden onları özlemeye başlamıştım bile. Çok garip hissediyordum. Her zaman öğrenci olmayı, okula gitmeyi seven biriydim. Şimdi en büyük hayalim uğruna bir süre okulu uzaktan idare etmek zorundaydım ve bu durumdan olmanın üzüntüsü çoktan içimi kaplamıştı bile.

Güvenlikten geçtikten sonra doğruca fakülteme doğru yürümeye başladım. Her zaman olduğu gibi güvenlikten geçtiğim ilk birkaç dakika hem yürüyor hem de öğrenci kartımı yeniden çantama attıktan sonra ön gözünde oluşan kargaşayı toparlamaya çalışıyordum.

Üç yıldan beri gelip geçtiğim, ezbere bildiğim fakülte yoluna bakmadan yürümeye devam ettim. Yanımdan geçen insanlar yüzünden çantamla daha fazla oyalanmadan fermuarını çekip telefonumu elime aldım. Bir süredir elime almadığım için ilk önce bildirim panelini kontrol ettim. Herhangi bir şey olmadığını görünce telefonu asıl çıkarma sebebim saati öğrenmek olduğu için doğruca saate baktım. Saatin 12.25 olduğunu görünce telaşım artmaya başladı ve telefonu cebime attığım gibi koşar adımlarla ilerlemeye başladım çünkü öğle arasına girmelerine beş dakika kalmıştı. Eğer yetişemezsem çok fazla beklemek zorunda kalacaktım ve bu, şu an istediğim en son şey bile değildi. Bir an önce işimi bitirip Sinan'la buluşmak istiyordum.

Saati öğrendikten sonra telaşa kapılmamın üzerinden yalnızca birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen şanssızlık kapımı çalmayı ihmal etmemişti. Artık film ya da dizilerde bile karşılaşamayacağımız kadar klişe olan bir sahneyi yaşamak sarsıcı bir şok etkisi yaratmıştı bedenimde.

Karşıdan gelen çocuğun tekiyle öyle bir çarpışmıştık ki... Tek omzumda asılı olan çantam yere düşecek kadar şiddetli bir çarpışmayla neye uğradığımı şaşırmıştım. Birbirlerine âşık olması için evrenin iki insanı bir araya getirerek oluşturduğu bu klişe sahnede tam olarak ne işim olduğunu bilmiyordum fakat emin olduğum bir şey varsa bu sahneyi başıma aşk değil gölgem gibi sürekli peşimde dolaşan şanssızlığım getirmişti.

"Ben..." diye kekelemekten başka bir şey yapamadım o an. Hem beton gibi bir bedene sahip uzun boylu çocuğa kıyasla zavallı gibi kalan vücudumdaki acı hem de yaşadığım şaşkınlık yüzünden aklıma başka bir şey gelmemişti.

Arkası dönük olduğu için çarptığım kişinin yüzünü göremedim. Birkaç adım ileriye savrulan çantama doğru yürüdüğünü görünce öylece arkasından bakıp beklemek dışında bir şey yapmadım.

Çantamı yerden aldıktan hemen sonra doğrulup bana doğru yürümeye başladığında merakla yüzünü inceledim. Yüzü daha önce görmediğim hatlara sahipti. Tarif edemediğim, farklı bir olayı vardı sanki. Şaşkınlık ve merak dolu bakışlarım çocuğun yüzündeki tanıdık simayı nereden hatırladığını bulmaya çabaladı saniyeler içinde. Koyu kahve saçlarının dağınıklığını gizlemeye çalıştığı kapüşonlusunun rengiyle yeşile çalan gözlerinin ardındaki derinlik, hipnoz edilmiş gibi ağzım açık bir şekilde ona bakakalmama neden olmuştu. Çatık kaşlarının yüzünde oluşturduğu çizgiler genç yüzüne fazla gergin bir görüntü sunuyor olsa da onun bunu pek de umursadığını sanmıyordum.

Ne tepki vermem gerektiğini bilemediğim gibi nasıl davranmam gerektiğini de karıştırmıştım. Boşta kalmış gibi hissettiğim ellerimden tekiyle yüzüme düşen saçları çekerken diğeri de aynı şekilde boşta kalmamak için kot ceketimin kenarından çekiştirmeye başladı.

Birkaç adım sonra yanıma ulaştığında belli belirsiz gülümsemeye çalıştıysam da yüzüme bile bakmadığını fark ettim. Hala yüzünün tanıdık olduğu ve bir yerlerden çıkarmak üzere olduğum hissi garip bir rahatsızlıkla dürtmeye başladı. Kim olduğunu ya da nerede gördüğümü biraz daha hatırlayamazsam kafayı yiyebilirdim sanırım.

Çok fazla yaklaşmadan tam karşımda durduğunda kulplarından tuttuğu çantamı iğrenç bir şey tutarmış gibi parmağının ucuyla tutarak bana doğru uzatırken "Al," dedi donuk bir sesle. Dövermiş gibi çıkan sesine rağmen minnettar bir tebessüm eşliğinde teşekkür etmek üzereyken "Çarptığın yere dikkat et," dediğinde yine aynı ses tonuyla sarf ettiği dört kelimelik aptal cümlesiyle bütün keyfimi kaçırmıştı.

