No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.2M 926K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
36.Bölüm : Ruhun Sancısı.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler
Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.
Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.

189K 13.5K 11.3K
By beyzaalkoc


Selamlar sevgili sevgililerim^^ 

Dün birlikte duygusal bir akşam atlattık, Ece'yi bu kadar benimsediğiniz ve benimle aynı duyguyu paylaştığınız için teşekkür ederim. İyi ki varsınız, hep benimle olun <3

O zaman bölüme geçelim, yukarıdaki müziği açmayı unutmayın, bölüm sonunda görüşmek üzere^^



37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.

*Çamurdan dünyaya gelen, mis gibi kokan, tertemiz bataklık çiçekleri.*



"Ruh, sayısız yaprağıyla bir lotus çiçeği gibi, kendi kendine açar."
(Halil Cibran – Ermiş)



İçimdeki ıssız yolların hepsi donuk. Kendi içimdeki doğru noktaya giden bu yolda bulamadığım her bir adres için kendime kızgınım. İçimi benden iyi kim bilebilir derken içimde kayboldum. Oysa ruhum ömrüm boyunca yürüdüğüm tek muhitti, bir ara sokağında yok oldum.

Nasıl böyle beceriksiz olabildim, ömrüm boyunca yürüdüğüm bu yolu nasıl unutabildim? Oysa tek çıkış her zaman acıydı, nasıl unuttum?

Kaybolmuş ve olduğu yerde dönüp duran bir çocuk gibiyim, yolu bilmiyor, yol sormaktan korkuyorum. Kimseye yol sormamak için dışarıdan kaybolmuş gibi görünmemeye çalışıyorum. Hem her şey yolunda gibi görünüyor, hem olduğum yerde dönüp duruyor, hem de nasıl kaybolduğumu izliyorum. Bana ne lazım bilmiyorum, kaybolduğum yerin bir haritası yok. Bu haritayı çıkarması gereken bendim, yapmadım. Kendimi tanımadım, anlamadım, bunları yapmak istemedim. Kendi sokaklarımla yüzleşmedim, kendi içimi görmekten kaçtım. Uçtum, yoruldum, öylesine bir yere kondum. Kanatlarını hissetmeyen bir kuş gibiyim, niye buradayım bilmiyorum.

İçimde anlamsız bir öfke, hiçbir yere gitmemek üzere çıktığım bir yola öfkeliyim. Oysa bir zamanlar gidecek hiçbir yerim olmamasını umursamazdım, mesele yalnızca yolda olmaktı. Şimdi niye böyle oldu? Tanıdığım en yaratıcı insandım, kendi yaratma gücümü kendi ellerimden aldım. Beni artık ne mutlu eder bilmiyorum. Kendi kendimi aptal yerine koymuş gibiyim. Kendi kendimi her şeyin mucizevi ve masalsı bir güzelliğe gideceğini inandırmıştım, oysa hayat bunun böyle olmadığını bana yüzüme bir tokat atarcasına göstermişti.

Hayatım boyunca anlaşılmamıştım, tek hayalim anlaşılmaktı oysa. Yalnızlık beni boğarken gecekondu evimizin akan çatısının altındaki eski yatağımda yatmış pencereyi izlerdim. Pencerem yıldızları görmezdi ama ben görürdüm. Hayal ederek her şeyi görürdüm, ayı, güneşi, yıldızları...

Bir çocuğun gözlerindeki çaresizliğe kimse mi dokunmak istemezdi, kimse mi el uzatmak istemezdi? Bana kimse el uzatmamıştı. Ben kendi kendimi büyütmüştüm, kendimi hiçbir şeye layık ve hiçbir şeye değer görmeyerek büyümüştüm. Öyle bir esaret içinde büyümüştüm ki hayatım boyunca hiç özgür hissetmemiştim.

Kendimi yaşamaya değer görmediğim her şey benim bu hayattaki esaretimdi.

Unutma, kendini yaşamaya değer görmediğin her şey senin de esaretindir. Daha önce çocukluğuma dönebilseydim ona çok şey söylemeyi hayal etmiştim. Her şeyin iyi olacağını, her şeyin güzel olacağını, her şeyin mucizevi bir noktaya ulaşacağını... Oysa o çocuğun bunları duymaya ihtiyacı yoktu, o çocuk bunları duymadan büyümüştü zaten. Hiçbir şey iyi olmamıştı, hiçbir şey mucizevi bir noktaya ulaşmamıştı. Yıkılan şey benim buna olan inancımdı.

"Bir ömrü öylece bir mezara gömünce,
ne kalır geriye boşluk dışında?" diyordu haftalardır dinlediğim o şarkı.

