Can't Pretend~Yizhan

By Nneoll

41.8K 5.1K 10.2K

kırılan kemik, atomlarına ayrılan biblo, tuz ve nar aşkına! yani ki, kanayan kolumuz, kanadımız,adımlarımız... More

1~" Daha sonra ödeşiriz."
2~Yibo'nun sevdiği şeyler.
3~Pişmanlık
4~ "Sana gitmeni söyledim."
5~Düşlere uzanan parmaklar,
6~"Bak geçiyor, iyileşiyor."
7~Geri ödeme
8~ Kütüphane
9~"Wang Yibo, biliyor musun?"
10~ Duvar olmayı istemek
11~"Zhan gege en iyisi."
12~Dağlar bile dayanamaz, titrer dururlardı.
13~Bir gün, üç sonbahar.
14~"Sözünden dönenin, kalbi kurusun."
15~ "Tıpkı bir çiçek gibisin."
16~ " Bu dert, öldürüp duruyor beni."
17~"Çok korkmuştum, bu yüzden ağladım sanırım."
19~ " Git şimdi, al bu sözleri, al bu gözyaşlarını."
20~ Sustu kaldı ve bunun adı mahvolmak oldu.
21~ Kara çocuk, sevdayla..
22~Sıra artık sende, seni görmekte.
23~ "Bir gün baksam ki, gelmişsin."
24~ "Deli olacağım, bu ne güzel kokmaktır böyle."
25 ~ "Çilek mi, kiraz mı?"
26~ "Her şeyi birlikte halledeceğiz."
27~ Hem ilk hem sonmuş, en güzeli oymuş gibi.
Final~ Sevgilim, rol yapamıyorum.

18~ "Oysa ben, onu hep, ölene dek dinlerdim."

1.2K 172 702
By Nneoll

"Gege, neredesin?"

Yibo uyku sersemliğini üzerinden atamadan ayağa kalktığı için başının döndüğünü hissediyordu. Yine de yavaş adımlarını salona doğru sürüklemeye devam etti. Dün olanlar birer birer zihninde sırayla sahne alırken, babasını hastaneye gidip kontrol etmesi ve annesine olanları haber vermesi gerektiğini düşündü. Ama bunları bir süre erteledi.

Salona girdiğinde koltukta oturup kalmış, omuzları çökmüş, gözlerinin altında koyu renkler karışmış çocuğu gördü. Onun rengi solmuş yüzü hoşuna gitmedi ve üzülerek sordu.

"Gege iyi misin? Neden burada böyle oturuyorsun?"

Sonra zaman, o odada saniyelerini saat üzerinde işlemeye dayanamadı, yavaşladı ve durur gibi oldu. Yibo'nun adımları sekteye uğrayıp  düşecek gibi olduğunda, gözleri büyük olanın ellerindeki günlüğünde kaldı. Korkulardan bir dünya yarattı kendisine ve o dünyaya adımladı.

Titreten göz bebekleri, kendisine bakan Zhan'ın anlamlı gözlerine dokundu. O anlamlar nasıl da parçalanacağına, parçalanıp ufalanacağına dair bir ön gösterim gibiydi. Bunu istemedi ve yüreğindeki cehennemden kuvvetli bir itiraz yükseldi.

"Wang Yibo."

"Hayır." Dedi kafasını iki yana sallarken. "Hayır gege, hayır okumadın, hiçbir şey görmedin "

Zhan uzun bir aradan sonra ilk kez sert bir ifadeyle baktı ona. Yibo, tonlarca ağırlık taşımakla aynı etkiye sahip bakışlardan kaçmak için gözlerini kapatmak ve bu bakışlar sona erene kadar öyle kalmak istedi.

"Bunlar ne Yibo?"

Onlar benim sana olan aşkım, onlar benim her şeyim diyemedi. Kirpikleri ıslanırken bir çırpıda çekip aldı defterini büyük olanın elinden. Açık olan sayfadaki yazılara baktı. En son birkaç gün önce büyük bir cesaretle onu nasıl sevdiğini yazmıştı. Korkulardan yarattığı dünyanın içindeyken, o dünyanın kapıları gürültüyle kapandı. Orada yalnız kaldı.

Zhan ona sertçe bakıyor ve  soruyorken, ne onun gözlerine dokunabildi yeniden, ne de dilinden bir kelam çıktı. Büsbütün terk edilmiş gibi hissetti. orada, ayakta, titreyip dururken büsbütün yetim kaldığını düşündü.