Onunkilere meydan okur gibi daha fazla çatılan kaşlarım ve öfkeyle kararan gözlerim yüzüne dikildiğinde bir anlığına koyu yeşil gözleri benimkilerle buluşur gibi oldu. Yanlış görmediysem eğer...

O an karşılık vermemin yanlış olacağı düşüncesine kapılsam da içimdeki korkuyu bir kenara atıp duruşumu dikleştirdim. "Sen bana çarptın?" diye tersledim. Dikkatsiz davrandığım için suçlu olan taraf ben olsam da nezaketsiz tavrı yüzünden hatalı taraf oydu artık. Hemen sonra iğrenir gibi tutarak uzattığı çantamı görünce kaşlarım istemsizce daha da çatıldı.

Verdiğim cevabın ardından sadece yüzüme bakmakla yetindi bir süre. Gözlerinin ardına saklanmış gölgeler vardı sanki. İnsanı huzursuz edecek kadar gergin yüzünü incelemek bile ürkütücü gelmişti.

Çantamı geri çekerken derin bir nefes alarak "Bunu mu tartışalım şimdi?" diye sorduğunda nefesimi tuttum. Hayatım boyunca insanlarla tartışmaktan kaçmaya çalışmıştım hep. Kolay kolay kimseyle zıtlaşmazdım çünkü hep birinin bana bağırmasından korkardım. Bir insan benimle yüksek sesle konuştuğu an kendimi tutamayıp ağlıyordum çünkü. Bu yüzden olabildiğince tartışmaktan kaçınırdım. Tek dileğim karşımda durmuş, elinde çantamı tutan bu yabancının benimle tartışmaya girmemesiydi.

Bir adım daha yaklaştığında alt dudağımı dişlemeye başladım. Ne yapacağını bilemeyerek geçirdiğim saniyeler hızla geçtiğinde o artık hemen dibimde duruyordu. Gözlerimin içine bakmayı sürdürerek eğildiğinde gözlerim korkuyla açıldı. Neler olduğuna anlam veremezken içimdeki çığlık atma isteği saniyeler içinde geldi ve gitti. Çünkü sandığımın aksine elindeki çantamı ayaklarımın dibine koyar koymaz yeniden doğruldu ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başladı.

Daha birkaç adım öteye gitmişken "Özür dilemek bu kadar mı zor?" diye homurdandım arkasından, onun da duyabileceği kadar yüksek bir ses tonuyla.

Cevap vermedi.

"İt!" dedim arkasından.

Öfkeyle sıktığım dişlerimi onun kollarına geçirme isteğiyle dolup taşarken ayaklarımın üzerinde hissettiğim çantama döndü bakışlarım. Eğilip hınçla çantamı yerden aldım ve doğrulduktan sonra aydınlanma yaşar gibi aklıma gelen düşünce eşliğinde koşmaya başladım. Geç kalmıştım!

Aptalın teki yüzünden ödevimi ulaştıramaz ve hocanın dönmesi için saatlerce öğle arasının bitmesini beklemek zorunda kalırsam sinirden delireceğime emindim.

Saatin kaç olduğunu öğrenmek için cebimden telefonumu bile çıkarmaya vaktim olmadığından nefes nefese kalmış bir halde dualar ederek var gücümle koşuyordum.

Fakültenin önüne geldiğimde öğrenci yoğunluğunu görünce durdum ve soluklandım. Kimisi arkadaşıyla birlikte sigara içerken, kimisi kalabalık arkadaş gruplarıyla oluşturduğu çember içinde sohbet edip eğleniyordu. Bu görüntü, her şey için çok geç olduğu anlamına geliyordu çünkü bu öğrenci kalabalığı, öğle arasından önceki son dersin çoktan bitmiş olduğu anlamına geliyordu.

"Kahretsin ya, kahretsin!" diye ağlamaklı bir sesle ayağımı yere vurarak öfkemi atmaya çalışsam da şansımı denemem gerektiğini söyleyen bir sesin dürtüsüyle zaman kaybetmeden merdivenlere doğru koşmaya başladım.

Ödevi verebilmek için üçüncü kata çıkmam gerekiyordu. O kadar yorulmuştum ki nefes alamıyordum resmen. Normalde hiçbir kuvvet o merdivenleri çıkmamı sağlayamazken şu an asansör bekleyecek vaktim olmadığı için bir an bile düşünmeden merdivenlerin olduğu tarafa yöneldim.

