YABANCI

By oz_yildirim

133M 2.7M 1.4M

O insanın tenini ürpertecek kadar güzel. Tenine işleyen karanlığa rağmen. O ölümcül derecede soğukkanlı. Çim... More

YABANCI
1. BÖLÜM: "KATİL"
2. BÖLÜM: "SOĞUK"
3. BÖLÜM: "ATEŞ"
4. BÖLÜM: "ANLAŞMA"
5. BÖLÜM: "BAŞLANGIÇ"
6. BÖLÜM: "SABIR"
7. BÖLÜM: "KOLEJ"
8. BÖLÜM: "YALANLAR"
9. BÖLÜM: "RÜYA"
10. BÖLÜM: "ŞAHMERAN"
11. BÖLÜM: "BAHİS"
12. BÖLÜM: "KUKLA"
13. BÖLÜM: "SARHOŞ"
14. BÖLÜM: "KORKULAR"
15. BÖLÜM: "YARIŞ"
16. BÖLÜM: "FİLM GECESİ"
17. BÖLÜM: "DİLEK"
18. BÖLÜM: "ÇIPLAK"
19. BÖLÜM: "HAYAL KIRIKLIĞI"
20. BÖLÜM: "KELEPÇE"
21. BÖLÜM: "BELA"
22. BÖLÜM: "SEÇİM"
23. BÖLÜM: "ÇELİŞKİ"
24. BÖLÜM: "BELİRSİZLİK"
25. BÖLÜM: "SINIRLAR"
26. BÖLÜM: "AVCI"
27. BÖLÜM: "BARİYERLER"
Öznur Yıldırım'dan Not
28. BÖLÜM: "AV"
29. BÖLÜM: "BOMBOŞ"
30. BÖLÜM: "VEDALAR"
31. BÖLÜM: "ARAF"
32. BÖLÜM: "TESLİMİYET
33. BÖLÜM: "KARANLIK"
34. BÖLÜM: "DUVARLAR"
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 1)
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 2)
36. BÖLÜM: "KABUS"
37. BÖLÜM: "ŞÜPHE"
38. BÖLÜM: "SİLAH"
39. BÖLÜM: "KRİZ"
40. BÖLÜM: "UZLAŞMA"
41. BÖLÜM: "YILBAŞI"
42. BÖLÜM: "ÇARESİZLİK"
43. BÖLÜM: "GERÇEK"
Öznur Yıldırım'dan
44. BÖLÜM: "İZLER"
45. BÖLÜM: "UMUT"
Yazar Notu;
Ön Bölüm (46)
46. BÖLÜM: "EV"
DUYURU
KİTAP DUYURUSU - MORBİDEZZA
-
47. BÖLÜM: "KAFES"
YABANCI, İkinci Kitap (Alıntı)
EDİZ ÇAĞIRAN, 8 KASIM 2016
1. KARANLIK (EDİZ ÇAĞIRAN)
KAOS
LAPLACE'IN ŞEYTANI
48. BÖLÜM: "EN KARANLIK GECE"
49. BÖLÜM: "BEDEL"
51. BÖLÜM: "ÖLÜMÜN KIZIL GÖLGESİ"
52. BÖLÜM: "EDİZ ÇAĞIRAN"
53. BÖLÜM: "ŞAHMERAN'IN GÖZYAŞLARI"
54. BÖLÜM: "BABALARIN GÜNAHLARI"
55. BÖLÜM: "ÖLÜMLE YAŞAMIN DANSI"
56. BÖLÜM: "ZAMANSIZ ÖLÜMLER"
WATTPAD'İN KARA MÜZESİ

50. BÖLÜM: "KUYU TOPRAĞI"

165K 8.7K 38.2K
By oz_yildirim

08.02.2021

Empyrean, Micheal FK

İyi okumalar!


                                           
03.41

Sessizliğin tahtına oturduğu saatti.

O tahtın hemen yanında duruyor, yakalanıp geçmişe teslim edilen anılara bakıyordum. Yıkımın bittiği yerde, değişimin başladığı anın içindeydim. Kararlı, bir o kadar da sakindim. Aynı gecenin ardında beni bekleyen sabahlar değişmişti. Korkmadığımı söyleyemezdim ama korkuyla savaştığımı söyleyebilirdim. Bu savaşınsa bir kuralı yoktu; yeri geldiğinde kazanmak için kaybetmek bile gerekiyordu.

Karşı şeritten gelen aracın ışığı yüzüme çarpıp arabanın içini aydınlattığında katlayıp dizime yasladığım kâğıdın üzerinde kalemi gezdirmeye devam ettim.

Kalem darbeleri çoğalıyor, çizgiler artıyor, parmak uçlarımla dağıttığım gölgeler yerini alıyordu ve ortaya tek bir resim çıkıyordu; tıpkı geride kalan onca yılın sadece bir gerçeği göstermek için bir araya gelmesi gibi. Zihnim, içini kâğıda dökmeme rağmen hâlâ doluydu. Resme can veren parmaklarım, başımdaki ağrıyı yok etmek için şakaklarıma dokunduğunda geride bıraktığım yılların bir araya gelerek gösterdiği gerçeğe bakıyordum: İnsan kendini, kendini hapsettiği o küçük yerde kaybediyordu. Ruh hiç bilmediği geleceğin içinde yolunu bulurken belki de her anını anımsadığı geçmişin içinde kayboluyordu.

Aydınlığın ve karanlığın gökyüzünde birbirine karıştığı bir vakit, Ediz Çağıran'ın yanındaydım.

Kolumu sıkıca kavrayan parmakları adımlarımı yönlendirmeden hemen önce dağ evine bakmıştım; ahşaptan yapılan ev sessizliği ağırlıyor, rüzgârın uğultusu etrafında dolanıyordu. O an, o evde beni bekleyen geleceği görememiş ama varlığını hissetmiştim. Ölümün geldiğini görmüş ama kapıyı çalmadan gideceğini fark etmemiştim.

Tutsak edildiğimi düşünmüş ama özgür bırakıldığımı görmemiştim.

Geçmiş etrafımı kuşatmıştı. Sımsıkı tuttuğum anahtarla arabaya doğru ilerleyişimi, arabanın yanında durduğumda tedirgin gözlerle onun peşimden gelip gelmediğini kontrol etmek için dağ evine bakışımı, ardından arabanın kapısını açarak içine girişimi izledim.

Kader bütün hayatı etkilerken kaderi etkileyen hayatın küçük bir parçası olabiliyordu. Tıpkı o arabada bulduğum fotoğrafın yürüyeceğim bütün yolları değiştirmesi, hayatımın yeni bir haritasını çıkarması gibi.

Parmak uçlarım çizdiğim resmin üzerinde dolanırken gözlerimi kapattım ve başımı arkaya doğru arabanın koltuğuna yasladım.

Aynı anda hem merhameti hem acımasızlığı hissettin mi? İntikam alma arzunun soluklandığı yer bağışlama dürtüsünden inşa edilen yer oldu mu? Hiç gökyüzünde gece ve gündüzü aynı anda gördün mü?

Merhameti hissettiğimde bir çocuktum, acımasızlığı hissettiğimdeyse merhamet hâlâ benimleydi. Merhametin bir koruyucu olduğunu anladığımda bir küvetin içinde öylece belli bir noktaya bakıyordum, hayatım mahvedilmişti ve elim intikama uzandığında onu tutmak yerine itmiştim. Kimse görmüyor muydu? Merhamet sahibini korumuyor, paramparça etseler dahi onları sahibinden koruyordu.

Elim önümdeki kâğıdın üzerinde kubbe şeklini almaya ve üzerinde onun resmini taşıyan kâğıt parmaklarımın arasında yavaşça kırışmaya başladı.

Soğuğun kokusunu hatırlıyordum. Aydınlığın ve karanlığın gökyüzünde birbirine karıştığı bir başka vakitti, Ediz peşimdeydi. Koşmuyor, ateşler içinde bir ağacın kenarında oturuyordum.

Parmaklarım kapandı, elimde sıkışan kâğıt avucumdan taşıyordu.

"Ben seninle ne yapacağım?"

Neredeyse o gün tenime dokunan rüzgârı arabanın içinde hissedecektim, sesi kulaklarımdaydı. Ediz Çağıran'ın kendisiyle olan savaşı bütün bu yalanların içindeki tek gerçek miydi? Benim için savaşan tek insan beni öldürmek isteyen bir kalbin içine mi gizlenmişti?

Yavaşça yutkundum ve kâğıdı sıkıca kavrayan parmaklarım gevşemeye başladı. Elim tamamen açıldığında üzerine yayılan uzun parmaklarım kâğıdı eski haline getirmişti. Elimi çekerek resme baktığımda gözlerini gördüm; keskin gözlerini saran kirpikleri seyrek ama uzundu. Gözlerindeki insanı rahatsız edebilecek kadar güçlü olan o ifadeyi resmedebilecek kadar ezberlemiştim. Ruhumu görebiliyormuş gibi bakıyordu.

"Ölmeni istemiyorum."

Geçmiş bana kendini göstermeye, sesini duyurmaya çalışıyordu.

Gözlerimi açarak arabanın önünde telefonla konuşan Ediz'e baktım. Esen rüzgâr beyaz gömleğin yakalarından içeri girip dağınık saçlarının arasında dolanıyordu. Kaşları çatıktı ve gerginliği, önüne konulan ve yaklaşılmaması için uyaran bir tabela gibiydi. Dalgın gözlerle onu izledim.

Haberi duyduktan sonra o sokaktan ayrılmadan önce Ediz'e duyacaklarımın verdiği korkuyla ve kırık bir umutla baktığımı hatırlıyorum, anlam veremeyen gözlerle yüzümü incelemişti. Neredeyse can çekişerek ama çenemi de dik tutmayı başararak, "Bunu sen yapmadın değil mi?" diye sormuştum.

Gözlerinde yanan bir ateşle daha önce söylediği cümleyi tekrarlayarak "Seni ateşe atmam," dedi ama kırgınlığın getirdiği çaresiz bir öfkeyle, "Öyle mi?" diye sordum. "Oysa daha yeni senin yaktığın bir ateşten çıktım Ediz."

Ediz gözlerini gözlerimden çekmeyerek, "Bunu yapmayacağımı sen de biliyorsun," dedi.

"Umay," dedim ona aldırmadan. "Onunla konuştun. Onunla ne konuştun?"

"Doğa panik atak geçiriyorsun." Babamın hamlesi onu da sarsmıştı, bunu görebiliyordum ama daha çok dağılıp parçalarıma ayrılmamdan korkuyor gibiydi. "Bak bana." Başımı iki yana sallayarak başka bir yöne baktım. "Bak bana." Çenemi parmaklarının ucuyla yakaladı ve yüzümü yüzüne hizalayıp gözlerimin içine baktı. "Sana böyle bir kötülük yapmam."

"Umay'a numaranı verdin." Zihnim o kadar hızlı çalışıyordu ki bu sadece o hızlı düşüncelerin arasından yakaladığım ihtimallerden biriydi. "Neden ona numaranı verdin? Babama o mu söyledi?"

"Hayır." Hem kendini hem de beni sakin tutmaya çalıştığını görebiliyordum. "Herhangi bir durumda araması ve iş birliği yapması için Kutay'ın numarasını verdim. Seni koruyabilecek, arkanda durabilecek insanları bir araya getiriyordum."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırptım. "Ama..."

"Bana bir zamanlar onu sevip sevmediğimi sordu." Sanki gözlerimin içine ruhunu görebileyim diye bakıyordu, yalan söylemediğini dile getirmektense benim görmemi istiyordu. "Söylemedi ama bu konuyu sonsuza kadar kapatmak için bazı soruların cevaplarına ihtiyacı vardı, ben de ona ihtiyacı olan cevapları verdim."

"Sen ne dedin?" diye sordum gözlerimi gözlerinden ayırmadan.

"Onu hiç sevmedim." Sanki söyleyeceklerinin devamı varmış gibi baktı ama sustu. Ardından gözlerini kapatarak başını başka yöne çevirdi ve ağzının içinde, "Sikeyim," diyerek küfür etti.

"İkimizi sorguladı mı?" diye sormam üzerine gözlerini açıp bakışlarını yüzüme çevirdi.

"İkimiz?" Kaşlarını kaldırdı. "Sorgulanması gereken bir durum mu var?"

Bu durumun kendi içimde de ikimiz arasında da hatta belki onun içinde bile bir savaşa dönüştüğünü fark ettim.

"Yok mu?" diye sordum.

Gözlerimin içine baktı ve yavaşça, "Var," dedi.

"Sorguladı değil mi?" diye sordum ve uzun uzun gözlerimin içine bakıp, "Bunları değil, seni kurtarmak için ne yapmamız gerektiğini konuşmamız gerekiyor," dedi. "Arabaya bin, buradan gitmek zorundayız."

Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp sokağın sonuna dalgın gözlerle bakarak düşündüm, ardından meydan okuyan bakışlarımı tekrar Ediz'in gözlerine çevirdim. Yanından geçmeden önce, "Gerçeklere bakmaya başlamam onlardan hala korkmadığım anlamına gelmediğini söylemiştin," dedim. "Peki sen Ediz? Sen hiç korkmadığını söyleyebilir misin?"

Derin bir sessizlikle geçen kısa bir araba yolculuğunun ardından buraya, çalışanlardan başka kimsenin olmadığı bir benzinliğe gelmiştik ve Ediz arabayı bir köşeye çekerek dörtlüleri yakmıştı. Yanıp sönen göstergenin ışığı yüzüne vuruyor, yeşil gözleri karanlıkta simsiyah görünüyordu.

"Arabada bekle."

Söylediği tek cümle bu olmuştu ve kapısını açmasıyla beraber gece arabanın içine dolmuş gibi hissetmiştim. Sessizce arabanın önünden geçişini ve benzin istasyonunun marketine doğru ilerleyişini izledim. Bu bir benzin istasyonunda bile durabileceğimiz son gecemizdi, günün ilk ışıklarıyla beraber haberleri takip eden herkes Ediz Çağıran ve Doğa Güngör ismini duyacaktı. Aranan iki suçluyduk, fotoğraflarımız her yerde olacaktı.

Başımı çevirip arabanın camından benzin istasyonunun kamerasına baktığımda akşam haberlerinde kamera kaydının da olacağını biliyordum. Gözlerimi korkusuzca kameraya diktim, babam bu görüntüleri izleyecekti ve derdim onun gözlerinin içine bakmaktı.

Ediz'in ne yaptığını bilmiyordum ama güvende görünüyordu, bu yüzden gece kulübündeki genç kızın çantasından bulduğum defteri ve kalemi çıkararak defterden bir sayfa kopardım. Defteri arka koltuğa atarak sayfayı katladım ve dizime yaslayarak kalemi kâğıdın üzerinde dengeledim.

O sırada Ediz gelmişti ve elinde bir telefon olduğunu fark etmiştim ama kendi dünyama çekilmeye ve ne yapacağımı düşünmeye ihtiyacım vardı. Kalemin ucu kâğıdın tenine dokunurken Ediz Çağıran'ı çizeceğimi bilmeyerek ilk çizgiyi atmıştım.

Şimdi biten resme bakarken yüzünün her zerresini nasıl da ezbere bildiğimi şaşkınlıkla fark ettim, oraya yerleşen ifadeleri bile tanıyordum. Kâğıdın üzerindeki adam beni kaçıran adamdı, dağ evindeydik ve gözlerimin içine bakıyordu. Sanki o zaman bile biliyordum, ruhum biliyordu, onu tanıyordu. Sanki uzun zamandır onu bekliyordum, belki de uzun zamandır onu arıyordum ve o gün dağ evinde karşımda duruyordu.

Parmaklarımın ucunu bir kez daha kâğıdın üzerinde gezdirdim.

Tekrar Ediz'e baktığımda bu sefer camın ardından bana baktığını gördüm ama onun hissettiği gerginliğin aksine oldukça sakindim. Yaşananların bir sis bulutu gibi zihnime çöktüğü bir gerçekti ama bu sefer yolumu kaybetmeyecektim.

Resmi koltuğun kenarına koyup yavaşça kapıyı açarak dışarı çıktığımda soğuk etrafımı sardı ve bir elim kapının üzerinde ona baktım. Belki de bu sakinliğimin sebebi onun burada, yanımda olmasıydı.

Bir gülümsemeyle, "Telefonu nasıl bulduğunu sormalı mıyım?" diye sordum ve arabanın kapısını kapattım.

Gözleri dudağımdaki gülümsemeye kaydı.