"Cevap ver bana."

Veremedi.

"Doğru mu bunlar Yibo?"

Zhan'ın korkunç sesine sonunda bir şeyler, bir duygu yansımıştı. Hayal kırıklığı bir ok gibi saplandı Yibo'ya. Hala ve hala cevap veremezken Zhan aynı hayal kırıklığı ile devam etti. Bu hayal kırıklığı uzun süre sürüklenip duracağı ve doğruyu bulamayacağı duygu selinin ilk durağıydı.

"Beni, haftalar boyu kandırdın mı yani?"

Zhan, karşısındaki çocuğun ufalanıp toza karışacak kadar kırıldığını  bilmeden yeniden açtı ağzını. Kalbi hayali bir elin parmakları arasında sıkışırken, kandırıldığını hissediyordu. Bir aptal olduğunu düşündü, iyice sinirlendi.

"Çok iyi arkadaşlardık biz, yalan mı söyledin bana? Ben samimi duygularımla sana yaklaşırken sen hep rol mu yapıyordun benim yanımda?"

"Hayır gege. Düşündüğün gibi değil."

Küçük olan şiddetle, belki de biraz sayıklar gibi onu reddettiğinde, onun en güzel yerinden, gözlerinden yaralanmış halini görmek istemedi Zhan. Gözlerini kapatıp bu sabah erkenden uyanmamış olmayı diledi. O zaman bununla yüzleşmek zorunda kalmayacaktı. Ancak bu seferde kandırılmaya devam edecekti. Belki de bugün öğrenmese uzun bir süre bunu öğrenmesi mümkün olmayacaktı.

Bir erkeğin, Yibo'nun, hayatının merkezine tereddüt etmeden koyduğu çocuğun kendisine aşık olduğunu düşünürken öyle garipsiyordu ki, az kalsın kaçıp gidecekti odadan. Aklını yitirecekti. Yibo aslında söylemişti. Birilerini sevdiğini söylemişti. En çok da o anlar canını sıkıyordu. Gözlerinin içine bakarak çok seviyorum demişti ve Zhan aptal gibi onun çok sevmesi durumunda üzülüp mahvolacağını düşünmüştü.

Sonra Yibo'ya her yaklaştığında küçük olanın aklına gelebilecek düşünceleri hayal etmeye zorladı kendisini. Onun aklında her şey arkadaşlık çerçevesinde gelişmişti. Bu yüzden Yibo'nun düşünmesi muhtemel olan düşünceler onu ürpertti. Oturduğu yerde başı döner gibi oldu. Çünkü hala, bütünüyle kabul etmiş sayılmazdı.

Yibo bu zamana kadar en içine sakladığı yeminlerin yıkılmasını izledi ona bakarken. Yüreğine vurduğu kilitler tek tek açılsa da biraz bile rahatlamış ve özgürlüğüne kavuşmuş gibi hissetmiyordu. Çünkü tutuklu kalmıştı. Zhan'ın ellerinde hep, itiraz kabul etmeyen bir şekilde tutuklu kalmıştı. Ölsem diye düşündü. Ölsem bugün, yarın mezarımın başından onun adı yükselir.

"Hala inanamıyorum." Dedi Zhan. " Özenenerek içimde büyüttüğüm bu arkadaşlığın bir yalandan ibaret olduğuna inanamıyorum."

Yibo elindeki defteri göğsüne bastırdı. "Hayır." Diye karşılık vardı. "Tümüyle yalan olduğunu düşünme ne olursun.  Sadece ben daha fazlasını isteme cüretinde bulundum."

Daha fazladan kast ettiği Zhan'ın kalbinin daha fazlasıydı. Ama Zhan böyle anlamamıştı. Sevmek, aşık olmak ikisi için aynı anlama gelmiyordu. Yibo en içiyle yüreğiyle, Zhan ise sadece gözleriyle seviyordu. Aşık olmak ise Yibo'da bir sürü derin karşılığa sahip, Zhan'da bölük pörçüktü.

Yibo, kararan gözlerini kapatıp açtı. Dengesini kaybetti ama hemen toparladı. Her zaman kendisini tutmak için bekleyen kollar bu sefer yakınına bile yaklaşmamıştı. Bunu çok hüzünlü bulmaktan kendisini alıkoyamazken, daha bir kaç ay öncesinde onun ellerinin nasıl bir cennet olduğunu bilmeden yaşadığı zamanlar aklına geldi.