"Aptal. Umarım bir kez daha karşıma çıkarsın da o suratına tükürürüm," diye söylenerek merdivenleri birer ikişer çıkmaya başladım. "Yeşil gözlü olmasından belliydi zaten. Uğursuz..." diye söylenmeye devam ettim. "Dişlerini sıkıp o çene kaslarını gösterince yakışıklı sanıyor kendini itici!" derken ikinci katın başına gelmiştim. "Ay bir de kaşlarını çatmaz mı? Aynen herkes âşık oldu sırf kaşların çatık diye. Baksana, dizlerimin bağı çözüldü!" Binada kimse olmadığı için rahat rahat söylenebiliyordum. "Geçti karşıma, aptal aptal konuşup iki dakika da huzurumu kaçırdı resmen. Salak mıdır nedir? Ne güzel başlamıştım güne..." dediğimde nihayet üçüncü kata ulaşabilmiştim.

Koridorun başında birkaç saniye soluklanabilmek için kendime zaman tanıdım. Nefes nefese kalsam bile hala sinirli olduğum için söylenmeye devam ettim. "Ben o ödevi yetiştiremezsem... Seni bulup dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için bütün kampüsü köşe bucak aramayan Armin'e Armin demesinler!"

"Armin!"

Tam bu cümlenin üstüne birinin adımı seslendiğini duyunca korkuyla irkildim. Hocaların odalarının olduğu koridorun sonunda adımı duyunca mutluluktan çığlık atmak istiyordum resmen. Ödevi teslim etmem gereken hocamın asistanı odanın kapısında durmuş beni bekliyordu.

Çok fazla karşılaştığım fakat adını bir türlü aklımda tutamadığım asistanın yanına koşarak ulaştığımda nefessizlikten ciğerlerimin acıdığını hissettim. Soluklanmak için bir süre asistanın karşısında öylece dururken bir yandan ödevimi çıkarmak üzere çantamı elime aldım. Fermuarı açar açmaz çantamı kurcalama gereği duymadan ucu görünen ödev dosyasını tutup çıkardım ve doğruca asistana uzatırken "Leyla Hoca çıktı mı?" diye sordum.

"Evet yemeğe gittiler," dedi kısaca ödevimi alırken. "Hocayla daha önce konuşmuşsunuz sanırım. Benden beklememi rica etti ödevini almam için."

"Evet konuşmuştuk. Aslında çoktan okula gelmiştim ama fakülteye gelirken ufak bir kaza yaşadım. O yüzden geç kaldım," diye anlatırken hala nefes alışverişim düzensizdi ve buna ek olarak hüzünlü bir yüz ifadesi ekleyerek inandırıcılığımı arttırmaya çalıştım. "Kusura bakma. Benim yüzümden sen de bekledin o kadar. Öğle tatilinden çaldım..." diye ekledim nezaketen.

"Hiç önemli değil. Önceki dersim boştu zaten, yemeğimi falan yemiştim çoktan. Yani buralardayım her türlü problem olmazdı o yüzden," dedikten sonra işaret parmağının tersiyle siyah kemik çerçeve gözlüğünü yukarı doğru iterek düzeltti.

"Olsun yine de çok büyük bir iyilik yapmış oldun bana. Çok teşekkür ederim!" diyerek minnettarlığımı bir kez daha dile getirdim.

"Rica ederim," dedi omuz silkerek. "Ekleyeceğin başka bir şey var mı?" diye sorduğunda hiç düşünmeden başımı iki yana salladım. "Adını soyadını yazdın mı peki?" diye sorduğunda ise şüpheye düşmüştüm.

"Yazdığımdan eminim ama yine de bir kontrol edebilir miyim?" diyerek ödevimi vermesi için elimi uzattım. Hızlıca dosyanın kapağını açıp ilk sayfasını kontrol ettim. Adımı, soyadımı, öğrenci numaramı eksiksiz kontrol edip tüm bilgileri eksiksiz doldurduğumu bir kez daha teyit ettikten sonra ufak bir gülümsemeyle dosyamın kapağını kapatıp yeniden asistana uzattım.

"Tamam mı?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

"Evet, evet. Her şey tamam, Leyla Hoca'ya teslim edebilirsin," derken hala gülümseme devam ediyordum.

"Tamamdır o halde, ödevi teslim ettiğine dair imzanı da alacağım yalnızca," dedikten sonra hemen önünde durduğumuz Leyla Hoca'nın kapısı açık odasına girdi. Arkasından bakarak geçirdiğim birkaç saniyelik sürenin ardından odaya girdim ve imza atacağım kâğıdın önüme koyulmasını bekledim.

Çekmecelerin birinden çıkardığı kâğıdı ve kenardaki kalemlerden birini önüme koydu. Elimde tuttuğum çantamı yeniden omzuma attıktan sonra kâğıdı önüme çekip tüm sınıfın adının yazılı olduğu kâğıtta kendimi adımı aramaya başladım. Alfabetik sıraya göre oluşturulan listede adımı bulmam pek de zor olmuyordu. Listenin başlarında olan adımın karşısındaki boşluğa imzamı attıktan sonra kâğıdı usulca asistanın önüne doğru iterek doğruldum.

"Başka bir şey kalmadı sanırım?" diye sorduğumda başını iki yana salladı.

"Evet, bu kadar. Gidebilirsin," derken gülümsediğinde selam verir gibi belli belirsiz başımı sallayarak aynı şekilde gülümsedim.

