No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.1M 925K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler
Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.
Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

36.Bölüm : Ruhun Sancısı.

203K 14.3K 32.1K
By beyzaalkoc

Merhaba sevgili sevgililerim <3 

Yukarıdaki müziği açmayı unutmayın, mümkünse sessiz ve mümkünse karanlık bir yere geçin, yazdığımdan beri içime oturan bir bölüm okuyacaksınız çünkü... 

İyi okumalar dilerim, bölüm sonunda görüşürüz. <3



36.Bölüm : Ruhun Sancısı.

*Artık o acıların hiçbiri rengarenk değil, bugün hepsi siyaha boyandı. *



Bazı geceler üzerimize yıkılır, gündüzün mavisi her yanımızı sarar, giderek koyulaşır ve siyaha döner. İçindeki güneş o siyahın arasından doğmaya çalıştıkça hissettiğin şeyin adıdır ruhun sancısı. Her birimizin içinde bir güneş yatar, doğamadıkça ruhumuz sancır. Bir kadının doğum anı gibi, içimizdeki tüm potansiyeli ortaya çıkarıp parlamaya çalışmak bir doğum kadar sancılıdır. İnsan önce annesinden doğar, sonra ruhundan...

Hangisi daha acılıdır bilmiyorum, zira hiç sorabilecek bir annem olmadı.

Güneş her sabah doğarken gökyüzü de acı çeker mi? Güneşin doğuşu da sancılı mıdır bizimki gibi? Evrende acıyı bilen ve tadan sadece biz canlılar mıyız, en büyük merakım bu. Peki acı sonsuz mu yoksa yeterince acı çektikten sonra bir daha acı çekmeme hakkına sahip olabilir miyiz? Bugün bunu öğrendiğim gündü.

19 Ekim.

Bugün acının sonsuz olup olmadığını öğrendiğim gündü.

Efe ve Bora ile lansmandan çıktıktan sonra canlı yayına katılmak için yola çıktığımızda içimde aynı anda hem heyecan hem stres vardı. Sanırım bu iki duygunun harmanlanmasına alışmak zorundaydım artık.

"Heyecanlı mısın?" diye sordu Efe bana anlayışla gülümserken.

"İlk canlı yayının olacak, değil mi?" diye ekledi Bora. Başımı salladım.

"Hem stresliyim hem heyecanlıyım, garip bir duygu. Sadece canlı yayın değil, yayından sonra Ece'yi görebilecek ve onun için kan örneği verebilecek olmak da beni çok heyecanlandırıyor."

"İlik nakli için mi?" diye sordu Bora. Heyecanla başımı salladım.

"Evet, Efe de ben de örnek vereceğiz. Annesi de. Hatta bir şekilde babası da..." diye mırıldandım umutsuzca. Beni umutsuzlandıran cümlemin son kısmıydı, babamızla ilgili olan o lanet kısım.

"Beni de ekle." dedi Bora gülümseyerek.

"Bora Bey, beni de ekleyin." diye seslendi arabayı kullanan şoför. Gülümseyerek baktım her ikisine de.

"Çok teşekkür ederim ikinize de." diye mırıldandım gülümseyerek.

Her geçen gün hayatıma iyi insanlar giriyordu. Her geçen gün bu dünyadaki iyiliğe inancım artıyordu ve her geçen gün bu dünyaya ve sisteme duyduğum umut artıyordu. Çok fazla kötü insanla karşılaşmıştım ve artık onların her birine karşılık gelecek kadar iyi insanla karşılaşmam gerektiğine inanıyordum.

Efe bu zamana kadar karşılaştığımız tüm kötülüklere bedel aslında, öyle değil mi Mine?

Başımı çevirip Efe'ye baktım, o camdan dışarıyı izlerken ona bakarak iç çektim.

Aynen öyle, İç Ses. O yaşadığımız tüm kötülüklerin hediyesi.