"Osman Güngör'ün neye dayanarak böyle bir iddiada bulunduğunu araştırıyorum," dedi ciddi bir sesle. "Elinde kanıt olması gerekiyor, yoksa bunu ispatlayamaz."

Ediz'i üzerinde cüppesiyle bir mahkeme salonunda düşündüm, bu kaybedilmiş bir hayattan bir parçaydı. Bunu bilmekse can yakıyordu.

Ona doğru yavaşça ilerledim ve "Bunu kanıtlaması zor değil," dedim. "Bunun sen de farkındasın."

"Sana her şeyi zorla yaptırmış olabilirim, kendi rızanla yaptığın apaçık olanları bile." Bakışları sertleşmişti. "Bu iddianın altını hiçbir fotoğrafla, hiçbir kamera kaydıyla dolduramaz çünkü başlangıçta seni kaçırdığım bütün kanıtlarıyla ortada, kendisi bile basın önünde bunun açıklamasını yaptı. Sergilediğin her davranışı ölüm tehdidiyle, psikolojik bir baskıyla hatta kaçırılmanın ve sana yaptıklarımın sebep olduğu bir travmayla yapmış olabilirsin."

Sakinliğinin altındaki kontrolsüzlüğü görebiliyordum ve içinde sürekli kendisiyle konuştuğunu, kendisini sakinleştirdiğini hissettim.

"Babam bunu..."

Ters bir sesle, "Şu siktiğimin herifine baba deme," dedi. "Seni o kadar çok hak etmiyorlar ki işler bu kadar karışmasa seni Güngör soyadından bile kurtarırdım."

Kafam karışmıştı. "Anlamadım?"

"Soyadımı sana vermem bir imzana bakar," dedi.

Gözlerim irileşirken dudaklarım hafifçe aralandı ve şaşkınlıkla ona baktım. Dalga geçmeyecek kadar ciddi ve öfkeliydi.

Daha ağzımı açıp tek kelime edememişken, "Bir gün o kâğıda imza atar mısın?" diye sordu. "Bu evliliğe karşı herhangi bir yükümlülüğün, bağlılığın olmayacak."

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"Evet," dedi gözlerimin içine bakarak. "Zamanı gelince de bütün mal varlığım sana kalacak."

Konuşmak için ağzımı açtım, sonra kapattım. Bu söylediğinin ne anlama geldiğini, ölümden bahsettiğini biliyordum.

Ağzını aramak için muzip bir tavırla, "Yaşlanınca zengin olacağım desene," dedim ama o sanki o kadar beklememe gerek yokmuş, ölüm hemen ensesindeymiş gibi bana baktı. Yüzümdeki muziplik kaybolurken kalbim acı ve korkuyla doldu, o kadar yoğun bir acıydı ki kalbime nasıl sığdırabildiğimi merak ettim.

Acının ve korkunun getirdiği bir soğuklukla, "İstemiyorum senden hiçbir şey," dedim. Ben seni istiyorum.

"Doğa..."

"Karşıma geçip bana öleceğini ima edemezsin," dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan. "Bunu yapamazsın." Konuşacaktı ama izin vermedim. "Kendini düşünmüyorsan bari beni düşün." Kalbimdeki ateşin yansımasını gözlerimde hissediyordum. "Sen benim arkadaşım oldun, sırdaşım oldun. Sen..."

Sustum.

"Yapma Doğa."

"Ardı boş, hiç açılmayacak bir kapıyı çalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorsun," dedim. "Bile bile bana da bunu yaşatamazsın."

Gözlerini kapatarak, "Sikeyim kendimi," diye mırıldandı, bir süre içindeki savaşla beraber öylece karşımda durdu. Ardından gözlerini açarak gözlerimin içine bakmasıyla göz bebekleri şaşkınlıkla irileşti. "Ağlıyor musun?"

"Hayır," dedim çatlayan bir sesle.

"Yapma Doğa," diye tekrarladı. "Ağlamana dayanamadığımı biliyorsun."

Yanağımdaki yaşları silip öfkeyle başka bir yöne bakarak, "Ağlamıyorum," dedim. Kendimi sıkarak içimdeki sarsıntıyı kontrol altına almaya çalıştım, artık her yıkımın altından kalkabileceğimi biliyordum ama bu başkaydı. Soğuk havayı içime çekerek sakinleşmeye çalıştım.

Bakışlarım tekrar gözlerini buldu ve yeşil gözlerine uzun uzun baktım. Direnmiştim, ona da kendime de gerçeklere de direnmiştim. Direndiklerim çoğalmış, boyumu aşmış ve beni boğmaya başlamıştı. İpleri bırakmanın, teslim olmanın zamanı gelmiş gibi hissediyordum; bazen kazanmak için kaybetmek gerekirdi.

"Sahip olduklarını istemiyorum," dedim. "Ben seni istiyorum."

Sanki duymaktan korktuğu ama bir o kadar da duymak istediği bir gerçeği ona söylemişim gibi gözlerini kapattı ve acı çektiğini gördüm. Kaşları çatıldı ve burun delikleri daha fazla havaya ihtiyacı varmış gibi açıldı. Çekinmeden ona yaklaşarak önünde durdum, birbirimize dokunmuyorduk ama aramızda neredeyse hiç mesafe yoktu.

"Ediz."

Yeşil gözleri yavaşça aralandı ve karmakarışık duygularla bana baktı, o duyguların arasında acıyı da gördüm. Gözlerinin beyazında kırmızı damarlar vardı, bakışlarında ruhunun ne kadar yorgun olduğunu gördüm.

"Sana kırgınım," dedim. "Sana kızgınım. Seni nasıl affedeceğimi bile bilmiyorum. Ne yapacağımı bile bilmiyorum. Belki yeri gelecek seninle savaşacağım, belki yeri gelecek senden saklanacağım ama sonu hep burada, senin yanında bitecek. Bunu bildiğini biliyorum çünkü savaşan, saklanan hep sendin ama bak, yanımdasın."

Hafifçe kaşlarını çatarak, "Çok bilmiş seni," dedi. "O küçük çenen açıldı."

"Ne kadar yorgun olduğunu biliyorum," dedim ona aldırmadan. "Buna aldırmadığını da biliyorum ama bırak babamın bana yaptıklarına ben karşılık vereyim."

Bakışları ciddileşti. "Sen bu işe karışmayacaksın."

"Çoktan karıştım," dedim. "Aranızda nasıl bir konuşma geçti bilmiyorum ama babam beni kurtların önüne attı, hem de bunu tüm bu yaşananlarda benden sağlayabileceği bir çıkarı olmamasına rağmen yaptı. Bu demek oluyor ki hamlesini bana değil, sana yaptı. Ben sadece babamın sana karşı oynayacağı bir karttım. Eğer bir mahkemede yargılandığım takdirde iyi bir savunmayla kurtulabileceğimin farkındaysan babam da farkındadır, bu demek oluyor ki sadece korkmamı istiyor. Bir anlaşma yaptınız, bu anlaşmaya bağlı kaldığın takdirde babam benim senin yanında durmamı kabul etti ve sen bu anlaşmayı bozdun. Şimdi de babam beni senden geri almak istiyor. Böyle bir anlaşmada birçok talepte bulunabilirdin ama sen beni istedin, babamın bunu sorguladığına eminim." Konuşacaktı ama onu durdurdum. "İzin ver bitireyim. Madem bu ikinizin arasındaki bir oyun ve ben bir kartım, babamın bu kartın onun elinde olmadığını görmesi gerekiyor."

Şüpheyle "Aklından ne geçiyor?" diye sordu.

"Bir başkaldırı," dedim. "Polis arabası ya da demir parmaklıklar yok ama kameralar var."

Ediz başını çevirerek benzin istasyonunun kameralarına baktı ve bakışları tekrar yüzümü bulduğunda gözlerinde soru işaretleri vardı.

"Bak sen," dedi kaşlarını kaldırarak. "Benim küçük kızım büyüyor."

Başımı yana yatırarak "Neden onun elindeki bir kart olmadığımı göstermiyorsun?" diye sordum.

Dudağının kenarı alaycı bir tavırla kıvrıldı. "Sen neden göstermiyorsun?"

Bakışlarım dudaklarına, ardından gözlerine kaydı. Muzip bir ifadeyle bana bakıyordu ama derinlerde yanan ateşi görüyordum. Asırlar gibi gelen saniyeler boyunca gözlerini izledim; kanımın akışı hızlanmaya, kalbim göğüs kafesimin içinde kendi belli ederek çarpmaya başlamıştı.