"Çok teşekkür ederim tekrardan..." dediğimde başını sallayarak gülümsedi. "İyi günler!" diyerek odadan çıkarken arkamdan aynı iyi günler dilediğini duydum.

Koridorda ağır adımlarla ilerlerken saçma sapan bir olayla uğraşmış olmama rağmen nihayet ödevimi teslim edebilmenin mutluluğuyla yürümeye devam ettim. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Sorumluluklarımın birinden daha kurtulmuş olmak beklediğimden de iyi hissettiriyordu şu an. Artık okul derdimde büyük oranda azaldığından tam anlamıyla asıl hedefime odaklanabilecektim.

Beklediğim asansör nihayet geldiğinde hızlıca kapısını açıp aşağı inmek üzere tuşa bastım. Asansörde yalnız olduğum için ayağımla yerde ritim tutarak sabırsızlığımı dışa vuruyordum çünkü sonunda Sinan'la buluşmam için hiçbir engel kalmamıştı artık.

***

Çoğunlukla buluşmalarımızı gerçekleştirdiğimiz sahildeki mekândan içeriye girdiğimde masalardaki müşterilerin oluşturduğu gürültü garip bir şekilde mutluluğumun artmasına neden oldu. Kolay kolay yer bulunmayan, özellikle gençlerin çok fazla tercih ettiği mekânın salaş tarzını seviyordum. Buradayken, özellikle Sinan'la birlikte olduğumuzda zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyordum.

Sinan sigara kullandığı için hep sigara içenler için ayrılmış açık alanda otururduk. Bu yüzden mekândan içeriye girer girmez doğruca bahçe tarafına açılan kapıya doğru yürümeye başladım.

"Buyurun, hoş geldiniz!" dedi biraz sonra garsonlardan biri. Yoldayken Sinan'la konuştuğumuzda yaptığımız hesaplamalara göre benden önce gelmiş olması gerekiyordu.

Bu konuşmamıza güvenerek "Arkadaşım burada, dışarıda!" diyerek gülümsedim.

Garson da aynı şekilde gülümseyerek başını salladı. Oturacağım masanın belli olduğunu söylediğim için uygun bir masaya yönlendirme zahmetine girmek zorunda kalmamıştı.

Bahçe tarafına çıkar çıkmaz masalarda gezinmeye başlayan gözlerim aradığı yüze denk gelince kocaman açıldı. Kenardaki masaların birinde Sinan'ı görünce mutluluktan yüzüme yerleşen gülüşümle birlikte seri adımlarla masaya yöneldim.

"Sinan!" dedim masaya ulaşmama birkaç adım kala.

Sesimin geldiği yöne şaşkınlıkla baksa da göz göze geldiğimiz anda yüzümdeki mutluluk onunkine de sıçradı sanki. "Canım!" dedi neşeli bir sesle. Beni beklerken vakit geçirdiği telefonunu masanın üzerine bırakıp aceleyle oturduğu yerden kalktı.

Sinan'ın karşısındaki boş koltuğa oturmadan önce birkaç gündür görüşemediğimiz için sarılma isteğiyle yanına gittim. Birbirimize kocaman sarılırken yanağına ufak bir öpücük kondurup yeniden başımı omzuna yasladım.

Hasret gidermemiz biter bitmez yerime geçip oturdum. Yanıma çantamı da koyarak yerleşme işlemimi tamamladıktan sonra bakışlarım yeniden Sinan'a döndü.

"Neler yaptın?" diye sordum sohbet olsun diye.

"En uzun meseleyi ilk an da konuşturacaksın ama!" diye itiraz ettiğinde söylediklerini anlamadığım için kafam karışmıştı.

Kaşlarımı çatarken "Nasıl yani?" diye sordum. "O ne demek?"

"Bankaya gittim," diyerek anlatmaya başladı. "Madem ortak bir hayalin peşinden gidiyoruz. İşlerimizi kolaylaştırmak adına bir adım attım."

"Ne yaptın?" diye üsteledim merakım iyice artmaya başladığı için bir an önce sadede gelmesini istemiştim.

Cevap vermeden önce sakallarını kaşırken muzip bir gülümsemeyle yüzüme baktı bir süre. "Mekân için ayırdığım tüm parayı banka hesabına aktarıp ortak kart çıkarttırdım," derken geldiğimden beri masanın kenarında duran zarfı olduğu yerden alıp bana uzattı. "Tüm para burada. Mekânı tuttuktan sonra tüm masrafları, ihtiyaçları karşılarken birbirimizi bekleme gereği duymadan bu kartı kullanabileceğiz."

"Buna ne gerek vardı ki Sinan..." diyerek aldım zarfı elime. "Biliyorsun benim de param var..."

Söyleyeceklerimin bitmesini beklemeden araya girdi.

"Olsun. Mekân sahibi olacağız artık Armin, ne zaman ne kadar paraya ihtiyacımız olacağını bilemeyiz. Garanti olsun, lazım olursa buradan da kullanırsın işte," dediğinde kalkıp kocaman öpmek istemiştim bu kadar düşünceli bir adam olduğu için.