Sonunda canlı yayının yapılacağı kanal binasına geldiğimizde bana alınan yeni kıyafetleri giyebilmem için kulise geçtim. Efe ve Bora beni kulisin içinde oturup kahve içerek beklerlerken ben paravanın ardında aceleyle giyiniyordum.

"Yayına son on beş dakika!" diye seslendi içeriden bir ses.

"Acele etme, hep böyle derler sonra uzar gider..." dedi Bora gülerek.

"Ama canlı yayın!" dedim telaşla.

"On beş dakika sonra program jeneriği verip ardına reklam koyacakları için sorun yok. Endişelenme, ne zaman hazır olursan o zaman çıkarsın." Bora bana cevap verdikten sonra Efe ile konuşmaya devam etti.

Duyabildiğim kadarıyla aptal prodüksiyon şirketinin yeni aptal isteklerini anlatıyordu. Reklamlar, iş birlikleri, dergi çekimleri, röportajlar... Arada İbrahim Tatlıses'in yeni programına davet edilme gibi bir ihtimal duyduğuma emin gibiydim ama umarım yanlış duymuşumdur!

Efe, ben ve İbrahim Tatlıses'in paralel evrende bile birbirimizle ortak bir noktaya sahip olup bir araya gelme ihtimalimiz yoktu. Efe'nin programa çıkıp türkü söyleyeceğini filan mı sanıyorlardı?

"Canlı yayında dikkatli olun," diye devam etti konuşmaya Bora, "Bu kadınlar birer şeytan. Reyting için her şeyi yaparlar. Ellerine geçen her kozu kullanırlar. Mine biliyordur belki?" Bora'nın sorar gibi konuştuğunu fark edince giyinme kabininden onlara doğru seslendim.

"Bilmez miyim?"

"Yeşil Küpeli Kız herkesi tanır," dedi Efe gülerek, "Ve ikisinden de nefret ediyor." diye devam etti.

"Sevilecek insanlar değiller." diye söze girdi Bora, "İkisini de yıllardır tanırım. Fakat reytingleri çok iyi, patron o kadar kesin emir verdi ki kabul etmekten başka çaremiz yoktu. Aptal sözleşmeler..." diye ekledi.

"Peki daha ne kadar devam edeceğiz?" diye sordu Efe, "Her şeye yanımda Mine de var diye katlanıyorum. Kendim için değil, ailem için, Mine için, senin için katlanıyorum ama daha ne kadar sürecek?"

"Bilmiyorum abiciğim, bir gün bir açık bulup çıkaracağım sizi işin içinden. En az zararla, en kolay yoldan o sözleşmeden kurtulmamız lazım. Öyle umuyorum ama şöhret dünyası karanlık, ne olur bilmiyorum. Bir an gelir, öyle bir şey olur ki kontrolü kaybederiz. Belli olmaz." Bora'nın cümleleri nedense içimi umutsuzlukla doldururken giyinmiştim. Giyinme kabininden çıkmadan hemen önce aynada kendime baktım, bugün içimde bir hüzün vardı. Sebebini bilmediğim bir hüzün...

"Ben hazırım." diyerek giyinme kabininin arkasından çıktığımda üzerimde beyaz bir etek ve yeşil bir bluz vardı.

"Harika olmuşsun, gidip içeridekilere haber vereyim. Sizi iki dakikaya alırlar!" diyerek dışarı çıktı Bora. O sırada Efe oturduğu yerden beni izliyordu.

"Nasıl yapıyorsun bunu?" diye sordu Efe.

"Neyi nasıl yapıyorum?"

"Her giydiğinle, her hareketinle nasıl kendine hayran bırakıyorsun böyle?" Gülümseyerek gözlerimi devirdim.

"Teşekkür ederim. Peki bundan sonra sadece yeşil mi giyeceğim? Ben olmadan bir toplantı yapılıp hakkımda böyle bir karar mı verildi?" dedim gülerek.

Efe sırıtarak ayağa kalktı ve saçlarımı öpüp üzerine ceketini giydi.

"Hep yeşil giyemezsin." dedi.

"Neden?" diye sordum merakla.