Ben dinliyordum, o ise yorulmadan söylüyordu aynı cümleyi. Haftalardır yaşadığım şeyin ismi hayata küsmekti. Benim, Efe'nin ve birçok kişinin hayatı değişmişti. Ece'nin durumu biz lansmandan çıkıp programa geçerken kötüleşmişti. Doktorunun bile anlam veremediği bir dönüştü bu, iyi olacağına çok inanmıştık. O sabah annesine kötü hissettiğini söyleyince birkaç tahlil daha yapmışlardı, oysa tahlil sonuçları bile çıkamadan bizi bırakıp gitmişti, ben ise bunu o gittikten yirmi dakika sonra o iki kadından öğrenmiştim. Milyonlarca insanla aynı anda, bir televizyon kutusunun içinde...

Onlara benim adıma açılacak manevi tazminat davası için bile hiçbir kağıdı imzalamak istememiştim. Ne önemi vardı ki? Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Ben öyle büyük bir buhranın içindeydim ki dışarıda olup bitenleri sadece duyuyordum. İçine dahil olamıyordum. Zira Efe beni bırakmamakta, yanımdan ayrılmamakta ısrarcıydı. Onunla konuşmuyordum, kimseyle konuşmuyordum. O ise benimle konuşmaya devam ediyordu. Beni sevmeye devam ediyordu. Bana bir şeyler anlatıp duruyordu, beni güldürmeye çalışıyordu.

Bu çabası çoktan ölmüş bir çiçeği ısrarla sulamaya benziyordu.

"Kabul et artık Mine," demişti bir keresinde, "Kabul et. Ben seni hayata geri döndüreceğim. Pes et artık. Yenil bana."

Beni sevmek bir hataydı, Efe de bu hataya düşüyordu. Benim kendimi sevmem ise daha büyük bir hataydı. O hataya düştüm, kendimi çok sevdim. Sabırla ve ısrarla bir gün açacak bir çiçek olduğuma inandım. Oysa olmadı. Hayat beni acıdan başka hiçbir noktaya ulaştırmadı. Bunca zamandır yaşadığım güzel günler bana kalırsa hayatın benim için mola vermesiydi. Sonra beni bir kez daha, en hassas yerimden acıttı. Bu hayattan daha ne öğrenmeliydim? Bu hayatta daha kimi sevip sonra kaybetmeliydim? Bu hayatın benden isteyip de alamadığı neydi, benimle derdi neydi?

Yaşadığım sinir krizleri, ellerimi canımı daha çok yakmak istercesine yerlere ve hatta duvarlara vurarak ağlamalar, karnıma doğru eğilip kendime bir cenin edasında sarılmalarım, anlamsızca aynaya bakışlarla geçen haftaların sonunda Efe beni iyi olurum umuduyla bir çiftlik evine götürdü. Kaç saat yol gittiğimizi bile bilmiyordum. Efe her zamanki gibi endişeliydi. Hatta her zamankinden daha endişeli, daha üzgün görünüyordu. Onu bu kadar etkilediğim için de mutsuzdum. Var olduğum için mutsuzdum. Öyle bir mutsuzluktu ki benimki nefes aldığım için bile mutsuzdum.

Efe ile beni götürdüğü çiftlik evine ulaştığımızda gözleri hep üzerimdeydi. O hala konuşuyordu, hala bana bir şeyler anlatıp duruyordu. Artık onun da enerjisi tükenmek üzereydi, o da yorgundu ama bana bir şeyler anlatmaktan hiç vazgeçmiyordu.

"Yarım saat sonra yağmur yağacakmış, hava durumu öyle diyor..."

"Sesleri duyuyorsun değil mi? Sanırım bunlar kanarya..."

"Burası göl, ileride görünen yer de bataklıkmış. Tam bir doğa evi. Yürüyelim mi? Hadi."

Efe ısrarla bana bir şeyler söyleyip anlatırken sadece başımı sallayıp ayağa kalktım. Birlikte göl kenarından geçip sarı otların arasından bataklığa doğru yürüdüğümüz sırada çok hafif bir yağmur başladı. Efe başını kaldırıp gülümsedi.

"Hava durumu yanıldı, yarım saat diyordu. İstersen dönebiliriz." dedi.

Ben ise yürümeye devam ettim. Tam orada, bataklığın önünde durdum. Uzun uzun bataklığa baktım, sesleri dinledim. Kuşlar, böcekler, yaprak hışırtıları, yağmur damlaları, nefeslerimiz ve burnumu çekişlerim birbirine karışıyor gibiydi. Gözlerim bataklığın tam ortasında duran pembe beyaz çiçeğin üzerinde öylece kaldı. Efe gözlerimin o çiçeğe takılı kaldığını gördü ve konuşmaya başladı.

"Lotus çiçeği." dedi ve hemen sonra "Bataklık çiçeği." diye açıkladı. O an ona uzun zaman sonra ilk defa cevap verdim.