"Sinan ya..." dedim harfleri uzatarak. "Kendi mekanımı açma kararı aldığımda tek başıma üstesinden gelip gelemeyeceğimi bilmiyor ve çok korkuyordum. İyi ki hayalime ortak oldun. İyi ki karşıma çıktın..." derken mutluluğumu yansıtabilmek için yüzümü ağlamaklı bir ifadeye büründürdüm.

"Asıl sen iyi ki varsın. Bir hayale tutunmamı sağladın. Sen olmasan bomboş, oradan oraya savrulup dururdum belki de..." dedi ve gülümseyerek geriye yaslandı.

Elimde tuttuğum zarfın içindeki kredi kartına baktım birkaç dakika. Hemen sonra zarfla birlikte verdiği, katlanmış bir şekilde duran kâğıt dikkatimi çekti. Zarfı kenara koyarken makbuz olduğunu düşündüğüm kâğıdı açtım. Gözüm ilk hesaba aktarılan paranın tutarına kaydı. Gördüğüm miktarın gerçek olup olmadığını algılayabilmem için gözlerimi birkaç kez açıp kısmam gerekmişti. Sinan'la para hakkında konuşmazdık çok fazla. Bu yüzden birbirimizin ne kadar biriktirdiğini tam olarak takip etmiyorduk fakat Sinan hayalini kurduğum mekân hedefime sonradan dahil olduğu için bu kadar biriktirebildiğine ihtimal verememiştim ilk bakışta.

197.200 Türk Lirası...

Şaşkınlık dolu bakışlarım makbuzla Sinan'ın gözleri arasında mekik dokurken Sinan'ın dudakları yavaş yavaş keyifle kıvrılmaya başladı.

"Bakıyorum da ciddi anlamda çalışılmış?" dediğimde şaşkınlığım sesimden de anlaşılabiliyordu.

"Geleceğimiz için," diye mırıldandı.

"Harika bir geleceğimiz olacak Sinan," dedim ve mutlulukla dudaklarımı büzdüm. "Şöyle bir hayal ediyorum da... Düşünsene kendi mekanımızı işletiyoruz. Kendi zevkimize göre dekore etmişiz ve harika bir ortam... Her gece sahne alıyorum. Şu hayatta sevdiğim tek şeyi, kendi mekanımızın sahnesinde gerçekleştiriyorum. Şaka gibi!" diye çığlık attım cümlenin sonunda. "Hayal ettikçe çıldıracak gibi oluyorum!"

"Muhteşem bir hayat bizi bekliyor!" derken uzanıp masaya yasladığım ellerimi tuttu ve güven dolu bakışları gözlerime sabitlendi. Tam o an aklıma gelen fikir yüzünden hem bir an önce Sinan'ın yanından ayrılmak istiyor hem de saatlerce burada, Sinan'la birlikte olmak istiyordum.

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından bambaşka bir konuyu açacak bir soru ile "Bu hafta şu internetten baktığımız yeri görmeye gideceğiz değil mi?" aramızdaki sessizliği bozdum.

"Evet evet. Adamı aradım dün, randevulaştık haftaya çarşamba günü için," derken hızlıca başını salladığında kocaman gülümsedim. Adım adım hedefimize yaklaşıyor olmanın mutluluğu alkol gibi yavaş yavaş kanıma karışıyor ve her an daha çok bulutlara yükseliyormuş gibi hissediyordum.

"Ben oraya aşırı ısındım yalnız. Fotoğraflarda göründüğü gibiyse eğer, muhtemelen orayı tutacağız şimdiden hazırla kendini!" dedim net bir şekilde. "Nereye ne yapacağımı bile karar verdim biliyor musun?"

"Baya istiyorsun orayı sen?" dedi şaşkınlıkla.

"Evet!" dedim lafını bitirir bitirmez. "Garip bir şekilde ilk gördüğüm andan beri hayalimdeki mekân orası olarak canlanıyor. Yine de görmeden karar vermeyelim tabi ama şimdilik kalbim oradan yana," dedikten sonra ellerimi göğsüme bastırarak söylediklerimde ne kadar samimi olduğumu göstermeye çalıştım.

"Sen nasıl istersen öyle olsun. Hayal senin... Ben misafirim," derken omuz silktiğinde öfkeyle kaşlarımı çattım. Evet, hayatıma ve hayallerime sonradan ortak olmuş olabilirdi fakat en az benim kadar çok çabaladığı bu yolda kendini misafir olarak tanımlaması çok yanlıştı. En az benim kadar o da bu hayalin ortağıydı.

"Bir daha böyle konuşursan ciddi anlamda trip atacağım haberin olsun!" diye azarladığımda keyifle güldü. "Çok ciddiyim Sinan, sakın gülme."

"Tamam güzelim, tamam!" dedi ve uzanıp yeniden ellerimi avuçlarının arasına aldı. "Bizim hayalimiz... Bizim hayatımız..."

"Hah şöyle!" derken sevimli bir edayla burnumu kırıştırdım.