"Çünkü sana çok yakışıyor."

Efe'nin gülümsemesi içimdeki sebepsiz hüznü alıp götürürken geriye kalan tek kötü his korkuydu. İçimde gezinip duran kara bulutlar birer altıncı his eseri miydi yoksa tamamen kötü hissetmenin alışkanlığını mı yaşıyordum bilmiyordum.

"Sen iyi misin?" diye sordu Efe aynanın önünde ceketinin düğmelerini iliklerken, gözleri aynadaki yansımamdaydı.

"Bilmiyorum, iyi gibiyim. İçimde garip bir korku var, sebepsiz de bir hüzün. Belki de canlı yayın gerginliğidir, kim bilir..." Efe bana doğru döndü ve elini yanağıma dokundurdu.

"Gözlerini kapat. Kötü hislerinin tamamını avucumun içine akıttığını hayal et," dedi bir anda, "Bırak da onları biraz ben taşıyayım. Yorulmadın mı artık?"

Efe'nin son cümlesi o kadar üzücü geldi gözlerimin dolduğunu hissettim. Yorulmamış mıydım artık? Sanırım yorulmuştum, kötü hissetmek beni tüketmişti. Ama hissetmenin başka türlüsünü de tanımıyordum.

"Benim yüklerimi taşımak zorunda değilsin." dedim ona burnumu çekerek.

"Belki bir gün sen de benim için güzel bir yük taşırsın, ödeşiriz. Olmaz mı?" diye sordu Efe anlamlı bakışlarla elimi karnıma götürürken.

O an kastettiği şeyi anlamam bile on saniyemi aldı, anladığımda ise yanaklarımın kızardığını hissettim. Başarmıştı, söylediği şey ile beni utandırarak konsantrasyonumu korkularımdan almış, başka yere çevirmişti. Buruk bir gülümsemeyle baktım yüzüne.

"Bizi öyle hayal edemiyorum..." dedim utangaç bir gülümsemeyle.

"Ben hayal edebiliyorum." diyerek eğildi ve alnımı öptü Efe.

Belki de en güzel anlarımızdan birini yaşıyorduk, ta ki kapı kırılırcasına açılana ve içeriye bir kanal çalışanı dalana kadar.

"Sizi stüdyoya alalım, hazırsanız." İşte bazen yaşadığınız en güzel anlar böylece hayatın telaşı içerisinde bir şelaleye takılıp gider gibi elinizden düşer giderdi.

"Telefonlarınızı kuliste bırakmanızı rica edeceğim, canlı yayın olduğu için... Siz çıktıktan sonra kapısını kilitleyeceğim, merak etmeyin." dedi telaşlı bir kadın çalışan.

"Tabi," dedi Efe, "Telefonunu masaya bırak bebeğim." Telefonlarımızı makyaj masasına bıraktıktan sonra elini bana uzattı.

Elini tuttum ve birlikte odadan çıkıp önümüzdeki kadın ve Bora'nın takibinde stüdyoya doğru ilerledik. Bora tam bir ağabey edasında arkasını dönüp dönüp bana gülümsüyordu.

"Heyecan yok, değil mi?" diye sordu. Gülümseyerek başımı salladım.

"Yok demek isterdim."

"Merak etme, sen halledersin. Yeşil Küpeli Kız'sın sen, hepsinin annelerinden doğum hikayelerini bile bilirsin!" Bora'nın cümlesi hem Efe'yi hem beni güldürürken koridorda yürümeye devam ediyorduk.

"Sen yine de canlı yayında doğum hikayelerini anlatma." dedi Efe kulağıma doğru fısıldayarak.

"Anlatmam, söz." dediğimde üçümüz gülüşerek stüdyoya girdik.

Stüdyoya girdiğimizde gözlerim sunucuları arıyordu, Gülçin ve Handan'ı yakından tanıyıp eğer Efe ve bana zor dakikalar geçirtmeye çalışırlarsa onlarla insanlara attıkları iftiralar hakkında konuşabilmek için sabırsızlanıyordum.