Bir elimi gövdesine götürdüm ve gömleğini tutarak dudaklarımı yavaşça dudaklarına yaklaştırmaya başladım. Koluyla belimi sararken derinlerdeki o ateş yükseldi, bakışlarına yayıldı ve alaycı ifadesi kayboldu.

Dudaklarım dudaklarına dokunmak üzereyken durdum ve gözlerimi kapatarak yüzüme çarpan nefesini, bıraktığı hissi ezberledim. Elim gömleğini daha sıkı kavradı ve dudaklarım dudaklarıyla birleşti, vücudum ona yaslandı.

Kolu belimi daha sıkı kavrarken arkasındaki arabaya yaslandı ve dudakları aralandı. Diğer eli yüzüme gittiğinde parmaklarının saçlarımın arasına geçirdi ve boynunu yukarı kaldırdı. Alt dudağımı dudaklarının arasında aldığında gömleğini kavrayan elim yavaşça gövdesinden yukarı tırmandı, ilk önce boynuna, oradan da yüzüne ulaştı. Yeni çıkmaya başlayan sakalları tenime battı. 

Ruhum onun ruhuna karışmak istiyordu, ona ne kadar dokunursam dokunayım yetmiyordu. Her zerremiz birbirine dokunsa bile yine yetmeyecekmiş gibi hissediyordum, Ediz Çağıran hep daha fazlasıydı. 

Nefes nefese dudaklarımı bıraktığında, "Siktir," diye fısıldadı. Dudaklarını yine de dudaklarımdan uzaklaştırmamıştı ve hızlanan nefeslerimiz birbirine karışıyordu.

"Kontrol testinde miyim?" diye sordu dikkatini dağıtmak ister gibi. "Hala seni arabaya bindirip kimsenin görmediği bir yere çekmedim."

Saçlarımdaki elini yavaşça çekti ve yüzünü yüzümden uzaklaştırdı.

"Seni istemediğimi mi düşünüyorsun?" dediğimde tehlikeli sularda yüzdüğümü biliyordum. "Neden duruyorsun?"

Alaycı bir sesle, "İstersen arabayı kimsenin görmediği bir yere çekebilirim," dedi.

Bakışlarımı kaçırdım. Önümde sadece bir adım vardı ve o adımı neden atmadığımı bilmiyordum, belki de hissettiklerimin yoğunluğundan korkuyordum. Çenemi parmaklarının ucuyla tutarak bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdiğinde, "Kaçma," dedi.

Gözlerine baktım, ardından bakışlarım tekrar dudaklarına, oradan da boynuna indi ve yanaklarımın kızardığını, nabzımın kontrolden çıktığını hissettim. Sanki ruhum onun bedenine girmek istiyor gibi ona çekiliyordum; ellerim, dudaklarım, tenim, gözlerim, vücudum, her zerrem onu istiyordu ve bu o kadar yoğundu ki başımın döndüğünü hissettim.

Büyülenmiş gibi beni izlerken, "İşte böyle," dedi. "Kaçma."

"Bana ne yaptın?" diye sordum birden ve güldü.

"Aynı soruyu ben de sana sormak istiyorum."

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırarak ondan uzaklaştığımda kolunu belimden çekerek bana izin verdi.

Beni utandırmak hoşuna gidiyormuş gibi, "Yeni bir iç çamaşırı lazım mı?" diye sordu.

"Seninkilerden birini giyerim," diyerek karşılık verdim ve yüzündeki alaycı ifade yavaş yavaş daha karanlık bir ifadeye dönüştü.

Yaslandığı yerden doğrularak, "Zorla bakalım," dedi. "Beni de kendini de zorlayabildiğin yere kadar zorla. Evime üzülüyorum."

Kaşlarımı çattım. "Evin ne alaka?"

"Zamanı gelince görürsün." Yüzünde tehlikeli bir gülümseme vardı.

Kaşlarım daha da çatıldı.

Arabanın kapısını açarak, "Hakan birazdan arabayla gelip bizi alacak," dedi. "Silah nerede?" Birden duraksadı ve bakışları arabanın içinde takılı kaldı. Ardından eğilerek arabanın içindeki kâğıdı aldığını gördüm. Kâğıda bakarak doğrulduğunda yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı, hoşuna gidip gitmediğini bile anlayamamıştım.

"Beni mi çizdin?"

Omuz silktim. "Beğendin mi?"

Resmi o kadar uzun süre inceledi ki huzursuz edici bir sessizlik oluştu.

"Bu kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum," dedi sonunda konuştuğunda. "Her ayrıntımı çizebilecek kadar beni incelediğini de."

"Ben de bilmiyordum," dedim umursamaz görünmeye çalışarak. "Yani yetenekli olduğumu biliyordum da seni bu kadar ezberlediğimi bilmiyordum."

"Bak bak, kendimizi övmeye de başlamışız," dedi dudağının kenarına yerleşen bir gülümsemeyle. "İyi bir Çağıran olacaksın."

O sırada siyah bir araba sinyal vererek benzinliğe girdiğinde Ediz kâğıdı katlayıp cebine koydu. Arabanın camlarında siyah film olduğu için sürücü koltuğundaki kişiyi göremiyordum.

"Silah çantada," dedim.

Arabadan çantayı çıkarırken, "Sen arabaya geç," dedi ama onunla beraber geçmek isteyerek olduğum yerde durdum. Artık kimseye güvenemiyordum. Ediz onu beklediğimi fark etti ama yorum yapmadı hatta hoşuna gittiğini bile söyleyebilirdim.

Silahı pantolonunun cebine sıkıştırarak arabanın kapısını kapattı ve bir elini belime koyarak beni siyah arabaya doğru yönlendirdi. Ardından arka kapıyı binmem için açtığında yeni olduğu belli olan arabaya bindim, Ediz de yanıma oturdu.

Hakan dikiz aynasından Ediz'e bakarak, "Ediz Bey," diyerek onu selamladı.

Hakan arabayı çalıştırıp direksiyonu kırarak benzinlikten çıkarken Ediz, "Yeni bir gelişme var mı?" diye sordu.

"Hayır," dedi. "Böyle bir iddianın neye dayanarak ortaya atıldığını kimse bilmiyor, sanırım bu sorunun cevabı sadece Osman Güngör'de ve kimseyle paylaşmıyor." Dikiz aynasından görünen kahverengi gözlerine baktım. "Haberlerde sadece sizin ve Doğa Hanım'ın ismiyle fotoğrafları var. İş birliği içinde olduğunuza dair hiçbir kanıt halka sunulmadı."

Ediz sadece başını sallamakla yetindi ve arkasına yaslanarak gözlerini yola dikti. Ara sıra ters yönden gelen araçların ışığı yüzüne çarpıyordu ve gözlerinin rengini ortaya çıkarıyordu, ardından araba ilerledikçe gölgeler yüzünde hareket ediyor ve tekrar karanlığa bürünüyordu.

Ne düşündüğünü bilmiyordum ama başını çevirip bana baktığında bakışlarımı kaçırmadım. Uzun uzun yüzüme baktı, ardından kaşları çatıldı.

"Bakma öyle," dedi birden. Anlamamıştım.

"Nasıl bakmayayım?" diye sordum.

"Küçük bir kız çocuğu gibi," dedi. "Bazen çok masum bakıyorsun." Karşı yoldan gelen arabanın ışığı yine yüzünü aydınlattı. İşaret parmağını yavaşça yüzümde gezdirdi. "Çok güzel bir yüzün var." Dudağının kenarı kıvrıldı. "Şanslı bir adamım."

Şakaya vurarak muzip bir ifadeyle, "Biliyorum," dedim ve güldü.

"Hakan," diye seslendi. "Bu kız gitgide bana benziyor."

Dikiz aynasından Hakan'a baktığımda gülümsediğini kısılan gözlerinden anladım, mutlu görünüyordu.

"İşim zor o zaman Ediz Bey."

Ediz, "Hakan," derken ben kahkaha attım. Hakan da benimle beraber gülmeye başladı ve sağa sinyal vererek arabayı yavaşlattı. Otobandaki başka bir arabanın arkasında durarak dörtlüleri yaktı ve Ediz'e bir araba anahtarı uzattı.

"Buradan sonrası güvenli Ediz Bey," dedi. "Dağ evine ulaşana kadar dikkat çekmezsiniz."

