Çok güvenilen biri olduğundan, Feridun'un emniyette, adli tıpta ve başka yerlerde (ki, bu başka yerlere sokaktaki muhbirler, kadın satıcıları, travestiler dahildi) kendisine bilgi temin eden sağlam dostları vardı. Kızı kaçıran Ahmet, tüm suçlular gibi aptal biriydi. Dövmeciye gerçek adını soyadını bırakacak kadar aptal. Adresini bulması çocuk oyuncağıydı. Ancak orada bulup bulamayacağından emin değildi.
Dedektif, Ahmet'in evine doğru yola çıkarken, tek suçu yanlış yerde, yanlış zamanda bulunması olan bahçıvanın ölümü şüpheli bulunmadığından otopsiye gerek görülmeden defnedildi. Zerrin hem vicdan azabından ağlıyor, hem de suçu ortaya çıkmadığı için seviniyordu. İki cinayet işlemişti, ikisinden de sıyırmıştı. Ama Yeşim hâlâ onun için bir tehditti. Aklına gelince gözleri sinsi sinsi kısılıyor. Yüzünü kin ve nefret bürüyordu.
Ağzında siyah, gül kökünden yapılmış piposu olan adam, Pazarcı sokağına geldi. Altmış, yetmiş yıllık, dokunsan çökecek, orasından burasından naylonlar sarkan, pencere camından soba borusunun çıktığı, eğri büğrü evlerle dolu bir yerdi. Kaldırımda, iki tipsiz muhtemelen uyuşturucu pazarlığı yapıyordu. Biraz daha gitti. Tek numaralar, çift numaralar derken, 23 numaralı evin önünde durdu. Bitişikteki bakkalın önündeki küçük taburelerde iki yaşlı adam oturmuş tavla oynuyordu. Tam zili çalacaktı ki, zilin olması gereken yerde küçük, iki mavi kablo olduğunu gördü. Yüzü yaşlılık lekeleri ve benlerle kaplı ihtiyarlardan biri ağzının kenarında sigarayla ona seslendi.
"Orası aylardır boş. Kimse oturmuyor."
"Öyle mi?"
"Kaç aydır boş. Ahmet diye biri oturuyordu. Bir de baktık taşınmış. Zaten sağlam ayakkabıya benzemiyordu. Elektrik, su borcunu ödememiş. Belediye gelip kapattı ikisini de. "
"Hmm...nereye taşındığını bilmiyorsunuzdur sanırım."
"Ner'den bilelim evlat. Bir daha buralarda görmedik yüzünü."
Öteki:
"Aman görmeyelim de zaten. Meymenetsizin tekiydi." diye ekledi ve avucundaki zarları şıkır şıkır salladıktan sonra attı. "Pencüse, severler güzeli gencüse. He, he, he" diyerek oyuna devam etti.
Feridun, muhtara da sordu ama eli boş döndü.
"Anlaşılan herif sürekli adres değiştiren tiplerden".
diye düşündü. GBT'sinde tehdit, mala zarar verme, dolandırıcılık, darp gibi bir dolu suç vardı. Adres olmayınca işi zorlaşmıştı. Böyle durumlarda en iyi yol sokaktı. Muhbirler hatta kadın satıcıları çok işe yarardı çünkü böyle tipleri tanırlardı. Ne derdi eskiler? "Baz bazla, kaz kazla, kör tavuk, kör horozuyla."
Dedektif, arabasını bir yere park edip, ne kadar tekinsiz sokak varsa dolaştı. Engerek dövmeli adamı gösterip tanıyan birini bulmayı umuyordu ki, bir araba aniden direksiyonu üzerine doğru kırdı. Yılların polislik ve dedektiflik mesleği sayesinde çevik bir hareketle ezilmekten kurtulduysa da, piposu bir yana, kendisi bir yana düşünce, ayağını kırmaktan kurtulamadı. Yine de şanslıydı. Sezisi bunun kasıtlı olduğunu söylüyordu ve yanılmıyordu. Adamın peşine düştüğünü öğrenen Aslan, onu ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Böylece, ayağı alçıya alınan Feridun, Metin'i arayıp durumu anlattı. İsterse bir başkasıyla araştırmaya devam edebileceğini söyledi. Ancak, Metin Haznedaroğlu'nun başka bir dedektifle çalışmaya hiç niyeti yoktu. Feridun'un alçısı çıkana kadar bekleyecekti. Adam işini iyi yapıyordu ki, arılar çomak sokunca sokmaya başlamışlardı.
Feridun, alçının çıkmasını beklerken, kucağında laptop mobeseden kendisine çarpan aracı bulmaya çalışıyordu. O esnada Yeşim ve Serdar, tıpkı ilkokul günlerindeki gibiydiler. Serdar, Özlem'i unutmuş, bu naif, masum çocukluk arkadaşının dostluğuyla yeniden hayat bulmuştu. Bazen Serdar güzel kızı mahsus kızdırıyor, bazen de Yeşim'in cadılığı tutuyordu. Tıpkı ilkokuldaki gibi didişiyorlardı:
"Yeşim yaa! Şu senin Sarman'a bişi söylesene! Hep Luke'u dövüyor."