O anlamalıydı. Büyük olan ile girdiği kavgalar ona özel bir ilişki gibi gelirken, kendisini iyi hissettirirken ve bir senedir uzaktan onu izlerken anlamalıydı bu işin, onu uçuruma sürükleyeceğini. Önceden tahmin etmeliydi, eninde sonunda bu sona ulaşacağını.

Ama yapamamıştı. Belki de inatla yapmak istememişti. Bu tıpkı, annesi yüzünden ağlayan bir çocuğun, ağlarken yine annesinin adını söylemesi ve ona muhtaçlık duyması gibiydi. Islanmayı sevmeyen bir insanın yağmura aşık olmasıyla aynı şeydi Yibo'nun Zhan'dan kaçmak isterken onun ellerine sığınmak istemesi. Küçücük bir an için bir ömrü feda etmekti.

Bu küçük anların toplamı, bir ömüre bedel olabilir miydi? Yibo için bu mümkündü, çünkü farkındaydı. Parçaların toplamı her zaman bütünden daha anlamlıydı.

"Git."

Sahiden de sürüklemenin, oradan oraya savrulmanın bir sonu, bir sınırı yoktu. Yibo gitmek istemiyordu. Bu, Zhan'ın kendisini uzağında bırakmasının ilk seferiydi. Son seferinde de aynı isteksizliği taşıyor olacaktı yüreğinde. Zaten onun yüreği kolay kolay değişmezdi. Hele bir de mevzu bahis sevmek oldu mu, büyük bir inançla  tutunurdu sevdiği şeye. Ölene dek bırakmazdı, ezilip kalsa da göğsünün sol yanı, asla vazgeçmezdi.

"Gege, benim anlatmama izin ver."

Zhan onu reddetti. Dün olanları hatırına getirdiğinde bu iş bugün olmaz demişti. Üstelik kendisinin de zamana ihtiyacı vardı. Çok üstüne geliyordu bu itiraf. Arkadaşlığı ve bu arkadaşlığa yüklediği bütün kıymetli anlamlar yerle bir olmuştu. Yeniden aynı anlamları yazamazdı. Bunun farkındaydı ve bu canını yakıyordu.

Yıllar sonra kendisini bulmuştu. Geçmişe yüzünü dönerek pişman olduğu şeyleri elleri arasına toplamış ve onları yeni baştan yazmaya başlamıştı.  Bu güzeldi, Yibo yanındayken özgür olduğunu hissediyordu. Şimdi ise bu kıymetli insan ile daha fazla yanyana duramayacağını düşünüyordu. Kaybı büyük, sancısı tazeydi. Bu sersemlikle dilindeki dikenleri söküp atmayı akıl edemeden konuştu.

"Git, seni görmek istemiyorum."

Yibo iki adım geriledi. Kirpikleri ıslanmış olsa da en başından beri bir damla yaşla bile ıslanmamıştı yüzü. Ağlayamıyordu. Sonunda bunu da yitirmiş olduğunu düşündü. Yüreği içeride ağırlaşırken yalvarır gibi son kez konuştu.

"Gege ama beni bir kez olsun dinlemelisin."

Evet, Xiao Zhan Wang Yibo'yu dinlemeliydi. Dinlerse, tıpkı Yibo gibi yüreğiyle sevmeye başlamazdı belki de ama anlardı. Böylelikle yanlış anlaşılmalar silinip giderdi. En azınan Yibo bunu umut ediyordu.

"Şu an olmaz." Dedi Zhan yumuşatmaya uğraşmadığı ters bir sesle."Sonra konuşsak da bu şey düzelecek gibi durmuyor."

Söylediği sözlerin, küçük olanı nasıl da mahvettiğini görse böyle konuşamazdı muhtemelen. Ama gözleri onu göremeyecek kadar kendisine odaklanmıştı. Zihninin içine sürekli ben ile başlayan düşünceler misafir oluyordu. Ben kandırıldım diyordu. Ben kocaman bir yalana inandım, ben şu an çok öfkeleyim ,ben en yakınım olan kişiyi kaybettim ve ben ne yapacağımı  bilmiyorum.