"Seni herkesten, her şeyden sakınmak isterken birlikte milyonlarca insanın izleyeceği bir canlı yayına katılıyor olmamız kaderin bana kötü bir şakası gibi." diye söylendi Efe kendi kendine.

Biz çoktan bizim için ayrılan yerlerimize oturtulmuştuk.

"Ben senin ellerini, yüzünü görsünler istemiyorum ki..." diye söylenmeye devam ediyordu Efe, verecek bir cevap bile bulamıyordum.

Çünkü gereksiz bir gerginlik moduna girmek üzereydim. Görevliler mikrofonlarımızı takarken Bora program hakkında bilgi alıyor ve bizim hakkımızda bilgi veriyordu.

"Son iki dakika!" diye bağırdı bir ses.

"Akşam piyano derslerine devam ediyoruz, değil mi?" diye sordu Efe mikrofonu takılırken, sanırım bu kadar çok konuşmasının sebebi beni rahatlatmaya çalışmasıydı.

"Beni rahatlatmak için mi bu kadar çok konuşuyorsun?" diye sorduğum an gülerek bana döndü Efe.

"Ne yani, bana çok konuşuyorsun mu demek istiyorsun?" dedi gülerek.

"Onu demek istemediğimi biliyorsun Efe, kafamı mı dağıtmaya çalışıyorsun, bunu merak ettim. Kıskançlığından, piyano derslerimizden bahsetmenin tek bir sebebi olabilir."

"Her an, her saniye seni düşünmem mi?"

"Hayır!" dedim gülerek, "Gerginliğimi atmama yardımcı olmaya çalışman!"

"Son bir dakika!" diye bağırdı aynı ses. Bu cümleyle artık konuşmayı bırakmamız gerektiğini anladık.

"Bol şans çocuklar, ben hemen şuradayım." Bora kamera arkasını göstererek yerine geçerken sunucular da gelip karşımıza oturmuştu.

O an yüzlerine baktım ve fotoğraflarıyla veya televizyondaki halleriyle hiçbir alakaları olmadığını anladım. Fotoşop diye bir şey olmasaydı bile bu kadınlar onu icat ederdi!

"Merhabalar, hoş geldiniz." dedi içlerinden biri, Gülçin.

"Hoş geldiniz!" dedi Handan her zamanki yapmacık gülümsemesiyle.

"Hoş bulduk." dedim mesafeli bir tavırla. Efe ise cevap bile vermedi, sadece başını salladı.

"Son elli saniye!" diye seslendi yönetmen.

"Dünyanın en samimiyetsiz, kötü kalpli ve reyting için her şeyi yapabilecek iki sunucusu ile program yapmaya hazır mısın?" diye fısıldadım Efe'ye. Mikrofonlarımız şükürler olsun ki takılmalarına rağmen henüz açılmamıştı. Efe gülümsedi.

"Son yirmi saniye. Mikrofonlarınızı açıyoruz!"

"Son on..."

"Beş..."

"Dört...

"Üç..."

"İki..."

"Bir..."

"Yayındayız!"

İşte o an milyonlarca insanın televizyon ekranlarında olduğumuz andı. Ece'nin beni heyecanla televizyon başında beklediğine emindim, o yüzden yüzüme olabildiğince umutlu, olabildiğince mutlu bir ifade yerleştirmeye çalışıyordum. Bugün yüzüme yerleştireceğim tek yapmacık ifade tamamıyla Ece içindi.

"Çok Konuşulanlar'a hoş geldiniz, ben Gülçin Tandan."

"Ve ben Handan Özcan. Bugün sizler için genç kızların sevgilisi Efe Duran'ı ve yıllarca Yeşil Küpeli Kız ismiyle milyonlarca insan tarafından tanınmış ve bilinmiş Mine Uysal'ı konuk ediyoruz. Bize aşağıdaki hesabımızdan mesaj atarak onlara sorulmasını istediklerinizi sorabilirsiniz."