Sinan'la sevgili olmasaydık bile onun bir şekilde ortağım olmasını isterdim çünkü hayatımda tanıdığım en dürüst, en çalışkan insanlardan biri olabilirdi. Aynı zamanda ailesinin ve kendisinin konumu dolayısıyla gerçekten yardımcı olabilirlerdi. Babasının inşaat sektörüyle ilgilenmesi, kendisinin mimarlık okuyor olması; sıfırdan bir mekânı yaratmak için oldukça yararlı mesleklerdi açıkçası. Şanslıydım ki Sinan hem ortağım hem de sevgilimdi.

Saatlerce sürdü birlikteliğimiz. Diğer masalara onlarca insan oturup kalktı ama biz saatlerce kıpırdamadık. Zamanla alay eder gibi, hiç geçmiyormuş gibi zamanın nasıl geçtiğini dahi anlamadan geçirdiğimiz bir gün daha katmıştık anılarımıza. Defalarca kez konuştuğumuz halde ilk kez konuşuyormuş gibi büyük bir heyecanla hayallerimizden, geleceğimizden bahsettik.

Günün tamamını Sinan'la geçirmesi ne kadar istesem de yaptığının karşılığı olarak bankaya gitmem gerekiyordu ve bu yüzden ilk fırsatta Sinan'ın yanından ayrılıp mesai saati bitmeden bankaya yetişebilmiştim.

Yüzümde gün boyu aptal bir gülümseme hiç eksik olmadı çünkü hem hayalimize kavuşmak üzereydik hem de sevdiğim adamın bana karşı sonsuz bir güveni olmasının mutluluğuyla dolup taşıyordum. Yaklaşık 200bin lirayı gözü kapalı, benim de söz hakkı olabileceğim bir hesaba yükleyip ellerimin arasına bırakmıştı. Bu bana güvendiğini gösteriyordu ve güven bir ilişkinin en önemli şeyi olduğu için fazlasıyla mutluydum.

Tam da bu yüzden benim de ona ne kadar güvendiğimi göstermem gerekiyordu. Bu yüzden gelmiştim bankaya. Madem bu hafta itibariyle mekân için harekete geçeceksek benim de biriktirdiğim paraları ortak hesabımıza aktarmamda bir sakınca yoktu. Hem elimizdeki bakiyenin tamamını görmüş olurduk hem de Sinan'a karşı güvenimi göstermiş olurdum.

Yarım saate yakın süre boyunca devam eden işlemlerin ardından makbuzumu alarak bankadan ayrıldım.

Elimde tuttuğum makbuza bakılırsa hesabımızda şu an tamı tamına 407.850 Türk Lirası bulunuyordu. Belki bu bile az kalabilirdi fakat bir yerden başlayıp yavaş yavaş ilerlememiz gerekiyordu ve bunun için idare edebileceğimiz bir tutar olduğuna inanıyordum.

Bunun haberini verebilmek için otobüs durağına yürürken vakit kaybetmemek için telefonumu cebimden çıkarıp Sinan'ı aradım.

"Alo sevgilim?" dedi birkaç kez çalışın ardından.

"Sinan?" dedim keyifle gülerek. "Neredesin?"

"Bizimkiler akşam yemeğine çağırdı da oraya doğru gidiyorum. Sen?"

"Ben de şimdi bankadan çıktım," dedim heceleyerek.

"Bankadan mı? Neden?"

"Benim parayı da ortak hesaba aktarayım dedim. Tüm bütçemiz aynı yerde olsun, harcamaların tamamını oradan yaparız diye düşündüm." Açıklamamın ardından gülümseyerek omuz silktikten sonra yine telefonda olduğumuzu ve Sinan'ın bunları göremeyeceğini hatırlayarak sırıtmayı bıraktım.

"Çoğunlukla maddi yönetim sende zaten. O yüzden senin için iyi olmuş güzelim," dediğinde güzelim demesi yeniden sırıtmama neden oldu.

"Öyle yani... Bunu haber etmek istemiştim."

"Tamam tamam sorun yok. Şimdi geldim ben kapatayım, sonra konuşuruz olur mu?" dediğinde önce başımı salladım.

"Tamam olur," dedim fazla uzatmamak için. "Selam söyle."

"Söylerim. Hadi görüşürüz."

"Görüşürüz," dedikten sonra telefonu kulağımdan çektim ve cebime koyduktan sonra ellerim cebimde otobüs durağına doğru hızlıca yürümeye devam ettim. Her ne kadar eve gitmek istesem de mekâna gidip bu gece son kez sahneye çıkmak zorundaydım.

***

Çalıştığım mekan ve daha önce çalıştıklarım dahil hepsi ufak tefek yerler olsa da yıllardır bu işi yaptığım için belli bir dinleyici kitlesine ulaşmıştım. Bu sayede sahnelerim oldukça kalabalık ve eğlenceli geçiyordu. Bu gece şansıma diğer gecelerden çok daha kalabalık olması ve daha yoğun bir ilginin olması uyuz mekan sahibiyle yaptığım ayrılık konuşmasında işimi oldukça kolaylaştırmıştı. Bir gecelik cirosunun mutluluğu yüzünden muhtemelen söylediklerimi tam olarak idrak edememişti çünkü. Öyle ya da böyle ayrıldığımı söyleyip kurtulmuştum. Bundan sonrası için başlarının çaresine baksalar iyi ederlerdi.