Buna karşılık olarak Zhan'ın zihninden sen ile başlayan bir ifade hiç geçmiyordu. Mesela sen çok dağılmışsın diye düşünmüyordu. Sen ağlamak üzeresin, sen kırıklarını toplayamıyorsun, sen beni seviyorsun ve sen gitmek istemiyorsun. Bunların hiçbirini zihninin kıyısına bile  yaklaşamayan düşüncelerdi.

Yibo çaresizlik içinde ağzını açtığında onu eliyle durdurdu.

"Bir şey söyleme. Daha sonra konuşalım. Şimdi hiçbirini istemiyorum."

Yibo diline dökmek istediği her şeyi geri gönderdi. Şimdi, şu an onun diline uygun kulaklar yoktu karşısında. Beklerim diye düşündü. Ben hep beklerim onu.

Hızlı ama dengesiz adımlarla yatak odasına girdi. İki gündür burada kalıyordu. Bu yüzden biraz fazla eşyası vardı.

Çantasındaki yırtık şiir defterini ve fotoğraf albümünü alıp kıyafetlerini koydu açılan boşluğa. Uyuduğu yatağı ve yerdekini topladı. Gözüyle baktığında o odada hiç bulunmadığını söyleyebilirdi artık. Ama bilmiyordu, en çok kokusu kalmıştı o odada ve Zhan uzun bir süre o kokuyla avutacaktı kendisini.

Koridoru yürürken bir eliyle annesinden kalan parçaları tutuyor diğer eliyle duvara dokunarak belirsiz bir çizgiyi takip ediyordu. Duvar olmak istemişti. Duyguları ona çok ağır geldiğinden hissiz bir duvar olmayı arzulamıştı önceden. Şimdi ise bir şeyler değişmişti.

Duyguları hala ona ağır geliyordu. Hem de böyle ifade edemiyorken tümden çökmüştü zayıf omuzları.Bir gül vardı sanki göğsünde ve sevgisinden ölecek gibi olduğu her seferde bir yaprağı solup düşüyordu o gülün.

Ama o, buna bile aşktan demiş, tekrara düşüp duran sızıyı Zhan'ın bir hediyesi bellemişti. Bunu bile kabul edip sevmişti.

Ellerini duvardan çekip salonun kapısı önünde durduğunda yüzü sakindi ve buna karşılık çalkalanan zihni hakkında sakinlikten bahsedilemezdi bile.Yine de kabullenme adına halen koltuktan oturmakta olan çocuktan daha öndeydi.

"Gege." Dedi. Durdu biraz, büyük olanın kendisine bakmasını bekledi. Nihayet Zhan suçlayıcı bakışlarla bile olsa ona baktığında devam etti. " Beni dinlemek isteyeceğin zamanı bekleyeceğim. "

Koltukta oturan çocuğun ona herhangi bir cevabı yoktu, ki o da zaten bir cevap beklemeden sırtını dönüp gitmişti. Zhan ona, gidişine bakarken içinde  kayıp bir tarafın onun gitmesine razı gelmiyor oluşunu anlayamadı. Anlasa bile kuvvetle muhtemel bu kayıp yeri bulamazdı. Çünkü bu yer küçük ve zayıftı. Ancak yakındı ki, Zhan bir gün sadece bu yerden ibaret olacaktı. Tüm hücreleri ile Yibo gitmesin isteyecekti.

Yibo acayip bir sakinlikle yurduna ulaştığında kendisi bile şaşırıyordu bu haline. Oysaki ağlamak geliyordu içinden. Parçalara bölünüp, darma duman olana kadar ağlamak ve göz yaşlarını tükenene dek akıtmak istiyordu. Ama bütün bunlar yerine odasına girip ayakta bekledi bir süre.

Haikuan masasında ders çalışırken ona dönüp baktı ve seslendi. Cevap alamayınca merakla ayağa kalkıp onun karşısına geçti. "Yibo?"

Yibo kolunu tutan el ile irkilerek kendine geldi. Az önce ne düşündüğü bile hatırlayamadı bir süre. Korkulardan yarattığı dünya saf boşluğa hapsetmişti onu. Korku hala vardı ama sanki kalbi, kapıları kırılan ve özgür kalan alevler yüzünden yanıp küle dönmüş, bu yüzden de tamamen hissedemiyormuş gibiydi. Anlatması bile zordu, nasıl yaşıyordu bu haliyle merak etti.

"Yoksun iki gündür, yüzün de solgun gibi iyi misin? Xiao Zhan ile mi birlikteydin, yoksa ailenin yanına mı gittin?"

Haikuan sorularını tek seferde sıralandığında onun ifadesiz kalan yüzü telaşlanmaya başlamasına neden oldu.Yibo sessizdi ve bu sessizlik günler, haftalar sürecekti. Zorunlu olmadıkça konuşmayacak, yemek yemeyecek ve Haikuan tarafından sürüklendiği psikiyatri kliniğindeyken anlayacaktı durumun ciddiyetini.

Biraz aradan sonra dürüstçe "İkisi de." Diye cevap verdi. Bir şeyleri saklayınca sonunda olan bana oluyor diye düşünmüştü. Ama bu düşüncesine rağmen emindi ki yine olsa yine hiçbir zaman konuşmamak için yeminler verirdi.

"Biliyor musun Haikuan gege?" Diyerek sorduğunda nedendir bilmez gülmüştü. Komik değil aksine çok üzücüydü.

"Babamla karşılaştım yine. Evimizi yeniden yakmak, beni de öldürmek istedi."

Tatlı, zayıf bir kahkaha döküldü dudakları arasından. Haddinden fazla büyük ve çok olan şeyler tersine dönmeye meyil ederdi bazı zamanlar. Fazla üzülmüştü, bu yüzden üzüntüsü, titreyen dudakları üzerinde zıttına kavuşmak istiyordu. Bir başka ifade ile çok üzüldüğü için gülüp duruyordu.

Haikuan o sendelediğinde omuzlardan tuttu. Anlam veremeyen bakışları Yibo'nun üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu.

"Sonra."dedi Yibo. İkinci kez bayılmadan hemen önce üzgün bir sesle ama gülerek konuştu. " Zhan gege benim aşkımı öğrendi bu sabah. Konuşmak, anlatmak istedim ona.Bir kere bile dinlemedi beni."

Haikuan yere yıkılan çocuğu tutmaya çalıştı telaşla. Yibo yorgunluktan ve bir süredir yemek yemediğinden bayılıp kaldığında, gözleri kapandı.  Bilincini karanlığa teslim etmeden öncede son bir kez güçlükle mırıldandı.

"Oysa ben, onu hep, ölene dek dinlerdim."

_______

Hissetmek ne renktir acaba?

Xiao Zhan bir haftadır elinde tuttuğu ancak bir türlü başlayamadıği kitabın ilk sayfasında yazan sorunun üzerinde parmaklarını gezdirdi. Bu soruyu melankolik şair Portekizli Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı eserinde sormuştu.

Zor bir soruydu. Zhan ne hissettiğini bile bilmezken, hissettikleri renklere benzetmek konusunda yetersiz kalıyordu. Ama illaki bir renk söyleyecek olsaydı karanlık tonlardan bahsederdi.

Bir haftadır evinden çıkmamıştı. Zhuocheng dışında kimseyle konuşmamıştı. Annesi aramıştı birkaç kere, ama cevaplamamıştı. Ona anlatacak gücü bulamamıştı kendisinde.

Wang Yibo onu seviyordu. Böyle okumuştu günlükte. Yibo da ona böyle söylemişti.

Kabul etmeyi başaramadığı bu gerçek korkutuyor, üzüyor ve onu ne yapacağını bilmediği bir noktaya sürüklüyordu. Yibo'ya karşılık veremezdi. Onu hep, çok fazla önemsiyordu. Bu yalan değildi ancak yüreğini tamamıyla birine adamak fikri onu korkutuyordu. Üstelik bildiği kadarıyla Yibo çok fazla seviyordu. Bu ağır bir yük gibiydi bedeninde. Geçmeyen bir yorgunluk bırakıyordu üzerinde. Kendi duyguları yetmezmiş gibi, başkasının duygularından da  korkuyordu.

Aslında biraz düşünse ve Yibo ile geçirdiği bütün güzel zamanları aklına getirse korkusu dinecek ve ne istediğine kulak verebilecekti.

Ama korkusu ve huzursuzluğu öyle çoktu ki, mantığı köreliyor bütün duyguları dilsiz kalıyor ve  ona bir türlü derdini anlatamıyordu.