Ediz anahtarı alarak başını salladı ve arabanın kapısını açtı. İçeri dolan soğuğa aldırmadan onu takip ederek dışarı çıktı ve kapıyı kapatmadan önce eğilip gülümseyerek, "Teşekkür ederiz Hakan," dedim.

Hakan da mahcup bir ifadeyle gülümseyip sadece başıyla selam verdi ve kapıyı kapattım.

Esen rüzgâr saçlarımı dağıtırken araba vakit kaybetmeden yanımızdan uzaklaştı ve yolun kenarındaki boş arazilere baktım. Karın beyazlığı geceyi aydınlatıyordu ve önümüzde uzanan ıssızlığı görebiliyordum. Ediz bir elini belime koyup beni arabaya yönlendirdiğinde kollarımı bedenime sardım.

Ediz arabaya binmeden önce cebindeki telefonu kapatarak yolun kenarına attı ve ceketini çıkardı. Arabaya bindiğinde de ceketi bana uzattı.

Gerek olmadığını söyleyecektim ki henüz dudaklarımdan dökülmeyen kelimelere bakışlarıyla karşılık verdi ve uzatmadan ceketi alıp üzerime giydim. Yakasına sinen kokusunu tanıdım.

Ediz direksiyonu kırıp yola saptığında, "Kameran var mı?" diye sordum. Kaşlarını çatarak bana baktı, neden sorduğumu anlamamıştı. "Babama bir kayıt göndereceğim, onunla konuşmak istediklerim var ve ben bunu yaparken gözümün içine baksın istiyorum."

"Var," dedi ama sorgulamadı. Babamdan hesap sormamı destekleyeceğini biliyordum ama hesap sormaktan daha fazlasını yapacaktım. Bakışlarımı arabanın camından dışarı yönlendirdim ve dağ evinin patika yoluna girene kadar karanlığı izledim. Far ışığı patika yolun etrafındaki çıplak ağaçları aydınlatırken önümüzdeki yolda bembeyaz bozulmamış bir kar örtüsü vardı.

Araba dağ evine yaklaştığında ışıklar ahşap evi aydınlattı, ardından araba yavaşladı ve evin önünde durdu.

Ediz arabanın kapısına uzandığında, "Ediz," diyerek onu durdurdum. "Kaydı burada, yalnız çeksem olur mu?"

Dikkatle ve emin olamayarak bana baktı ama ardından, "Kamerayı buraya getireyim," diyerek onayladı. Kapıyı açtığında soğuğun kokusunu aldım, saatler sabaha yaklaşıyor olmalıydı. On dokuzuncu yaşımın ilk gününde yaşananları ve aldığım kararları düşündüm, bir gecede yıllar geçmiş gibiydi.

Ediz arabanın önünden geçerek dağ evine doğru yürürken cebinden anahtarlığı çıkararak dağ evinin anahtarını buldu ve kapıya ulaştığında sakin bir ifadeyle açtı. Kapıyı açıp bırakarak dağ evine girdi ve gözden kayboldu. Sessizlik içinde ne hissedeceğimi bilemeyerek beklediğim birkaç dakika bana yoldaşlık etti.

Ediz elinde bir kamerayla dağ evinden çıktığındaysa sanki babam o kapının ardındaymış gibi bir hüzün içime çöktü. Keşke nefret dolu olduğumu, kızgın olduğumu söyleyebilseydim ama hissettiğim kimsenin onaramayacağı bir kırgınlıktı.

Arabanın kapısını açtığımda Ediz bir elinin arabanın tavanına yaslayıp bana doğru eğildi ve "Bu sonradan sana zarar verecek fevri bir karar değil, değil mi?" diye sordu.

"Beni yaralayacak," diye itiraf ettim. "Ama fevri bir karar değil."

"Bunun bedelini ödeyecek," dedi kararlı bir sesle ve kamerayı bana uzattı. Yavaşça kamerayı aldığımda her hareketimi, her mimiğimi izliyordu. Bakışlarımı ona çevirip güven veren bir ifadeyle gülümsemeye çalıştım.

"Çektikten sonra kaydı izleyebilirsin," dedim ama kaşlarını çatarak, "İzlemek istediğimden emin değilim," dedi. Ardından doğrularak elini yasladığı yerden çekti, bu konunun canını sıktığını görebiliyordum. Yanımda kalmasını istesem bile kalmayacaktı. "Seni yalnız bırakayım."

Kucağımda kamerayla uzaklaşmasını ve dağ evine girmesini izledim. Yüzümde her ne gördüyse bir daha arkasına dönüp bakmamıştı.

Yavaşça arabanın kapısını kapatarak tavan lambasını açtım ve kameranın düğmesine bastım. Sanki bir odada oturuyordum ve babam birazdan gelip karşıma oturacaktı. Açılan kamerayı torpido gözünün üzerine koyarak açısını ayarladım ve kayıt düğmesine bastım.

Kameranın kenarındaki kırmızı ışık yanıp sönmeye başladığında bir süre sessizce o ışığı izledim.

Sonunda, "Baba," dediğimde neredeyse ağlayacaktım, duygular o kadar hızlı ve aniydi ki ben farkında değilken bile Ediz'in bunun yaşanacağını gördüğünü anladım. "Sana öfkeli, kızgın hatta nefret dolu olmalıydım ama o kadar sanki hiç var olmamışım gibi davrandın ki sana karşı hislerim ne, onu bile bilemez haldeyim."

Sesim çatladığı için durdum ve başımı çevirerek dolan gözlerimi saklanmaya çalıştım. Bir süre baktığım yeri göremeyecek camdan dışarı baktıktan sonra bakışlarımı tekrar kameraya çevirdim.

"Hiç Tanrı tarafından terk edildiğini düşündün mü? Tanrı'nın insanları bu dünyada ölüme terk ettiğini ya da daha karamsar düşünüp yaşama terk ettiğini?" Kısa bir an kaşlarım çatıldı. "Oysa terk edilen insan değil, yaşam ve ölümdür. Bunu gördün mü? Ben gördüm."

"Tüm dinlerde Tanrı'nın yanından geldiğimiz ve Tanrı'nın yanına gideceğimiz söylenir. Oysa kimse görmemiştir ne yaşayabilen ne ölebilen Tanrı, ona dokunamayan yaşamı da ölümü de bize terk etmiştir."

Başımı eğmeden bakışlarımı indirdim ve çatılı kaşlarımla bir süre ellerimi izledim. Kameranın kayıt ışığı saniyeleri takip ederek yanıp sönerken bu kaydı izlediğinde ne hissedeceğini düşündüm, ardından onu.

"Baba." Bakışlarımı kaldırdığımda karşımda değildi ama gözlerinin içine bakıyor gibiydim. "Yaşananlar, alınan kararlar, yapılan hatalar... Hepsi bedelleriyle beraber, karanlık çökünce bile kaybolmayan bir gölge gibi peşimizdeler. Kararlar almamış, hatalar yapmamış, hiç yaşamamış bir insan gibi karşına geçip geçmişin hesabını artık sormayacağım." Gözlerimi bir an bile kırpmadım. "Ama hiç yaşanmamış gibi de davranmayacağım."

Tavan lambasının ışığı yüzümün bir tarafını aydınlatırken diğer tarafını karanlıkta bırakıyordu.

"Terk edilmenin ne demek olduğunu çok iyi bildiğini biliyorum. Küçük bir çocuktun, seni elinde hayallerinle bırakıp gittiler." Karşımda değildi ama geçmişi burada benimleydi. Küçük bir oğlan çocuğunun karanlığın içinde gözyaşlarını saklamaya çalışarak ağladığını hissediyordum. O çocuk bir gün büyüyecekti, onunla birlikte yaraları da büyüyecekti. Aşık olacaktı, kaybolacaktı, bir baba olacaktı. Babam olacaktı. "İnsan yalnızlıkla tanışmadan önce onu terk edenlerden yalnız bırakmanın ne demek olduğunu öğreniyor. Seni anlıyorum. Sen yalnız bırakmayı bildin, bense senin beni bıraktığın yerde öylece dikildim. Belki de peşinden koşmama, bana uzatmadığın o eli yakalayıp tutmama ihtiyacın vardı. Belki de bu yüzden beni sevmedin. Bilmiyorum."

Gözlerimdeki ifadenin derinleştiğini hissettim.

