Ay'ın Oğlu'nu özellikle bastırarak söylediğimde yüzündeki gülümsemeyle başını eğip 'Eyvallah' dercesine bir hareket yapmıştı. Bu kez de keyiflenen bendim.

Arat arabayı durdurduğunda iri yapılı adamlar kapımızı açmışlardı. Arat hızlıca inerken ben elbisemden dolayı temkinli bir şekilde inmeye çalışıyordum. Sırtımdaki pelerinim beni biraz zorluyordu. Arat yanıma gelip elimi tutup bana yardımcı oldu.Tuttuğu elimi bırakmadan beni yanına aldı. Giriş oldukça kalabalıktı ve her yerde korumalar vardı. Herkesi kontrol edip öyle alıyorlardı. Arat'ı gören korumalar hazır ola geçiyorlardı. Anlaşılan Arat bu gece herhengi bir sorun istemiyordu. Her adımımızla tüm gözler bize dönüyordu. Hayranlıkla bakanların yanı sıra kıskanç gözlerde üstümüzdeydi. Arat'ın elini daha da sıkı kavradığımda bana yandan bir bakış atıp elimi kaldırıp dudaklarına götürdü. Hafifçe bir öpücük kondurduğunda yalpalamıştım. Ama kendimi hızlı toparladığımdan kimse bir şey anlamamıştı. Lütfen bu gece rezil olmamalıyım.

Arat'ın gülümsemesi biraz daha artmıştı. Rezil olmuştum bile. Ona ters bir bakış attığımda dudağını ısırdı. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken nasıl olurda hem bu kadar karizmatik ama bir yandan da yakışıklı bir yandan da tatlı bir yandan da... Kesmeliydim!

Salona adımımızı attığımız an tüm gözlerin hedefi yine biz olmuştuk. Arat ciddi yüz ifadesine geri dönmüş ve etrafı sert bakışları ile süzüyordu. Bizim için özel olarak ayrılmış olan bölüme ilerleyip oturduk. Salonun her yerini görebiliyorduk. Oldukça ferah olan balo salonu aynı zaman da genişti de, öyle ki iki şehir de sığmıştı. Halkımın yüzünde maskeler vardı. Bu kez maskeli balolarda takılan o süslü maskelerdendi. Sanki yüzyıllar öncesindeydik. Bu yüzümde bir gülümseme oluşmasını sağladı.

Yanımıza birkaç kişi gelip iki şehrin birleşmesine çok sevindiklerini söylemiş ve tebrik etmişlerdi. Yanımıza gelenlerden birkaçı 'Purgatorium'un Efendisi' diyerek Arat'a selam veriyorlardı. En son dayanamayıp ''Purgatorium ne demek?'' Diyerek Arat'a sorduğumda ''Araf demek.'' Diyerek beni cevapladı.

''Hangi dilde?'' Diyerek başka bir soru yöneltmiştim. ''Çok eski bir dilde. Bizden önce kadim güçler tarafında kullanılan bir dil.'' Başımı anladığımı belli ederek sallayıp önüme döndüm.

Bu kez de aklıma başka bir şey takılmıştı. ''Benim şehrimin adı ne?'' Bu zamana kadar asla sorgulamadığım şeyi şu anda sorgulamam biraz tuhaftı. Neden daha önce aklıma gelmemişti ki? Ya da neden kimse şehrimin ismini kullanmıyordu? Kendi halkımın bile ismini söylediğini duymamıştım.

''Lux-Tenebris.'' Arat beni cevapladığında ''Ne anlama geliyor?'' Demiştim merakla.

''Işık ve Karanlık demek ama isminin altında yatan asıl anlam. Karanlığın içindeki ışık demek.''

Bu isim oldukça güzeldi. Benim şehrim, benim halkım karanlığın içindeydi şu an ama ben ışığımızı ortaya çıkartacaktım. Ve bu şey gibiydi 'Yin Yang' Arat'a ''Bu Yin Yang'a benziyor. Kötülüğün içindeki iyilik, iyiliğin içindei kötülük. Öyle değiil mi?'' Dediğimde Arat başını sallayarak beni onaylamıştı. ''Öyle.'' Gülümseyip önüme döndüm.

Karşımda gördüğüm manzara ise oldukça komikti. Bars ve Saye yine tartışıyorlardı. Bars sinirle arkasını döndüğünde arkasında kalan Saye, Bars'ın taklitini yapıyordu. En azından yaptığını düşünüyordu çünkü hareketleri oldukça komikti. Bars tekrar ona döndüğünde hemen hareketlerini kesmiş put kesilmişti. Sesli bir kahkaha attığımda çoğu göz bana dönmüştü. Zaten gözleri üzerimde olanlar bu kez daha dikkatli bakar olmuştu. Arat koluma dokunup dikkatimi kendine toplamıştı. ''Ne oldu?'' Dediğinde fark ettiğim detay gülümseme bırakmıştı dudaklarımda Arat'ın gözlerinin içi parlıyordu. Bu benim kahkahamla mı olmuştu?

GECEΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα