gelmeyen otobüs, küçük karmaşalar.

Start from the beginning
                                    

Bir yanım; "Saçmalama! Hayatında kusursuz bir şey gördün mü sen hiç? Aniden karşına çıkacak değil ya!" dese bile ben, diğer yanımı tutuyordum.

O haklıydı, Tanrı yanıma gelme şerefinde bulunmuştu.

Sigaramın küllerini beyaz kara doğru silkeledim. Sesini çıkarmıyordu, boğazımı temizledim ve sohbet adı altında sesini kulaklarımı doldurmasını hedefledim.

"Siz de ister misiniz?" Başını olumsuz anlamında iki yana salladı. Saç perçemleri alnına düşmüş, işaret parmağı ile geri atmıştı. Dizlerimin üstüne çöküp, o eller ile kalbimi sökmesi için yalvarabilirdim.

"Tercih etmiyorum, teşekkür ederim." Kullandığı günlük hayatta basitleşmiş kelimleri; bir şarkı, özenle yazılmış bir mısra, piyano sesi, kuşların sabah cıvıltısı...
Akla gelecek en güzel şeylerin birleşmesi gibi söylemesi acımasızcaydı.

Başımı, içimdeki fırtınaya zıt olarak yavaşça sallamıştım. Sigaramdan nefes alıp verene kadar konuşmadık. Otobüsten hâlâ eser yoktu.

"Gecenin bu saatinde otobüs bekleyen sadece biziz sanırsam, gelen veya giden dâhi yok." Ellerini, loş ışığın bana sunduğu imkanlar içerisinde kırmızı olarak seçtiğim ceketinin içine sokmuş, burnunu kapatacak kadar atkısını yüzüne çekmişti. Kıkırdadı,

"Sanırım efendim." Sessizlikten hoşlanan biri olmama rağmen sesini daha fazla duymak ve fırtınamı kasırgaya çevirmeni zevk ve arzuyla istemiştim.

"Bu saatte ne işiniz var buralarda? Soğukta yeltenemez kimse bomboş caddelerde bulunmaya." Uzunca bir süre cevap vermedi, bir yabancıyla konuşmak istemediğini düşündüm. Dehşete kapılmıştım, kelimenin tam anlamıyla yalvaracaktım.

"Maalesef  işim yeni bitti, peki ya siz? Üşümez misiniz tek başınıza?"  İnce düşünceli bir insan olduğu ne kadar da belliydi. Kendi büzülmüş, ufacık kalmışken bile karşısındakini düşünüyordu.

Sigaramı yere atıp üstüne bastım. Karlar, anında zor tutuşan kıvılcımları söndürmüştü. Geriye, gecenin mavisine karışan gri bir duman bahşetmişti. İkimizin de gözleri, çarpık ilerleyen dumana kaymıştı. Otobüs hâlâ gelmemekte ısrarcıydı. Buz tutmuş dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Üşürüm elbet. Fakat arkadaşlarınız ile içtiyseniz bu günde, çıkmak için gözünüzü karartabiliyorsunuz." Güldü. Güzel sesini, farklı yollarla iletmişti şimdi bana. Zarif ellerini cebinden çıkardı. Eldivensiz olduğunu henüz yeni fark etmiştim, bedeni ile uyumlu  parmakları titriyordu.

Isıtmak istedim, âşık da olamazdım ben. Bu hissi anlatın deseler, kelime bile seçemezdim.

İzlediğimi fark etmiş olacak ki, ellerini arkasında birleştirip bir adım geri atarak sendeledi. Gözümü istemeyerek çekmek zorunda kalmıştım. Rahatsız ettiysem, kendimi nasıl temize çıkarırdım karşısında?

Uzun kelimeler aklımı çeldiğinde, otobüsün uzaktan gelen ışıkları yüzümüze yansıdı. Yutkundum, ne zamanıydı bu gelişin ne de yeri.

"Sanırım bir tane geliyor." Ellerini çırpıp yaklaşmakta olan otobüse baktı. İç çektim, fazlaydı belki de.

"Şanslı değilim sanırsam." Âciz sesimi kontrol edememiş, ayrılıyor olma düşüncesi içimi burkmuştu.

Kafasını yana eğmişti. Zarif dudakları kıvrılmıştı, hafif de çıkık gamzeleri vardı. "Ben, öyleymişim."

Durakta durmuş, bizi bekleyen  otobüse bakarken konuşmuştu. Dizinin altında biten çizmelerini düzeltti, paytak adımlar ile ortamı aydınlatan odağa yürüdü.

Gitmesini istememiştim, şu ana kadar soluduğum havayı sadece onunlayken hissedebilmiştim. Bırakamazdı beni, soğuğa terk edemezdi.

Yaslandığım direkten ayrıldım. Arkasından süzülüşünü izlemekten başka bir şey de yapamamıştım.

"İyi geceler efendim." Otobüsün başında bekliyordu. Gülüp, yanına doğru gittim.

"Bekle, adınız nedir?" Eldivenlerimi çıkartırken konuştum. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu,

"Taehyung, Kim Taehyung." Çekik gözlerini üzerimde hissettiğimde, beni izlediğinin farkına varmıştım. Başımı kaldırıp, bir meleği andıracak güzellikte olan esmer tenine, beyaz ışık vurmuştu.

Biliyordum, Tanrı kendini bana göstermişti. Başka açıklaması yoktu karşımdaki güzelliğin, daha önce tatmadığım duyguları yaşamamın.

Yavaş hareketlerle çıkarmış olduğum kumaş parçasını sabırla beklemişti, eldivenleri küçük ellerine verdim.

"Elleriniz üşümüşe benziyordu." Verdiğim siyah büyük eldivenleri sıkıca tuttu, göğsüne bastırdı. Arkamı dönüp uzun zamandır beklediğim yere dönmek, sana veda etmek zorunda kalmıştım. Otobüsün kapıları kapandı, pencereyi açıp bana seslenmişti.

"Peki sizin adınız nedir?" Eldivenlerimi çoktan giymiş, fakat büyük gelmişti. İki elimi ağzımın kenarlarına koydum, karşılık olarak bağırmıştım.

"Jeongguk, Jeon Jeongguk." Gülümsedi, otobüs ışıklarını da alarak gitmişti, ben ise tekrar karşılaşamayacağım bir ruha kaptırmıştım kendimi.

Soğuk geçen bekleyiş ardından bineceğim otobüs gelmişti, ağır aksak adımlarım ile varmıştım. Saatler önce hissettiğim kalp çarpıntısı, sönük bir balon gibiydi.

Kafamı buz olan cama yasladığımda, düşünmeden edememiştim. Lamba, ışık, çakmak, otobüs..

Küçük gösterinin önemsiz parçasıydı herbiri. Ben yalnızca seni beklemiştim, Taehyung. Yanımda duruşunu hissetmek için yaşamış, seni aynı yerde beklemek için yaratılmıştım.

bölüm sonu.

Sakuya, taekook. Where stories live. Discover now