"Öncelikle hoş geldiniz sevgili Efe ve Mine." diye devam etti Gülçin, "Nasılsınız? Günleriniz nasıl geçiyor? Birlikte görüntülenmek, kameralar önünde bir aşk yaşamak sizi zorluyor mu?"

Bu iki kadından her ne kadar hoşlanmasam ve karşılarında özgüvenli durmak istesem de kameralar önünde olmak beni ister istemez germişti. Efe bunu hissedecek olsa gerek ki söze girdi.

"İyiyiz, teşekkür ederiz. Baş başa günlerimiz çok güzel geçiyor. Aşkımızı kameralar önünde yaşamıyoruz, yaşadığımız tüm gerçek hisler kameranın ardında, baş başayken yaşanıyor." diye açıkladı.

"Peki sen nasılsın Mine? Yeşil Küpeli Kız isminden sonra gerçek isminle biliniyor olmak seni zorladı mı?"

Derin bir nefes aldım, sesimin titreyecek olmasını umursamadan başımı salladım ve gülümsedim. Her şeyden öte Ece izliyordu, beni gergin görmemeliydi.

"Elbette zorlukları var ama zaten onlardan sakladığım tek şey ismim ve fotoğraflarımdı. Onun dışında bana dair her şeyi biliyorlardı. Karakterimi, ruhumu, düşüncelerimi, hislerimi... Ailem gibi olmuşlardı zaten." dedim ve başımı öne eğdim.

Tamam, bu beni birkaç dakika daha idare ederdi.

"Çok güzel. Bu arada sizinle ilgili genel olarak merak edilen birkaç ufak soru var, hızlıca onları soralım mı Handan?"

"Tabi, hemen soruyorum. En sevdiğiniz renk, en sevdiğiniz film, en sevdiğiniz şarkı, en sevdiğiniz yemek... Genel olarak bunları merak ediyorlar. Mine, sen başlamak ister misin?" dedi Handan. Başımı salladım ve heyecanımı üzerimden atarak konsantre olmaya çalıştım.

"En sevdiğim renk..." derken gülümsedim, "Renklerin hepsini severim."

"Ah doğru ya, Rengarenk Acılar oradan geliyor!" diye söze atladı Handan.

"Hayır, onun hikayesi başka ama ben renkler arasında gerçekten ayrım yapamam. Hepsini severim," dedim ve devam ettim, "En sevdiğim film Ruhların Kaçışı, en sevdiğim şarkı Rengarenk Acılar." dedim Efe'ye dönerek. Başı önünde gülümsüyordu, "En sevdiğim yemek ise lazanya."

"Harika, Efe'ciğim sen cevaplamak ister misin?" dedi Gülçin. Efe'ciğim demiş olması fazlasıyla sinir bozucu değil miydi?

"Ben de tek bir renk seçmeyeceğim, Mine ile tüm renkleri sevmeyi öğrendim ben." dedi Efe, "En sevdiğim şarkı Morrissey'in Let Me Kiss You şarkısı. En sevdiğim film Whiplash, en sevdiğim yemek ise sanırım mantar sote."

Efe de sorulan sorulara cevap verdikten sonra aynı anda başımızı kaldırıp sunuculara baktık. Ellerindeki kartlara ve önlerindeki tabletlerine bakarak gelen mesajları ve soruları kontrol ediyorlardı.

"Pekala şöyle bir soru soralım... Gülçin sen sor istersen. Sen merak ediyordun!"

"Ah tabi, evlilik yakın mı? İnanın bunu herkes merak ediyor." dedi gülerek. Tam derin bir nefes almıştım ve konuşmaya başlayacaktım ki Efe söze girdi.

"Yakın," deyiverdi bir anda, ona şok içinde döndüğümde bana göz kırptı.

"Harika haber, eminim ki hayranlarınız şu an çok mutludur. Hayranlarınız demişken, çok fazla seveniniz var ama belli ki çok da fazla sevmeyeniniz var. Sizi bir çift olarak sevmeyen insanların da bulunmasının sebebini neye yoruyorsunuz?" diye sordu Handan.