Evimin olduğu sokağa en yakın durakta otobüs durduğunda son anda fark edip apar topar oturduğum yerden kalkıp neredeyse kapanmak üzere olan kapıdan güç bela dışarıya attım kendimi. Bir sonraki durak oldukça uzak kalıyordu çünkü. Birkaç kez iş çıkışı uyuyakaldığım için bir ya da iki durak sonrasında inmek zorunda kalmıştım ve o zamanlar evime yürüdüğüm yol bitmek bilmiyordu. Güzel bir günün kapanışını evime kilometrelerce uzaktan yürümek zorunda kalırsam fazlasıyla acırdım kendime.

Ellerim cebimde sokağın başındaki marketten günü kutlamak için atıştırmalık bir şeyler almaya karar verdim. Aynı zamanda o kadar yoğun ve yorucu geçen bir sahnenin ardından karnım zil çalıyordu. Bu saatten sonra yemek yapmaya ya da sipariş verip beklemeye halim olmadığı için tek sığınağım abur cuburlar olacaktı.

Markete girince açlığım ikiye katlandığı için kucağım bir orduyu doyuracak kadar fazla abur cuburla doldu. Tamamını güç bela kasaya taşıdıktan sonra kasiyer çocuk hesaplamaya başladığında cüzdanımı çıkarmak üzere çantamı önüme aldım.

"Yüz kırk altı lira yetmiş beş kuruş," diyen kasiyer çocuğa usulca başımı sallarken cüzdanımın fermuarını açtım hızlıca.

İki büyük gözü de karıştırdım fakat okula giderken taksi kullandığım için yeteri kadar nakit param kalmamıştı. Bu yüzden kredi kartıyla ödeme yapmak zorunda kalmıştım.

Tüm paramı yüklediğim, Sinan'la ortak kartımızı kasiyere uzattıktan sonra gözüm hala önümde duran çikolatalarda dolaşıyordu. Hepsini paketinden çıkarıp aynı anda ağzıma sokmak istiyordum ve bunun için kendime nasıl engel olacağımı bilmiyordum. Neyse ki kasiyer çoktan pos cihazından işlemlerini tamamlayıp şifre girmem için cihazı bana uzattığı için çikolataları almak için geç kalmış sayılırdım.

Şifreyi hızlıca girdikten sonra doğru ezberleyip ezberlemediğimi bilmediğim için yeşil tuşa bastıktan sonra ekranda "şifre onaylandı" yazısını görene kadar merakla bakmaya devam ettim.

Kasiyer pos cihazını önümden çektiği için göremediğim için kollarımı göğsümün altında birleştirip fişin çıkmasını bekledim. Eski püskü duran cihaz o kadar yavaş algılıyordu ki işlemleri açlıktan bayılacak gibi hissetmeye başlamıştım.

"Abla yetersiz bakiye dedi bu?" diyen çocuğa kaşlarımı çatarak baktım.

"Nasıl?" diye sordum kekeleyerek. "İmkânı yok! Tekrar dener misin?"

"Olur abla," dedi ve hızlıca işlemleri gerçekleştirdikten sonra çok geçmeden şifreyi girmem için yeniden cihazı önüme doğru uzattı. Telaşlı bir şekilde vakit kaybetmeden şifreyi girdikten sonra gerginlikten titreyen ellerimi yeniden göğsümün altında birleştirip sonucu beklemeye başladım.

"Yok abla yine yetersiz limit dedi."

Çocuğun sesi kurşun gibi beynime saplanırken panikten ne yapacağımı bilememiştim ve mideme kramplar girmeye başlamıştı.

"Şey... Ben... Ben bir bankayı arayayım, bekler misin? Kartı bugün aldım çünkü belki yeni olduğu için bir şeyleri onaylamam falan gerekiyordur," diye aklıma gelen ilk ihtimalle çocuğa açıklama yaptım.

"Olur abla olur," dedi kasiyer çocuk sevecen bir tavırla.

Marketin önüne çıktıktan sonra hızlıca internetten bankanın numarasını öğrendim ve hemen sonra arayıp dakikalarca süren işkencelerin ardından müşteri hizmetlerine bağlandım. O kadar uzun sürmüştü ki neden aradığımı unutacak hale gelmiştim ve bankanın müşteriye işkence etmek için dinlettiğine yemin edebileceğim o iğrenç şarkı yüzünden beynim uyuşmuştu.

"Alo, merhaba? Ben müşteri hizmetlerinden Erhan, size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Merhaba, iyi akşamlar. Bugün erkek arkadaşımla çıkarttırdığımız kartımızla biraz önce marketten alışveriş yapmaya çalıştım fakat içinde yüklü miktarda para olmasına rağmen yetersiz limit uyarısı verdiği için alışverişi gerçekleştiremedim. Bunun nedenini öğrenmek için aramıştım? Kartın yeni olmasıyla bir alakası olabilir mi?"