Diğer her şey gibi bununda çok farkında olmasa bile o çocukluğundan beri korkarak yaşamıştı. Mesela yaz tatillerinde dedesinin yanına gitmekten korkardı. Onlara alışırım da eve döndüğümde çok özlerim diye gitmek istemez sorunlar çıkartırdı.
Buz pateni yapmayı bıraktığında, gördükçe pişman olurum , geri dönmek isterim diye patenlerini gözlerinden uzak bir yere kaldırmıştı. Ortaokulda ailesi ona küçük bir yavru köpek alıp getirdiğinde başlangıçta onu istememişti. Olur da bir gün ölür ve ben çok üzülürüm diye köpeği kabul etmemişti uzun bir süre.

Kötü bir duyguyu deneyimlememek için köşe bucak kaçmıştı her zaman.

O böyleydi. Güçlü, umursamaz gibi dururdu ama aslında ayağına taş değse canı acır, ince bir iplik parçası gibi zayıf duygular bile onu çok fazla üzebilirdi. Bu yüzden birilerini severken gözleriyle seviyordu sadece. Yüreğine yaklaştırmıyordu kimseyi. Göğsüne, sol yanına en çok yaklaşan kişi Yibo olmuştu ve ondan, diğerlerine göre daha çok korkması için bu güzel bir sebepti.

Düşünce girdabına çekilmeye devam ederken ofladı ve kitabı bıraktı elinden. Bir haftadır okuluna gitmemiş, izlediği dizileri, filmleri kenara bırakmış ve okumayı planladığı kitapları okuyamaz olmuştu. Her şeyi terk etmişti. Sonradan kazandığı özgürlüğü elleri arasından kayıp gitmiş,kalbinin ve mantığının birbiri ile verdiği savaşlardan birinde derince bir kuyu kazmış, en sonunda da kendisini o kuyuya da atmıştı.

Evde gezinen Wei Ying yattığı yatağa gelip onunla oynamak istediğinde tembel hareketlerle onu sevdi. Ama kalkamadı yerinden. Telefonu çaldığında bile doğrulmamıştı. Arayan kişinin Qing olduğunu görünce şaşırdı ve açıp açmama konusunda kararsız kaldı.

Arama tekrara düşmesine rağmen  ısrarla çalmaya devam ettiğinde yeniden ofladı ve telefonu açtı.

"Xiao Zhan?"

Dudakları arasından kısa bir onaylama mırıltısı çıktı ve karşı taraftaki kız konuşmaya başladı.

"Wang Yibo ile aranız mı bozuldu? İkinizi de bir arada görmüyorum bir süredir. Bunu ona sormayı tercih ederdim ama telefonu kapalıydı."

Zhan kaşlarını çatarak doğruldu. Soruyu soran kişi ile duyduğu sorunun arasındaki alakayı anlamayı çalışıyordu. "Neden soruyorsun bunu?"

Kız dürüstçe cevapladı onu. Artık bir beklentisi kalmadığı için gerçek kişiliğini gösterebileceği fikrindeydi. "Yılbaşı günü sizi izleyip durdum biliyor musun?"

Zhan onun, o gün sarhoş olduğunu hatırladı ve devam etmesini bekledi.

"İkiniz epey yakın görünüyordunuz ve ben kısa bir süre kullanılıp kenara atılmış gibi hissettim garip bir şekilde."

Zhan bunları duymamak ve telefonu kapatmak isterken ters bir sekilde konuştu. "Sadece saçmalıyorsun."

Telefonun ucundaki Qing "Ne söylersen söyle. " diye cevaplandı onu." Sadece aranız bozulduysa eğer, sevinmeye başlayacağım."

Zhan bir an ne diyeceğini bilemese de en son öfkesine yenik düştü." Seninle vaktimi nasıl harcayabildim, kendime hayret ediyorum."

Bu söylediğini karşı tarafta bir süre sessizliğe neden oldu ve o daha fazla bir şey duymak istemedi. Telefonu kızın cevap vermesini beklemeden kapattığında yüzünü elleri arasına aldı.

Sadece birkaç dakika boyunca düşündü. Bütün düşünceleri birbirine girerken bu rahatsızlığı, bu huzursuzluğu yaşamayı reddetti. Mantığının anlamsız olduğunu söyleyen haykırışlarını susturdu ve düşünce virajlarında girdiği yolda saplanıp kaldı.