"Geçmiş yaşanmışlıklardan çok yaşanmamışlıklarla dolu ve artık cevabı olmayan sorularla bizden çok uzakta."

Duraksayarak kameraya baktım.

"Yine de bilmeni isterim ki senin beni yalnız bıraktığın bu en son yer, benim evim oldu."

Hislerim artık karşımda değil, arkamda duruyordu; beni artık engellemiyor, destekliyordu.

"Geri dönüşü olmayan bir yola giriyorum. O yolda belki kaybolacağım, belki de yok olacağım. O yol bittiğinde hayatlarımızın üzerine çöken bu sis kalkmış olacak ama kazanan kimse olmayacak." Bakışlarımı indirerek solgun bir ifadeyle gülümsedim. "Bu sefer alınan kararların bedelini sadece birimiz ödemeyeceğiz, belki de ilk defa bir olup ikimiz ödeyeceğiz. Beni affeder misin, bilmiyorum. Hatta affedip affetmemenin bir önemi var mı, onu bile bilmiyorum ama ben seni affettim."

Kameranın ardından gözlerinin içine baktım.

"Sen ve ben baba, ikimiz, birbirimizi değil; artık yaşamın da ölümün de dokunamayacağı, birbirinin elinden sıkıca tutan bir kız çocuğuyla bir babayı terk ettik."

Gözlerimi bile kırpmadan kameraya bakıyordum.

"Şimdi çıkıp herkese bu hikâyeyi anlatmanı istiyorum. Atalay'ın masum bir adamı nasıl öldürdüğünü, kendi yaptıklarınızın üstünü örtmek adına senin beni nasıl sattığını anlatmanı istiyorum. Çünkü bizim hikayemiz senin gösterdiğinden çok daha fazlası baba."

Kaydı durdurarak boş gözlerle kameraya baktım, ardından arkama yaslanarak gözlerimi kapattım. Bunu yaparak savaşa resmen dahil olduğumu biliyordum ve bunun sonuçları olacaktı. Yine de korkmaktan çok uzaktım.

Kamerayı alarak arabanın kapısını açtım ve soğuk kış gecesine karışarak kapıyı kapattım. Sakin adımlarla dağ evine doğru yürürken yaşananların ağırlığına rağmen duruşum dikti ve kendime ne olursa olsun başımı hep dik tutacağıma dair bir söz verdim.

Açık kapıdan içeri girdiğimde Ediz'in koltukta oturduğunu ve kendine bir kadeh viski doldurduğunu gördüm, viski bardağını dalgın bir ifadeyle elinde döndürüyordu ve geldiğimi fark edemeyecek kadar düşünceliydi. Kapıyı yavaşça kapattığımda bakışları bana döndü ve baktığı ilk yer gözlerim oldu.

Sakin adımlarla ona doğru ilerledim ve tam karşısına, orta sehpaya oturdum.

Çenemin ucuyla elindeki kadehi göstererek, "İçebilir miyim?" diye sordum. Duruşunu bozmadan gözlerini kıstı ve elindeki kadehi bana uzattı. Kadehi ondan alarak dudaklarıma götürdüğümde gözlerimi gözlerinden ayırmadım, gözlerimizi bile kırpmadan birbirimize bakıyorduk.

Viski bardaktan dudaklarımın arasına kaydı ve alkol boğazımı yakarken yüzümü buruşturdum, Ediz'in dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

"Ağır," dedim kaşlarımı kaldırarak. Kadehi ona geri uzattığımda dudaklarımın dokunduğu yeri dudaklarına götürdü ve kadehte kalan viskiyi tek yudumda bitirdi. Ardından oturduğu yerde öne eğilerek kadehi sehpaya, yanıma koydu ve gözlerimin içine baktı.

"Bana iyi olduğunu söyle."

Gözlerimi yüzünde gezdirdim. "İyiyim."

Elimdeki kameraya bakarak, "O siktiğimin herifi bunu bile hak etmiyor," dedi.

"Bu kaydı ilk önce senin izlemeni istiyorum," dedim kararlı bir sesle. "Bir silah olarak kullanabilirsin."

"Senin hislerini kullanmam," dedi. "Kaydı izlemek istemiyorum."

"İstersen bu kaydı bütün haber kanallarına yollayabilirsin." Bu konuda hassasiyet göstermesini istemiyordum. "Bana kalırsa haber kanallarına yollamanı isterim ama işin ucunun sana dokunmasını istemiyorum."

"Hala beni düşünüyorsun." Bir viskiye daha ihtiyacı varmış gibi boş kadehe baktı.

"Eğer bir gün sana bir zararım dokunacaksa, bunu seni babamın veya Atalay'ın eline düşürerek yapmam," dedim. "Kendim yaparım."

"Bazen keşke yapsan diye düşünüyorum," diye mırıldandı.

Kamerayı ona uzattım ve ısrarcı gözlerle ona baktım. Gözlerini gözlerime dikerek benimle sessiz bir savaş verse de geri adım atmadım. Rica ederek, "Lütfen," dedim. Sıkıntıyla gözlerini kapatarak şakaklarını ovuşturdu ve bir süre öyle durduktan sonra başını kaldırıp kamerayı elimden aldı.

"Teşekkür ederim," dedim ve oturduğum yerden kalkarak, "Duşa gireceğim," dedim.

Yanından geçip banyoya doğru ilerlerken bakışlarını sırtımda hissediyordum. Odaya geçtiğimde ilk önce üzerimdeki ceketi çıkardım ve yatağın üzerine attım. Ardından elimi sırtıma götürerek sırtımdaki fermuara uzandım ve yavaşça açarak banyoya ilerledim. Elbisenin askılarını kollarımdan çıkarıp tenimde kayarak yere düşmesine izin verdim.

Ayağımdaki ayakkabıları da çıkarıp banyonun soğuk zemininde ilerlemeye başladım ve duş başlığının altına geçip suyu açtım. Sıcak su saçlarıma ve tenime dokunduğunda gözlerimi kapattım, başımı kaldırıp suyun yüzümü okşamasına izin verdim.

Öylece suyun altında durarak tenimden akıp gitmesine izin verdim. Su yaşananları silemezdi, silmesini de istemiyordum hatta yaşananlara şahit olmasını istiyordum. Unutmak değil, hatırlamak istiyordum. Hatırladıkça güçlenecek, güçlendikçe üstesinden gelecektim.

Banyo kapısının açıldığını duydum ve daha ne olduğunu anlamadan kendimi duşa kabinin duvarına yaslanmış olarak buldum. Bir el çenemi sıkıca kavrayarak başımı kaldırdı ve dudaklar dudaklarımın üzerine sertçe kapandı.

Ediz ağırlığını üzerime vererek beni öpmeye başladığında çenemdeki eli boynuma, oradan da vücuduma kaydı ve belimi canımı acıtacak kadar sıkı kavradı. Diliyle dudaklarımı araladığında sanki bütün varlığı dudaklarımın arasındaydı ve ona ulaşmaya çalışıyordu.

Anın şokuyla bir elim göğsüne gitti ama beni bileğimden sıkıca kavrayarak kolumu duvara yasladı, ardından diğer bileğimi de kavrayarak onu da duvara mühürledi. Bedenim şaşkınlıkla kıvrandığında iki bileğimi tek bir elinde topladı ve bir kelepçe gibi ikisini birden sararak başımın tepesinde topladı.

Boşta kalan eli tenimde gezmeye başladığında dokunduğu yerlerin alev aldığını hissettim. Dudaklarımı bırakarak çeneme inerken dişleri alt dudağımı sıyırdı ve çenemi öptü oradan boynuma indiğinde bütün vücudum suyun altında birden alev aldı. Dudaklarımdan bir inleme döküldüğünü duydum ve belim kıvrıldı, bedenimi ona yasladım. Ağırlığını üzerime verdiği için bir bacağı iki bacağımın arasındaydı ve kendimi ona yaslanmamla pantolon kumaşı bacaklarımın arasında hareket etti, bütün ateş karnımda birikti.

Dudaklarım aralandı ve başımı geriye yaslayarak inledim.

Dilini boynumda hissettiğimde bütün düşünce sistemim kapandı ve artık sadece hislerden ibarettim.

Dayanamayarak, "Ediz," diye inledim ama eli tekrar çenemi kavradı ve dudaklarını boynumdan çekerek dudaklarımı buldu. Nefes nefese beni öperken iç içe geçmemiz mümkünmüş gibi duvara yaslanmıştık ve bunu istediğini biliyordum, bunu istiyordum.

Ona dokunmak isteyen ellerim beni duvara kelepçeleyen parmaklarına direndi ama bana izin vermedi. O kadar sıkı tutuyordu ki bileklerimde parmaklarının izinin kalacağından emindim.

Nefes nefese dudaklarımı bırakarak, "Beni paramparça ediyorsun," dedi. "Beni mahvediyorsun."

Ardından birden geri çekildi ve ben olduğum yerde nefes nefese durmuş ne olduğunu bile anlamazken yüzüme baktı.

Ve beni öylece bırakıp banyodan çıkıp gitti.

Varlığım onun varlığı için sızlarken hareket bile edemedim, şaşkınlık bile karnımın içinde biriken ateşte eriyip yok oldu. Kalbim kaburga kemiklerimin içinde o kadar hızlı atıyordu ki sanki can çekişiyordu. Gözlerimin karardığını, kulaklarımın çınladığını hissettim ve şaşkınlıkla duvarda kayarak olduğum yere çöktüm.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Ruhumu bile aşan bir his nasıl var olabilirdi?

Bacaklarımı kendime çekerek titreyen elimi boynuma götürdüm ve şaşkınlıkla boş banyoya baktım.

Su tepemde akmaya devam ederken kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama kalbimin atışları yavaşlamaya başlasa bile karnımdaki ateş oradaydı. Tenim hala onun teni için yanıyor, ruhum hala ruhunu dileniyordu.

Vücuduma sardığım bir havluyla kalkıp yanına gitmek istedim, sonra o havlunun ayaklarımızın dibine düşmesini ve uzun parmaklarının tenimde yavaşça dolaşmasını istedim. Gözlerimi kapatarak kendime direndim ama direndiğim kimdi? Kendim mi? O bana dokunduğunda kendimden geriye kalan neydi?

Yavaşça yerimden kalkarak suyu kapattım ve kenardaki havluyu alarak vücuduma sardım, elim o kadar titriyordu ki havlunun kenarını bile sıkıştıramayıp havluyu elimle tuttum. Beni paramparça etmişti. Beni mahvetmişti.

Saçlarımdan zemine damlayan suya aldırmadan banyodan çıktığımda Ediz'in yatağın kenarında oturduğunu gördüm ama üzerindeki kıyafetleri değiştirmişti. Bakışları bana dokunduğunda artık bana bakarken acı çektiğini hissettim.

Kaç dakikadır banyoda öylece durduğumu merak ederek, "Bir yere mi gidiyorsun?" dedim.

"Yanıma gel."

Bir terslik olduğunu o an anladım ve içimdeki başka güçlü bir duyguyu keşfettim: Endişe.

"Ne oldu?" diye sordum ona doğru ilerleyerek ama tek kelime etmedi. Yanına gittiğimde oturduğu yerden kalkmadan beni kendine çekerek sarıldı ve başını bana yasladı. Gözlerini kapattığından yorgunluğunu izledim.

Bir elim saçlarına gittiğinde, "Endişeleniyorum," dedim.

"Hakan aradı," dedi. "Osman Güngör'e senin benimle beraber olduğuna dair görüntüleri veren kişi Gökhan'mış ve bu gece Atalay'la görüşmüşler. Gitmem lazım." Sustu. "Konu sen olmasaydın her şeyi siktir edip seninle kalırdım ama konu sensin."

"Gitme o zaman Ediz," dedim bir elimi saçlarında gezdirerek. "Yorulduğunu, sıkıldığını biliyorum. Her şeyi beraber boş verelim."

"Konu sensin," dedi.

"Önemli değil."

Başını iki yana sallayarak benden uzaklaştı ve oturduğu yerden başını kaldırarak bana baktı, odanın ışığında yeşil gözleri cam gibi görünüyordu.

"O zaman ben de geleceğim," demem üzerine bileğimi tuttu ve "Yeterince zor bir gece geçirdin," dedi.

Bileğimi çektim. "Hayır, ben de geleceğim."

İtirazında ısrarcı olabilirdi ama olmadı, yanında olmama ihtiyacı varmış gibi hissettim. Dolaba yönelerek Ediz'in gri iç çamaşırlarından birini ve daha önce giydiğim açık mavi kotumu, siyah kazağımı aldım.

Elimdeki iç çamaşırına bakarak "Gerçekten bunu yapacaksın," dedi kaşlarını kaldırarak.

Omuz silkerek kıyafetleri üzerime geçirdim ve ben bunu yaparken gözlerini kırpmadan beni izledi. Saçlarıma aldırmayacaktım ama Ediz bakışlarıyla banyoyu gösterdi ve saçlarımı kurutmadığım takdirde beni evden dışarı çıkarmayacağını açıkça belli etti.

Banyoya giderek hızlıca saçlarımı kuruttum ve gözlerim aynadaki kıza takıldı. Gözlerinin altı morarmıştı, beyazında kırmızı damarlar vardı ve en az içeride oturan adam kadar yorgun görünüyordu. Bakışlarımı banyonun kapısına çevirerek boşluğa baktım, dipteydik ve burada bizden başka kimse yoktu.

Saçlarımı kuruttuktan sonra Ediz'in çoraplarından birini alarak ayağıma geçirdim, topuk kısmı bileğime kadar gelince güldü. Bu hazırlanma telaşım hoşuna gitmiş gibiydi ve sıradan bir hayatın içinde tanışmış olsaydık Ediz'le ilk buluşmamıza hazırlığım nasıl olurdu diye düşündüm, bu canımı yaktı.

Dağ evinden çıkıp arabaya bindiğimizde göstergedeki saate baktım.

04.53

En karanlık gecenin son saatlerindeydik.

Ediz arabayı geri geri çıkarıp direksiyonu kırarak yola saparken onu izledim. Ardından bakışlarımı camdan dışarı çevirdim ve birkaç saate aydınlanacak olan gökyüzüne baktım. Kar tekrar yağmaya başlamıştı.

Yol boyunca yağan karı izledim, cama tutunuyor ama camda kayan silecekler onları alıp götürüyordu. Sonra yenileri geliyor, yine silinip gidiyorlardı. Yollar boş ve sessizdi, Ankara'ya girdiğimizde de bu ıssızlık ve sessizlik devam etti.

Saate baktım.

05.16

Sanki akreple yelkovanın hareket ederken çıkardığı sesi duyuyordum.

Sessizliği bozarak, "Atalay nerede?" diye sordum.

"Emniyet Müdürlüğü'nde," dedi. "Takip ettiriyorum, Atalay oradan çıktığında adam arayacak."

Hafifçe başımı sallayarak dalgın gözlerle camdan dışarı bakmaya devam ettim. Saniyeler geçiyor, gece gökyüzünü terk etmeye hazırlanıyordu ama gökyüzünü terk eden bu gece hiçbirimizin hayatından çekilmeyecekti.

Araba daha da hızlanırken saate baktım.

05.23

Eskiden bambaşka biri olarak geçtiğim yollardan bu gece farklı bir insan olarak geçiyordum ve her şey o kadar değişmişti ki o kızı hatırlamakta bile zorlanıyordum. Ediz kavşaktan sağa döndü ve Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne giden yola girdik.

Araba karanlığın içinde durduğunda saatler tan vaktine yaklaşıyordu.

Işıkların aydınlattığı üst geçide bakıyordum; bir adam ince ince yağmaya devam eden karın altında yavaş adımlarla ilerliyordu. O kadar derin bir sessizliğin içinde duruyorduk ki insanlar sanki bu gece için anlaşmıştı ve karanlığın içine saklanmış, bizi izliyorlardı.

Her yer ıssız olduğu için emniyete yakın bir yerde araba dikkat çekeceğinden Ediz kimsenin göremeyeceği bir yerde durmuştu. Atalay'ı takip eden adamdan telefon bekliyordu, emniyetten çıktığında haber gelecekti. Tam o sırada telefon sabahın ilk saatlerinde duyulan tehlike çanları gibi çalmaya başladı.

Saate baktım.

05.58

Ediz telefonu açtı ve kulağına götürdüğünde sakindi. Karşı tarafı dinledikten sonra, "Takip etmeyi bırakma," dedi ve gelen yanıtla birlikte telefonu kapattı. Meraklı gözlerle ona bakmam üzerine, "Atalay çıkmış," dedi. "İlk önce adam onu takip edecek ve bir tuzak olmadığından emin olacak." Araba geri geri giderken Ediz dikkatini dikiz aynasından yola vermişti ama ne olacağını anlatmaya devam etti. "Daha sonra takibi ondan devralacağız."