"N'apiim? Kedi okuluna mı yazdıriim?"
Nezahat ile Gülbahar da onların bu tatlı atışmalarına gülüyor ancak kızı kaçıranların hâlâ bulunmamış olması canlarını sıkıyordu. İkisi de eve ve Emin ailesine çok alışmışlardı. Aile de onlara. Nezahat:
"Gülbahar size öyle alıştık ki, kaçıranlar bulunur da Soma'ya dönerseniz çok arayacağız."
diyor, Gülbahar da:
"Sağolun Nezahat hanımcığım, Allah razı olsun biz de size çok alıştık. Bulunsun da inşallah gelir görürüz, siz de bize gelirsiniz."
diyordu. Bazen Serdar bahçedeki çimenlere oturup gitar çalıyor, Yeşim de onu dinliyordu. Kız:
"Bana da gitar çalmayı öğretsene."
dedi. Gamzeli yakışıklı da tabii ki, zevkle öğretmeye karar verdi.
"Bak şimdi şöyle tutacaksın, hah, sol elinle sapından tut, tamam, iyi. Sağ elinle de telleri tıngırdatacaksın....aslında yeni başlayanlar için belki pena daha iyi olur. Yukarıda çekmecede var."
"Şöyle mi?"
Serdar o kadar yakınındaydı ki, kız, traş losyonundan yayılan amber, misk, mandarin kokusunu Serdar da Yeşim'in saçlarından gelen şampuan kokusunu alıyordu. Yemyeşil gözleri, delikanlının bal rengi gözleriyle karşılaşınca, çocukluktan beri ona aşık olduğunu anlayabilir diye korktu. Yanakları pespembe kızardı. Belki de gitar öğrenme fikri iyi değildi.
"Ay! Yok! Zormuş! Sen çal! Ben dinleyeyim."
diyerek gitarı tekrar gence uzattı. Serdar da ısrar etmedi. Ve güzel bir melodi çalmaya başladı.
Delikanlının annesi onları görünce:
"Şunlara bak Gülbahar hanımcığım, birinin yanında köpek, ötekinin yanında kedi, hani çizgi filmlerde olur ya, dört kafadarlar!"
diyerek güldü. Ertesi gün ise Nezahat hanımın Yeşim ve annesine bir sürprizi vardı. Yeşim'i de yanına aldı. Serdar'a da onları götürmesini rica etti. Genç, nereye gideceklerini bilmiyordu. Arabayı sürerken sorunca annesi:
"Serdarcığım biz kız kıza alışveriş yapacağız. Bizi şu AVM'de bırak. İstersen sen de gel." dedi. Oğlu,
"Anne ya, ben ne anlarım kız kıza alışverişten! Ben de önemli bir yere gideceksiniz sandım. Ne bileyim dedektifle görüşeceksiniz filan sandım." deyince, kadıncağız serzeniştte bulundu:
"Oğlum sen de bir şey içersin ya da arabada beklersin, biz alışverişimizi yapana kadar. Fazla gecikmeyiz. Aa! Kırk yılda bir şey istedim! "
Yeşim de:
"Evet Serdar'ın incileri dökülmesin di mi Nezahat teyze?" diye ekleyince, Nezahat hanım kahkahalarla güldü. Serdar:
"Of! Kadınlar! "
dedi. Ama içinden Yeşim'siz bir gün bile geçirmek istemediğini düşünüyordu. Dünya denen eski ve yorgun gezegene yeni bir aşk doğuyordu. Saatler sonra elleri, kolları renk renk alışveriş poşetleriyle yine hep beraber eve döndüler. Nezahat, Yeşim'e güzel şeyler almıştı. Gülbahar:
"Niye zahmet ettiniz Nezahat hanımcığım? Ben alışveriş deyince sebze, meyve neyim sandıydım. Mahcup ettiniz." dedi.
Nezahat Hanım:
"Aaa! Aşk olsun Gülbaharcığım, hiç duymamış olayım, Yeşim benim de kızım gibi oldu Allah kız evlat vermemişti o kadar zevkle yaptık ki alışverişi, ne olur öyle düşünmeyin üzülürüm yoksa. Hadi Yeşimciğim yeni elbiseni giy de bir görelim. Ay bayıldım ben annesi. Manken gibi oldu Maşallah. " diye yanıtladı. Gülbahar kızına döndü:
"Sağolun..eksik olmayın, hadi giy gel kızım. " dedi. Yeşim, sevinçle merdivenleri çıkmaya başladı. Nezahat hanım ekledi:
"Bu eşarp ve şalları da sizin için birlikte seçtik Yeşim'le."
diyen Nezahat Gülbahar'a da çok şık bir eşarp ve şal hediye etti. Gülbahar teşekkür edip, kendi eski başörtüsünü çıkartıp yenisini takarken, Yeşim, üstünü değiştirip geldiğinde Serdar, uzun bir hayranlık ıslığı çaldı.
" Wow! Fıstık olmuşsun."