"Bir önceki ilişkiniz yüzünden olabilir mi?" diye ekledi Gülçin. Derin bir nefes aldım, sanırım şimdi başlıyorduk.

"Herkesin bir sevmeyeni var." diye söze girdi Efe.

"Çok doğru!" diyerek ekledi Gülçin, o sırada Efe konuşmaya devam etti,

"Önemli olan hangi tarafın daha büyük çoğunluk olduğu. Herhangi bir sebebi olmak zorunda değil. Sizin de çok sevmeyeniniz var, bunun bir sebebi olduğunu düşünüyor musunuz?" Efe'nin cevabına bozulsalar da işleri gereği yapmacık birer kahkaha attılar ve konuşmaya devam ettiler.

"Doğru! Bazı insanlar bazı insanlardan sebepsiz yere nefret ediyor." dedi Handan. Bu ikisinden nefret eden insanların birçok sebebi vardı aslında ama bunu o an orada söyleyemezdim.

"Peki sizin birbirinizde aşkı bulma sebebiniz neydi?" diye sordu Gülçin, Sana soralım Efe, Mine'yi bu kadar sevme sebebin nedir sence?"

Bu kadınların aşktan da sevgiden de anladıkları yoktu. Aşkın sebebi ne olabilirdi ki?

"Hayatında bir kez bile olsun aşkı tatmış herkes bilir ki aşkın sebebi yoktur aslında..." diye söze girdi Efe, "Aşk bir anda olur, hatta bir anda oluverir. Sevgi ise belki bir sebebe dayanabilir, eğer bunun için bir sebep bulmam gerekirse Mine için sayacaklarıma program süreniz bile yetmez. Sadece şunu söyleyebilirim, hayatımda gördüğüm en güçlü, en temiz ve en masum kalmış tek ruh onunki. Onu sevmek için bir sebep arasaydım bunu bulurdum." Efe'nin bakışları bana döndüğünde titreyen başımı kaldırıp ona baktım. Ona öylece baktığım sırada aramızdaki o naif enerjiyi Gülçin'in sesi böldü.

"Peki Mine, aynı soruyu sana da soralım. Ne dersin?"

"Efe'nin dediği gibi, aşk sebebe ihtiyaç duymaz. Yine de bir sebep arasaydım Efe sayabileceğim her sebebe sahip. Kaan Murat Yanık'ın çok sevdiğim bir sözü var, 'Bazı ruhlar evvelden aşinadır birbirine,'. Onu gördüğüm an hissettiğim ilk duygu ruhumun ruhuna ne kadar benzediği, ne kadar aşina olduğuydu. Belki de en büyük sebep onun ruhunda kendi ruhumun yansımasını görmem olurdu. Eğer bir sebebe ihtiyaç duysaydım tabi."

Gülümseyerek başımı sunuculara çevirdiğim sırada aslında ikisi de olaydan bir anlığına kopmuşlardı, kulaklıklarından gelen sesle birbirlerine döndüler. Birbirlerine kaşlarını çatarak baktıkları sırada başımı çevirip Bora'ya baktım. Gayet mutlu bir halde bizi izliyordu.

"Şu an aldığımız bir haberle ikimiz de oldukça şaşkınız aslında. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Söylemeli miyiz? Sen mi söylersin ben mi? Nasıl söylenir ki..." dedi Gülçin Handan'a dönerek.

Tam onlara bakıyordum ki bir kez daha soran gözlerle Bora'ya döndüm. Bu sefer Efe de benimle birlikte Bora'ya bakıyordu. Bora ise anlam vermeye çalışarak yönetmene ne olduğunu soruyordu. Ruhsal bir kaosun tam ortasında ne olduğunu anlamaya çalışarak oradan oraya dönüp durarak geçirdiğim zaman yalnızca birkaç saniyeydi. Oysa günün birinde hatırladığımda bana yıllar gibi gelecekti.