O düşünce yolunun keskin dönüşünde, her şeyi eski haline getirme fikri vardı. Wang Yibo vazgeçerse diye geçiriyordu  zihninden. Eğer o bütün duygularından vazgeçerse bana yalan söylemesini unutacağım. Beni kandırmış olmasını yok sayacağım ve onu yanımda tutacağım diye devam ediyordu düşünce zinciri. Bunun için Yibo'nun ağzından tek bir cümle duyması yeterliydi.

Sonunda düştüğü kuyudan kendisini kurtaracak bir ışık bulmuş gibi oldu.

İçinde yükselen umuda engel olamadı. Ama bu, yapmakta olduğu bu şey sadece kabul edememesinden kaynaklanıyordu. Mantıklı değildi, doğru hiç değildi ve bencilceydi.

Xiao Zhan o an,Wang Yibo'nun duygularını bir kenara bırakabileceğini ya da tümden unutabileceğini sanıyordu. Daha farklı bir bakış açısıyla ifade edilecek olursa, onun duygularında yanılabileceğini  düşünüyordu. Oysaki bilmiyordu bir insan tıpkı  kendisi gibi yanlış fikirlere kapılıp gidebilirdi, ya da yanlış görebilir, yanlış duyabilirdi. Ama yanlış hissedemezdi. Gönül dilinin lügatına yalan sözcüğü hiç eklenmemişti. Xiao Zhan bunu bilmiyordu.

Onun bu bilgisizliği her şeyi daha kötü bir hale getirecekti, tanrı onu izliyordu.

Hızlı hareketlerle üstünü değiştirip arabasının anahtarını aldığı gibi kendisini evinden dışarıya sürükledi.

Yurt binasının önüne geldiğinde telefonuyla bir haftadır aramaya cesaret edemediği ve hep kaçtığı çocuğun numarasını buldu.

Kulağına götürdüğü telefondan bilindik bir telesekreter sesi yükseldi. Telefonu kapalıydı.

Hızlıca yurt binasına girip öğrenci kartını görevliye uzattı. Ardından koşar adımlarla Yibo'nun odasına doğru adımladı.

Kapıyı kısa bir süre çalıp araladığında bir haftadır yatan, uyuyan ve ayağa kalkmaya isteksiz olan Yibo neye uğradığını şaşırmıştı. Yataktan hızlıca doğrulup odaya giren çocuğa baktığında solgun yüzüne renk gelir gibi olmuştu.

"Wang Yibo."dedi Zhan biraz sonra her şeyi berbat bir hale getireceğini düşünmeden.

"Sana bir şans vermek için geldim."

Bunu söylediğinde Yibo'nun kalbi duracak gibi oldu. Soluğu dudakları arasından titreyerek çıktı dışarıya. Kirpiklerine varana kadar bir uyuşukluk hali aldı bedenini. Sonra Zhan, karşısındaki çocuğu yıkacağını, kanatıp derin bir çöküntü altında bırakacağını ve yüreğindeki gülü tümüyle solduracağını bilmeden devam etti.

"Duygularından vazgeçip, arkadaşım olarak kalman için bir şans."

○○○○○○○

Yürüyün, toplanın Zhan'ı pataklamaya gidiyoruz .d

Şaka, şaka.🤣🤣

Bunlar Zhan çocuğumun son çırpınışları, çok gitmeyelim üstüne~

Yibo çocuğuma inanın ailecek çok  üzülüyoruz. 🤧Ama onu ben, kalemimle çok güçlü kıldım. Bu yüzden dayanacak her şeye. Kısacası merak etmeyin, bir gün aşk ile yüreklerini eşitleyecek ve mesut edeceğim onları.

Daha sonra sizinle, eğer gönüllü iseniz yeni kurgulara yelken açacağız. 🤝🏻🤫

Neyse, evin içinde aşık gibi gezerken diğer bölümü yazmaya gideyim ben.

Okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Kendinize güzel bakın. ❤

Görüşmek üzere~~~

Continue Reading

You'll Also Like

49.7K 10.5K 11
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
114K 10.6K 21
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedicated to the person I had to leave. |08.02.24|
12.1K 1.5K 19
Ayrı dünyaların insanlarıydılar. Bu mecazi anlamda değildi, gerçekten ayrı dünyaların insanlarıydılar. Onlar için 'aşk' imkansız değildi. Texting, Dü...
242K 26.1K 21
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!