O kadar paniklemiştim ki tek nefeste konuşabildiğim kadar konuşup en ince ayrıntısına kadar detay vermiştim.

"Hemen kontrollerimi sağlıyorum, çok kısa bekleteceğim."

"Tabi, bekliyorum," dedikten sonra marketin önünde gerginlikten volta atmaya başladım çoktan.

"Armin Hanım..." adamın sesiyle irkildim ve olduğum yerde durup cevap verdim.

"Evet, buradayım?" dediğimde heyecandan kalp atışlarım beynimin içinde yankılanmaya başlamıştı.

"Ekranlarımda görüntülediğim hesabınıza ait limitin tamamı gün içinde hesaptan çekilmiş olarak görünüyor," dediğinde marketin kenarındaki küçük duvarın üzerine bıraktım kendimi. Duyduklarım yüzünden ayakta duracak gücüm bile kalmamıştı.

"Nasıl..." dediğimde soru bir fısıltı olarak döküldü dudaklarımdan. "Bir yanlışlık olmalı... Tekrar kontrol edin, lütfen!"

"Tabi ama şu an görünen durum bu. Tüm limit kullanılmış."

"Ben..." Sustum. Ne söyleyebilirdim ki? "Peki teşekkürler," demekten başka bir şey gelmemişti elimden.

"Yardımcı olmamı istediğiniz başka bir konu var mı?" diye sordu müşteri temsilcisi.

"Hayır, teşekkürler."

"Ben teşekkür ederim," dedikten sonra telefonu kulağımdan çektim.

Bunun mantıklı bir açıklaması olduğu düşüncesiyle vakit kaybetmeden Sinan'ın adını bulup aramaya başladım.

Kulağıma götürdüğüm telefondan çıkan ses dakikalardır karanlığa sakladığım düşünceleri güneş gibi zihnimde doğurdu.

"Aradığınız numara kullanılmamaktadır."

Telefonu kulağımdan çekip yeniden arama tuşuna bastıktan sonra kulağıma koydum ve farklı bir ses, Sinan'ın sesini duyabilmek için dua ederek beklemeye başladım. Değişen hiçbir şey olmadı.

"Aradığınız numara kullanılmamaktadır."

Bir gecede insanın hayatı nasıl tepetaklak olurdu? Tam da öyle bir hayat enkazının altında can vermek üzereydim. Hayalini kurduğum mekân uğruna yıllardır verdiğim savaşın sonucunda kaybetmiştim. Hem de her şeyimi... Biraz önce; iki yıldır sevdiğim, güvendiğim adam tarafından resmen dolandırıldığımı öğrenmiştim.

*

Bölüm sonu.

Arkadaşlar... Arkadaşlar... Derin bir nefes verelim, sinirlerimize hakim olalım diyeceğim ama çok sinirliyim ya nasıl böyle bir şey yapabildin it adam 😭

Öncelikte söylediğim saatten bir saat sonra bölümü attığım için üzgünüm ama instagramda da anlattığım gibi elimde olmayan sebepler dolayısıyla böyle oldu. Umarım sevmişsinizdir, her şey çok yeni ama ileride bizimle çok sıkı bir bağ kuracak, onsuz yapamayacağımız bir hikayeye dönüşecek EPG :,)

Yüksek müsadenizle birkaç minik soru sormak isterim çünkü fikirlerinizi çok merak ediyorum.

-Bölüm nasıldı, sevdiniz mi?

- Yeşil gözlümüzün hikayedeki yeri ne olabilir?

-Armin bundan sonrasında nasıl bir yol izleyecek?

Şimdilik bu kadar. Açıklamayı daha fazla uzatmadan hemen bölümle buluşturmak istiyorum sizi. Bu arada bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Daha dün bir kadın şiddeti haberiyle gündemimiz sarsıldığı için bugün buruk bir gün maalesef fakat temenni ve dilekten başka elimizden bir şey gelmiyor ne yazık ki. Dilerim, kadınları, hayvanları, çocukları incitmeden yaşamayı tüm insanlığın öğrenebildiği bir zaman olur önümüzdeki zamanlar. Daha fazla can yanmasın, güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünya olmasın dilerim. Kadınlar günü kutlu olsun 💜

Oy ve yorumlarınız benim için çok önemli ve özel. Bizi onlarsız bırakmayın sakın 🖤

Sizi çok seven eg, kaçar <3

instagram: _emregul
twitter: emregull

Continue Reading

You'll Also Like

237K 13.6K 34
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
604K 26.9K 17
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

564K 29K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
İhtiras By milavens

Teen Fiction

1.2M 25.4K 22
Körkütük sarhoş bir kız. Bir bar ve yaşanmaması gereken bir gece. Adamın tek istediği, tenine yüz sürdüğü kadınla sevişmek. Asla daha fazlası değil l...