"Nereye gidiyor ki?" diye sorduğumda, "Bilmiyorum," dedi. "Yalnız. Yolunu keseceğim."

İçimde bir korkunun doğduğunu hissettim ve yorum yapmadan gözlerimi artık karanlığın dağılmaya başladığı gökyüzüne diktim. Gece yaşananları bize bırakıp yavaş yavaş gidiyordu.

Emniyet Müdürlüğü'nden çıkan arabayı gördüm, Atalay'ın arabasıydı. Biraz uzaklaştıktan sonra karanlığın içinde bir araba çalıştı ve saklandığı yerden çıkarak Atalay'ın peşinden gitti. Ediz de takip mesafesi koyarak peşlerinden gitti.

"Torpido gözende bir silah var," dedi. "Anlaşmamızı hatırlıyor musun? Bir sorun çıkarsa kullanmaktan çekinme. Suçu üzerime alırım."

Ediz'in telefonu çaldığında açmak yerine bir süre gözlerime baktı, ben de kilitlenmiş bir halde gözlerinin içine bakıyordum. Telefonu alıp açtığında bakışlarını yola çevirdi.

Karşı tarafı dinledikten sonra, "O tarafa doğru geliyorum," dedi ve bilerek tek başına olduğu izlenimi veriyormuş gibi hissettim. "Nereye gittiğini biliyorum." Karşı taraf konuştuğunda dikkatle dinledi. "Tamam, öyle yaparım."

Telefonu kapattı.

O kadar gerilmiştim parmaklarımın kenarındaki derileri tırnağımla koparmaya başladım.

Önümüzdeki iki arabaya yaklaştığımızda Atalay'ı takip eden adam arabanın farlarını kapattı ve arabanın yanına geldiğimizde başımı çevirip arabayı kullanan kişiye baktım. Adamın da gözleri kısa bir an bana dokundu, ardından Ediz'e baktı ve başını hafifçe eğerek selam verdi. Ardından hızını yavaşlatmasıyla araba geride kalmaya başladı. Dikiz aynasından baktığımda araba yolun ortasında durdu.

Ediz gözlerindeki tehlikeli ifadeyle, "Başlıyoruz," dedi.

Dalgın gözlerle Atalay'ın arabasını izlemeye başladım, ondan nefret edebilmeyi dilerdim ama içimde ona karşı sadece acıma duygusu kalmıştı. Yine de bu ondan da yaşananların hesabını sormayacağım anlamına gelmiyordu.

Atalay sinyal vererek bir ana yoldan çıktı ve bir sokağa saptı. Tam o sırada Ediz gaza yüklenerek Atalay'dan önce sokağa girip arabanın burnunu önüne kırdı. Atalay'ın son anda frene basmasıyla araba son anda bize çarpmadan durabildi ve Atalay'ın frenin etkisiyle yavaşça koltukta öne gelip geri koltuğa çarpmasını izledim.

Ediz vakit kaybetmeden arabadan çıktığında Atalay başını kaldırdı ve göz göze geldik. Bu kısa an canımı o kadar acıttı ki Atalay'la geçirebileceğimiz zamanlar içimde bir yara oldu; ihtiyacım olduğunda kapısını çalabileceğim bir abi olabilirdi, çocukken onunla oyunlar oynayabilirdim, koşup ona sarılabilirdim, bir derdim olduğunda ona anlatabilirdim. Şimdiyse ona baktığımda koca bir yalnızlık görüyordum.

Atalay gözlerini benden çekerek gerilen bir yüzle arabadan çıkan Ediz'e baktı ve emniyet kemerini açarak arabanın kapısına yöneldi.

Gözüm saate takıldı.

06:11

Ne olacağını gerginlikle beklerken Atalay silahını çıkararak arabanın etrafından dolanarak ona doğru yürüyen Ediz'e yönlendirdi ve içimdeki korku öyle bir kükredi ki uyuştuğumu hissettim. Atalay o tetiğe bir kez basmıştı, bir kez daha basmak için sebepleri vardı.

06:12

Torpido gözüne uzandığımda ellerim buz gibi olmuştu. Silahı sıkıca kavrayarak oradan çıkardım ve vakit kaybetmeden arabanın kapısını açtım. Tan vakti gelmiş, gece gökyüzünü terk etmişti.

Atalay'ın "Olduğun yerde dur," dediğini duydum. "Tetiğe basarım, kaybedecek hiçbir şeyim yok." Ardından namluyu Ediz'e doğrultmaya devam ederek bakışlarını arabadan çıkan bana yönlendirdi. "Haberler doğru mu? Gerçekten sen bu adamla mısın?"

Bunu benden tiksinir gibi söylemişti.

Silahı yanımda tutarak ona baktım.

06:13

"Başından beri kaçırılacağımı biliyordun," dedim soğuk bir sesle. "Ediz'in beni kaçırması senin için sorun olmadı da ona yardım etmem mi senin için sorun oldu?" Yakıcı gözlerle ona baktım. "O silahı indir."

İndirmedi.

"Bunu sana o mu söyledi?" diye sordu namlunun ucuyla Ediz'i göstererek. "Sen de ona inandın, öyle mi?"

Dudaklarımda soğuk bir gülümseme belirdi. "Kendi gözlerimle gördüm. O yağmurlu geceyi hatırlıyor musun?"

06:14

Atalay'ın bakışları değiştiğinde içimde ufak da olsa hala bir umut taşıdığımı fark ettim ama bu umut da onun gözlerinde yok oldu. Evet, Ediz Çağıran doğru söylüyordu. O yağmurlu gecede, odamın penceresinin önünde durmuş bakıyorken Atalay beni ateşe atmıştı.

"O silahı indirecek misin?" Sesim çok soğuktu ama bakışlarım alev alev yanıyordu.

Atalay Ediz'e doğru bir adım atarak, "Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin," dediğinde Ediz gözlerini bile kırpmadan onun yüzüne bakıyordu. Gözlerinde aşağılayıcı ve küçük düşürücü bir ifade vardı.

"Burada yaptıklarının bedelini ödeyecek tek insan sensin," dedim ona doğru yürüyerek. "O silahı indir."

"Ne yapacaksın, bu orospu çocuğunun peşine takılıp kendi ailenden intikam mı alacaksın Doğa?" Sesini yükseltmişti. "Senin hayatını mahveden biri varsa o da bu adam."

Sakin adımlarla ona doğru yürümeye devam ettim, elimdeki silahı o kadar sıkı tutuyordum ki parmak boğumlarım acıyordu ama içimdeki öfkeyi bir şekilde dışarı atmam gerekiyordu.

"Kimse cehennemi söndürmeye çalışmaz," dedim aramızdaki mesafeyi iyice kapatarak. "Çünkü o zaten ateştir, görevi yakıp kül etmektir. İntikamı hiçbir zaman cehennemden almazsın, yana yakıla seni cehenneme atanları ararsın."

Durdum ve silahı kaldırarak namlusunu Atalay'a doğrulttum.

Burada, yağan karın altında, mahvolmuş bir ailenin yaşadığı evin bir köşesinde unutulan kar küresinin içinde öylece duruyor gibiydik.

Artık hava aydınlıktı, en karanlık gece bitmişti.

06:15

Gece son bulurken sessizliğin hayatlarımızı terk ettiği saatti.


Nabız yavaş yavaş yükseliyor...

Yazarken benim de nabzımı yükselten bölümlerden biridir.

Yorumlarınızı okumayı o kadar özledim ki, en çok onlar için sabırsızlanıyorum...

Ve buraya yeni bir randevu tarihi bırakalım mı? 8 Mart 2021 için takvimlerinizi işaretlemeyi unutmayın!

Ve lütfen oy ve yorum bırakıyı da unutmayın...

Sevgilerimlee

Instagram: oz_yildirim

Twitter: oznryldrim

Continue Reading

You'll Also Like

790K 45.9K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
187K 12K 51
Mahir, eski sevgilisiyle komşu olduğu için sinirli değildi. Sinirli olduğu nokta, adamın karısıyla birlikte karşı apartmanına taşınmasıydı.
1.6M 84.9K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
1M 13.7K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...