Bu ana defalarca dönecek, kendimi bu anın içinden defalarca silecektim. Karşımda gördüğüm bu iki kadını bana bu anı burada, bu şekilde yaşattıkları için hiç affetmeyeceğim gibi kendimi bu anın içinden asla silemeyecektim.

"Sevgili Mine, kız kardeşini kaybettiğinin haberini aldık. Yayını kesmek z-..."

Sunucularından birinin ağzından dökülen kelimeler birbirine karışırken anlam vermeye çalışarak geçirdiğim bir sonraki birkaç saniye ise hayatım boyunca geçirdiğim en uzun süreydi. Orada oturmuş öylece onlara bakıyordum, sanki hiçbir şey söylememişler gibi, sanki son birkaç saniye hayatımdan silinmiş gibi.

"Böyle bir şeyi canlı yayında nasıl söylersiniz!" diye bağırırken sakinleştirilmeye çalışılan Bora'nın sesleri kulaklarımı doldururken orada öylece oturmaya devam ediyordum.

Hayatımda ilk defa iç sesim tamamen susmuştu. Hayatımda ilk defa içimden bir ses hiçbir şey demiyordu. Hayatımda ilk defa hiçbir hissimin hiçbir duygumun olmadığı bir an yaşıyordum. Zamanı durdurmayı öğrenmiştim sanki. Ne kendi benliğimin farkındaydım ne etrafımda olup bitenlerin.

Sonra gözlerim önümde diz çöktüğünü yeni fark ettiğim Efe'yi fark etti. Kıpkırmızı yüzünü gördüm, titreyen ellerinin dizlerimi tutuşuna şahit oldum. Onda kendimi gördüm ve o an dünyaya geri döndüm.

"Mine, beni duyuyor musun! Beni duyuyor musun bebeğim? Mine, lütfen..." diye yalvarıyordu Efe'nin titreyen sesi. Gözlerinden akmayı bekleyen yaşlar bana olayın gerçekliğini hatırlatıyordu.

"Kesin şu siktiğimin yayınını!" diye bağırdığını duydum Efe'nin yönetmene dönüp.

"Sizi dava edeceğiz, sizi öyle bir dava edeceğiz ki hayatınız boyunca unutamayacağınız kadar yargılanacaksınız!" Bora'nın yönetmenle kavga ettiğini gören gözlerim hiçbir şeye anlam veremiyordu.

"Mine, beni duyuyor musun! Bana bak, ben buradayım, yanındayım!" Efe'nin yalvaran sesindeki hüzün her şeyi giderek daha da gerçek kılarken içimde yana yakıla sorulan sorular vardı.

Nasıl, neden, ne oldu bir anda?

Gerçeklik ve zihin arasında gidip geliyordum, önümde gördüğüm her şey karmaşadan ibaretti. Etrafım beni sakinleştirmek isteyen insanlarla dolmuştu, Efe dizlerimin önünde bana yalvarıyordu, Bora hala kavga ediyordu, benim kafamın içinde ise aynı sorular tekrarlanmaya devam ediyordu.

Nasıl, neden, ne oldu bir anda?

O an iç sesim bana katıldı. Yıllar önceki o gece söylediği gibi, "Gözlerini kapat." dedi bana.

Gözlerini kapat Mine. Buradan başka türlü bir çıkış yok.

Gözlerini kapat...

Ellerimi, bacaklarımı, ayaklarımı ve hatta kalbimi hissedemediğimi fark ettiğim an oturduğum yerden kalkmaya çalıştığımı fark ettim. Neyi neden yaptığımı bilmiyordum, olup biten hiçbir şeyin farkında değildim, ne olduğunu ve neden olduğunu sorgulayamıyordum. Neredeydim, niye buradaydım, bunlar niye burada oluyordu bilmiyordum. Tek hatırladığım ayağa kalkamadığım ve Efe'nin kollarının arasında yığılıp kaldığımdı.

O gece o yolda yaptığım gibi yine onu dinlemiştim, iç sesimi. Ruhumun sesini.

Gözlerini kapat demişti, kapatmıştım.