"İsmini hiç duymamıştım." Efe bana şaşkınlıkla döndü. Uzun zaman sonra ona kurduğum ilk cümle buydu, onunla ilk kez konuşuyordum. Efe bunun şaşkınlığı ve umuduyla beni izliyordu, ben ise halsizce bataklıktaki çiçeği izliyordum. Biraz ötesinde kendisi gibi iki çiçek daha vardı. Bataklığın üzerinde öylece sallanıyorlardı.

"Çok garip." dedim kendi kendime. Ruhum artık konuşmak istiyordu. Artık susmak istemiyordum.

"Neymiş garip olan?" diye sordu Efe bir kez daha aynı şaşkınlık ve aynı buruk umutla.

"Böyle güzel bir çiçeğin bataklıkta ne işi olur ki? Daha doğrusu, bataklıkta nasıl böylesine güzel bir çiçek açar?" dedim kendi kendime.

O an evren bana dünyada bir yer bulur gibi oldu, içimde bir kez daha istemeye istemeye zayıf bir ışık yandı. Efe derin bir nefes alıp bana döndü. Beni kendine çekti, vücudumu vücuduna yasladı ve ben başım Efe'nin kalbine yaslı bir şekilde onu dinlemeye başladım. Bu onunla uzun zaman sonra ilk sarılmamızdı... Başım göğsünde onu dinlemeye başladım, çenemin titrediğini hissettiğime emindim.

"Dünyanın en temiz çiçekleriymiş lotus çiçekleri. Bataklıkta yetişmek, çamur içinde büyümek ve dünyanın en temiz çiçeği olmak... Tanıdık geliyor Mine." dedi sessizce. Sonra uzun uzun konuştu benimle, pes etmedi.

"Acılar yaşanacak Mine, yapacak bir şey yok. Acılar her zaman olacak. Nerede doğarsan doğ, ne içinde büyürsen büyü, nerelerden geçersen geç bir lotus çiçeği kadar güzel ve temiz kalacaksın hep. Çünkü sen busun, senin ruhun bu. Tertemizsin. Vedalaşman gereken herkesle vedalaştın. Yolcu etmen gereken herkesi yolcu ettin. Sen ve ben kaldık, ikimiz. Artık bir evimiz bile yok ama birbirimize sahibiz. Daha ötesi var mı?" Ona hüzünle ve şaşkınlıkla döndüm.

"Artık bir evimiz yok derken..." dedim titreyen sesimle, "Ne demek bu?"

Efe hüzünlü gözlerini benden kaçırdı ve gökyüzüne baktı.

"No 26 gitti Mine..." dedi, "Haftalardır ne prodüksiyon şirketinin ne Bora'nın telefonlarını bile açmadım. Sadece bana gönderdikleri mesajları okudum. Cevap vermedim. Sadece tek bir mesaja cevap verdim, benden son yaşananlar ile ilgili bir basın toplantısı yapmam istendi. 'Siktirin gidin.' yazdım onlara. Çıkıp kameraların önünde sevdiğim kadının kardeşini, kız kardeşimizi nasıl kaybettiğimizi anlatamazdım. Bu onlara göre bir ihlaldi, sözleşmeye uymamaktı. Sözleşmenin gereği buydu, sonucu buydu. No 26'yı aldılar bizden. Bugün buraya bu yüzden geldik. Oraya bir daha dönmeyeceğiz."

Duyduğum cümle kalbimi yaralarken zaten acıyla kavrulmuş kalbim bir acıyı daha kaldırmayacaktı. Olan olmuştu, acıtan acıtmıştı artık. Dibine kadar yaşadığım acının da yalnızlığın da bir sonu olmalıydı. Bazı şeylerle hak ettiği şekilde vedalaşmalıydım ve bu sefer kaybetmemeliydim. İmkanım varken elimden alınan bir şey daha olmasına izin vermemeliydim.

"Hayır," dedim titreyen sesimle, "Onu vermeyeceğiz. No 26'yı kimseye vermeyeceğiz."

Orası benim Efe'yi bulduğum, Ece'yle tanıştığım, kendime geldiğim yerdi. No 26 benim her şeyimdi. Elimden alınmayan bir tek orası ve Efe kalmıştı. Onları da kaybetmeyecektim. Yuvamdan, evimden vazgeçmeyecektim.

Bir bataklıkta doğmuş, bir bataklıkta büyümüştüm. Bu yüzden ömrüm boyunca değersiz hissetmiştim, kendimi hiçbir yere koyamamış hiçbir yere layık görememiştim. Kendimi güzel olan hiçbir şeye benzetememiştim, şimdi kendimi hayatımda ilk defa bir yerde görüyor ve bir şeye benzetiyordum. Çok güzel, çok temiz, çok değerli bir şeye.