"Yaaa! "
diyen Yeşim, biraz utansa da, Serdar'ın hayranlık ıslığı aslında hoşuna gitmişti.
Tam o sırada zil çaldı ve Şenay, içeri girdi.
"Nezahat hanım, Zerrin hanım gelmiş. Ne yapayım?" diye sordu.Ev halkı, hem dedektif tembih ettiği, hem de Metin bey, eşinin ve çocuklarının Yeşim'in varlığından haberlerinin olmasını istemediğinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Nezahat fısıldayarak konuştu:
"Gülbaharcığım, siz Yeşim'le odanızda saklanın, ses etmeyin."
Gülbahar da alçak sesle
"Tamam Nezahat hanımcığım..." diyerek hemen üst kata çıkmadan önce panikle baş örtüsünü ve şalı da aldılar. Nezahat, Yeşim ve annesi üst kata çıkıp gözden kaybolana kadar bekledi. Sonra yardımcısına döndü.
" Tamam şimdi buyur edebilirsin kızım." dedi.
Zerrin, kocaman bir gülümsemeyle içeri geldi. Serdar'ın annesi:
"Hoş geldin Zerrinciğim ne hoş bir sürpriz!" dedi.
"Hoş buldum Nezahat teyze. Şey, Serdar'a hoş geldin demeye geldim. Soma'dan döndüğünü öğrenince çok sevindim. O kötü geceden beri görüşemedik. Nasılsın Serdar?"
"İyiyim sağol, sen nasılsın?"
"Ay, n'olsun? İşte, okul tatil ya, sıkıntıdan patlıyorum aslında. Fikret arkadaşlarıyla FRP oynuyor, ben de hep istiyordum tenise yazıldım. Seni çok özledim. A? Bu da ne? Madenci şeysi değil mi ?"
Zerrin'in gözüne takılan ve "madenci şeysi" dediği, Yeşim'in yanından ayırmadığı babasının baretiydi. Geldiği gün salondaki bir sehpanın üstüne koymuş. Rahmetlinin bareti diye saygıdan ve hürmetten kimse elini sürmemişti. Nezahat ve Serdar ne diyeceklerini bilemediler ancak yardımcıları Şenay:
" Ha o mu? Sadullah beyin bareti o, hatıra olarak saklıyor tozunu alacaktım da...."
diyerek tam zamanında durumu kurtardı. Nezahat, iki genci baş başa bırakıp öğle yemeği hazırlığı için mutfağa indi. Zaten oldum olası Zerrin'i sevmezdi. Kız ona hep yapmacık ve paragöz gelirdi. Zerrin, Serdar'a baygın baygın bakıp, etkilemeye çalışıyordu. Gülbahar ve Yeşim odalarında fısıltıyla konuşuyorlardı.
Gülbahar:
"Günahını almayayım ama senin üvey kardeşlerinin bu işle bir ilgisi olmasın?"
diye sordu.
"Kaçırılmam mı?"
Annesi evet anlamında başını salladı.
"Ama benim varlığımdan haberi yokmuş ki...nasıl olsun?"
"O da doğru. Ne bileyim kızım. Seninle kim niye uğraşsın? Düşmanımız neyimiz de yok."
Alt katta salonda ise Zerrin'in sabrı taştı.
"Ay! Serdar, yaşlılar gibi böyle evde oturmasana. Hadi sinemaya gidelim."
"Kusura bakma Zerrin hiç canım istemiyor."
Zerrin, koltuğundan kalkıp nasılsa kimse yok diye Serdar'ın yanına geldi. Sanki küçük bir çocukmuş gibi onu gıdıklamaya, sıkıştırmaya başladı. Güya bu bir şaka(!)ydı.
"Yaa Serdaaaar! Hadi kalk! Sinemaya gidelim yoksa gıdıklamaya devam ederim!"
"Yapma Zerrin ya! İyi misin?"
Zerrin, Serdar'dan yüz bulmayınca bozuldu.
"Of! Aman! Aman! Sana da şaka yapmaya gelmiyor!"
"Ne şakası ya? Çocuk muyum ben?"
Zerrin, umduğunu bulmayınca, meyva suyunu içip, taze kurabiyelerini yedikten sonra ayağa kalktı.
"Ama Serdarcığım bak böyle olmadı. Bugün ters günündesin galiba, yine geleceğim ve seninle sinema, konser filan...... bir dahaki sefere böyle surat asma ama hadi gül canım. Çuuuz!"
diyerek gitti. Serdar da rahat bir nefes aldı. Serdar'ın bilmediği bir şey vardı, Zerrin sürekli Serdar'la ilgili hayaller kuruyordu, Serdar'la evlendiğini, Paris'e balayına gittiklerini, Seine Nehri kıyısında el ele dolaşıp öpüştüklerini. Rüyalarında da hep Serdar vardı. Arabasıyla giderken,
"Serdarcığım boşuna bana karşı koyma. Sen benim olacaksın. Kaçış yok bir tanem. "
diyerek kendi kendine gülüyordu.
28. BÖLÜMÜN SONU