Tek dileğim bir daha açmamaktı.

Kendime gerçekliğini itiraf edemediğim o durumla yüzleşmemek için yok olmayı diliyordum. Niye oldu, bir anda nasıl oldu, bunu neden burada öğrendim gibi binlerce soru kafamın içinde dönüp dururken bildiğim tek bir şey vardı, bunların her biri gereksiz sorulardı. O an için hiçbir şeyin farkında değildim ama olan olmuştu, bu hayat bana en çok kaybetmeyi öğretmişti.

İşte şimdi uğruna mutlu olduğum her şey anlamsız kalmıştı, umutlarım sahipsiz kalmıştı. Evrenden eksilen o iki adımın oluşturduğu boşluğun tamamı içimdeydi. İçim boştu ve biliyordum ki ne acının bir sonu vardı ne de bu boşluğun.

Artık o acıların hiçbiri rengarenk değil, bugün hepsi siyaha boyandı. 



Tekrar merhaba. Ne desem bilemiyorum, Ece sanki gitmek için gelmiş gibiydi. Gelip Mine'yi iyileştirmek ve gitmek için girmişti hayatlarına sanki... Mine'ye çiçek dürbününü verdiği sahnede birçoğunuz böyle bir sonu tahmin etmişti zaten. Mine'yi acılarıyla tanıdık, mucizevi ve masalsı şeyler ondan uzaktı, öyle de olmaya devam etti. Bazen hayatın mucizevi bir şekilde güzelleşmesini, değişmesini bekleriz, belki değişir de. Sonra belki tekrar acı çekeriz, belki tekrar güleriz, tekrar ağlarız... Hayat budur çünkü. Asla salt bir mutluluk, asla kesin bir dönüş noktası yoktur. Bir yere kadar her şey kötü gittiği için bir noktada güzelleştiğinde "tamam artık her şey güzel gidecek" diyemeyiz, bu kendimize yapacağımız en büyük haksızlıktır bence. İçimizde de dünyada da her şey dengesiz ilerler, hayatın kanunu bu. Mine içten içe bunun bilincindeydi hep, o hep düşe kalka ilerlemişti, kendi içinde bile her şey dengesizdi. Tüm acıları sona erdiğinde bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu onun için, içinde hep var olan hüznün sebebi de buydu. 

İşte bu yüzden Mine ve Efe benim için gerçekten çok farklı, çok gerçek geliyorlar bana çünkü. Belki yaşadıkları aşk gerçek dışı geliyor olabilir ama onlarınki çok da büyük bir aşk, aşk zaten gerçek dışı yaşanır bence... Ece ise bir çocuk olmasına rağmen çok bilge bir çocuktu, sanki gerçekten de "gitmeden bir ablama da uğrayayım" diyerek girdi Mine'nin hayatına, ona iyi geldi, onun yanında oldu ve sonra da gitti... 

Bunları yazarken ağlıyorum şu an, çünkü ben aslında yazdığım karakterlerime bile kıyamayan bir karaktere sahibim, bu zamana kadar sevdiğim hiçbir karakterimin öldüğünü yazmadım çünkü yazamadım. Belki bana kızacaksınız ama inanın ben de çok üzülerek yazdım ama bu da hayatın bir parçası, bazıları kalırken bazıları gitmek zorundadır... Bazıları hayatımıza sadece bir şeyleri değiştirmek için, ruhumuza dokunmak için gelir ve gider. 

Çok duygusalım, daha fazla yazamayacağım sanırım, artık sadece yorumlarınızı okumaya geçmek istiyorum. Yarın akşam aynı saate görüşmek üzere. Sizi çok seviyorum... 

-Beyza (Öylesine Biri) 

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 58.8K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
2.3M 141K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
262K 17K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
146K 6.3K 23
~Yeşim Deniz ~ Kendisi hayatını yaşıyor sanarken daha gerçek hayattı ile bile tanışmaması gerçeği fakat hayatı olan adam Alaz Karadağ onu 7 yıldır ta...