Hiç açması beklenmeyen yerlerde açan çiçekler vardı.

Bataklık çiçekleri...

Çamurdan dünyaya gelen, mis gibi kokan, tertemiz bataklık çiçekleri.

Saksıda doğmuş, kolayca büyümüş bir süs bitkisi olmaktansa bir bataklık çiçeği olmak bu dünyada kendime dair tercih edebileceğim ve gurur duyabileceğim tek şeydi. Bataklıkta aç ve tertemiz kal, ne mucizevi, ne hayranlık uyandırıcı... Bata çıka büyü, bir başına yaşa, seni saran çamura rağmen tertemiz kal. Ne büyük bir güç...

Ece'nin bizi bırakıp gidişi benim için birini kaybetmekten çok, onu fiziksel olarak kaybetmek ama içime almak ve içimde yaşatmaya devam etmek olmuştu. Onun gidişi benim bu yaşama iki kişilik devam etmem demekti. Onun için gülmek, onun için mutlu olmak, onun için huzur bulmak demekti.

Ben de Ece de Efe de birer bataklık çiçeğiydik. Dünyada bizim gibi yüz binlerce insan vardı, kendi başına mücadele eden ve tertemiz kalan yüz binlerce ruh... Artık onlar için de yaşayacaktım. Artık Ece için de yaşayacaktım. Artık gözümün gördüğü, kalbimin hissettiği her şeyi bir kez de Ece için görecek, onun için hissedecektim. Kardeşimin daha fazla acı hissetmesini istemiyordum, bu sefer onun için de huzuru bulacaktım. Onu da kendimi de bu esaretten kurtaracaktım.

Kuşlar veda etmeden göç ederdi, Ece ise kalbimin bir köşesinde onun deyişiyle hep bir "gök kuşu" olarak kalacaktı. Sanki zaten gitmek için gelmişti hayatıma, sanki buralardan gideceğini anlamıştı ve gitmeden ablasına da uğramak istemişti, gitmeden annesini de görmek istemişti... Gitmeden bir abisi olsun istemişti, olmuştu.

"Gidip evimizi alalım Efe," dedim ona gözyaşları içinde, "Nasıl olur bilmiyorum, ne zaman olur bilmiyorum ama geriye bir sen bir de ben kaldık... Evimizi de almasınlar bizden."

Efe ellerini yüzümün iki yanına koydu ve gözlerime bakmaya çalıştı, hem öfkeli hem mahcup hem de çok gururlu görünüyordu. İçinde var olan hiçbir şey yapamamanın verdiği o dağı taşı yıkma hissini gözlerinden görebiliyordum. Bakışları benim için bir sözdü, bir yemindi... Kalbimin içi fazlasıyla doluydu ama ellerimin arasında sadece Efe'nin elleri vardı, geriye sadece bir Efe ve bir Mine kalmıştı.

Geriye yalnızca biz kalmıştık, ikimiz.

Bu benim için dünyada var olabilecek en güçlü kalabalıktı, onun ellerinin ellerimde olması benim tek dayanağımdı. O ellere tutunacak ve yeniden kalkacaktım, bir kez daha deneyecektim ve belki bir kez daha yenilecektim ama kararlıydım, hayat beni yendikçe ben denemeye devam edecektim. 



Tekrar merhaba canımın içleri. Bu bölüm de aslında benim için dün akşamki bölüm kadar duygusaldı. Mine'nin hissettiği "acıya alışmam gerek" bilinci ve yaşadığı değersizlik hissini yazarken o kadar hissettim ki resmen Mine'yi çok içselleştirdim. Resmen satırların içine girip sarılmak istedim Mine'ye. 

Efe ise Mine'nin başına gelmiş en iyi şey, mükemmel bir insan. Mine'yi bataklık çiçeklerine benzetmesi çok çok güzeldi benim için... 

No 26'yı yazarken kendi içimde en büyük hedefim kendini bu kadar değersiz gören, "bataklıkta çiçek mi büyür" diyecek kadar umutsuz olan her birinize bataklıkta dünyanın en temiz çiçeklerinin yetişebileceğini göstermek, umut olabilmekti. 

Yarın final günümüz :) Hayatımda ilk defa bir hikayemi tamamlamış gibi heyecanlıyım. Yarın aynı saatte görüşmek üzere, akşam 20.00'da burada olmayı unutmayın <3 Mine ve Efe'yi birlikte yolcu edelim...

Bu akşam size bölümden ve belki de No 26'nın tamamından en sevdiğim cümleyle veda ediyorum...

Sizi çok seviyorum, görüşmek üzere^^

-Beyza (Öylesine Biri) 


Continue Reading

You'll Also Like

TAKINTI By 🌙

Teen Fiction

1.8M 32.7K 36
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
358K 21.9K 44
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
741K 32.9K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
93.6K 5K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...