"Kaç gündür bende konuşmadım. En son konuşmamızda  bir haftalığına kafamı dinleyeceğim, demişti."

"Hmm demek öyle. "

Meriç başını sallayarak yanıtladı onu. Giray'ın biraz yüzü düşse de belli etmedi. Gözlerini kaçırttı arkadaşından. Meriç'in kafası harman misaliydi. Gözlerini kaçırtmasa da pek bir şey düşünmeyecekti zaten.

Meriç'i daha da oyalamadan vedalaşıp oradan ayrıldı.

Birkaç hastanın kontrolünden sonra sıra gözlem altında olan astım hastası çocuğa gelmişti.

Meriç odanın önüne gelince kapıyı aralık buldu. Kapıyı biraz daha iterek içeri girecekti ki vazgeçmesi gerekti. Attığı adımı geri yerine koymak zorunda kaldı.

Çünkü az önce cüzdanını düşüren ve insaniyet adına yere düşen cüzdanı alarak peşinden koşturduğu adam tam karşısında duruyordu. Hem de Meriç'i hayrete düşürecek bir vaziyette.

Adam hasta çocuğun yamacına oturmuş, saçlarını şefkatle okşuyor ve ışıl ışıl parlayan gözlerle çocuğun sararmış yüzünde güller açtıran sıcacık bir gülümsemeyle bakıyordu.

Adam bir yandan gülümsüyor bir yandan da çocuğa heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu.
Söyledikleriyle   çocuğun gözlerinin içi gülüyor ve hasta yatağında bir çiçek misali yavaş yavaş açıyordu. Yaşlı kadında koltukta oturmuş kendince dualar ediyor arada da gülümseyen gözlerle onlara bakıyordu.

"Bizim şehir eşkıyasına da bak. Çocuğun çok yakın bir akrabası mı acaba? Belki de abisidir kim bilir?" diye geçirdi içinden . Adamın koşarak hastaneye girdiği ve merdivenleri birer ikişer çıkan hali gelince Meriç'in gözünün önüne bu kanaate varmıştı. Adamın telaşlı halinin nedenini şimdi daha iyi anladı.
Tek anlamadığı şey vardı. Neyden kimden gizleniyordu ki peşinden gitmesinden dolayı bu kadar şüpheye kapıldı. Belli ki korktuğu ya da gizlendiği birileri vardı.

Meriç bu soruların yanıtını çok zaman sonra bulacağından bihaber içeriye girmek için kendini topladı. Ama tam aralık duran kapıyı itmeye hazırlanıyordu ki yan odanın kapısı açıldı ve bir kadın feryat ederek kendini koridora attı.

"Yardım edin. Yardım edin. Yavrum.." dedi ve devamını getiremedi.

Meriç hızla kadına doğru gitti. Korkunun ve endişenin hakim olduğu gözler doktorda buluşunca  ümidin akisleri hızla gözlerinin içini doldurdu. Kadın koşarak odaya girdi. Meriç de arkasından girdi. Feryadı duyan katın sorumlusu baş hemşire de koşup onlara yetişti.

Sesleri duyan içerde ki adam ve çocuk bakışlarını aralık duran kapıya çevirdiklerinde Meriç çoktan gitmişti. Adam yataktan doğrulup kapıya doğru geldi. Koridora göz attı. O sırada Meriç arkası dönük olarak kadının peşinden odaya giriyordu. Adam fenalaşan bir hastanın yakınının feryatları olduğunu anladı ve yatakta moralini yerine getirmek için çabaladığı çocuk , sesleri duymasın diye hemen kapıyı kapatarak tekrar çocuğun yanına geldi. Çocuk endişeli bir o kadar da korkmuş bakışlarını ona dikmişti.

"Korkma aslanım yok bir şey."

Ardından aynı meraklı bakışlarla bakan teyzeye döndü.

"Hastalardan biri fenalaştı herhalde."

Adam biraz daha kaldı yanlarında.   Gelen bir telefon ile oradan ayrılmak zorundaydı artık.

"Zeyd! Aslanım şimdi gitmem gerekiyor. Yarın yeniden gelirim."

"Ama A..."

Adam elini onun dudağına koyarak susturdu onu hemen.

"Şşşttt... İtiraz etme. İlk fırsatta yine gelirim yanına. Tamam mı?"

Çocuk çaresizce kafasını salladı.

"İşte böyle." dedi adam gülümseyerek.

Ardından yaşlı kadına döndü.
"Bir şey olursa mutlaka ara olur mu teyzem?"

"Ararım evladım merak etme sen." Koltukta oturan kadına yaklaştı ve önünde çömelerek kucağında birleştirdiği nasırlı ellerini alıp avuçlarının arasına alarak  bir öpücük kondurdu.

"Senin hakkını nasıl ödeyeceğim teyzem benim. İyi ki varsın."

Kadının gözleri nemlenmişti. 
Kelimeler boğazında düğüm olmuştu. Sadece sevgiyle ona baktı. Karşısındaki bu sevgi dolu bakışın ne dediklerini  çok iyi anlıyor gibiydi.

Ardından kalkıp  çocuğun yanına gitti yeniden. Başına bir öpücük kondurdu, ardından alnını onun alnına dayadı. Ela gözleriyle  karşısında ki çocuğun bakışlarını hapsederek fısıldadı.

"Yanındayım tamam mı? Korkma. İyi olacaksın."

Bu fısıltıyı sevmiş olmalıydı ki,  küçük kollarını adamın boynuna doladı ve huzurun dibine daldığını hissettiği ve dahi özlediği omuza başını yasladı.

O nasıl huzura susamışsa karşısındaki de o derece sussuzluğunu belli ediyordu. Sımsıkı sarıldı oda çocuğa. Kokusunu içine çekti. Uzun kirpiklerin çevrelediği göz kapaklarını usulca kapatıp gülümsedi. Çocuk da gülümsüyordu.

Huzur işte bu kokuda saklıydı onun için. Hiç bitmesin bu sarılış da  hep böyle kalsalardı ya. İstedikleri bundan ibaretti şu an.

Ama biterdi. Sarılan bedenler ayrılırdı, gelenler giderdi, var olanlar yok misali kaybolurlardı...

Her şeyin bir sonu vardı işte bu geçici dünya hayatında.

Birbirinden ayrılmak istemeyen bedenlerde ayrıldı nihayetinde. Çocuk başını yastığa koyarak gözlerini kapadı yorgun düşen bedenin esiri olarak.

Adam da kimseye farkettirmeden sıyrılıp geldiği karanlık dünyasına tekrar geri döndü.

Yanda ki oda da ise Meriç hemen 4-5 yaşlarında ki çocuğa ilk müdahalesini yapıyordu. Çocuğun ateşi aniden yükselmişti. Titriyordu yatağın içinde.

Buz kesen vücudu mora dönmüş dudakları "Anne! Anne!" diyerek ağlıyordu. Anne yanı başında evladını teskin etmeye çalışıyor ve şefkatli elleriyle saçlarını okşuyor ve onu nefesiyle ısıtmak ister gibi arada öpüyordu.

Görevli hemşirelerden Sevda Hemşire Meriç'in verdiği talimatla çocuğun vücudunu ıslak pamuklarla sarmış çocuğun annesiyle birlikte el birliğiyle ateşini düşürmeye çalışıyorlardı. Ağzına verilen ilaçla ve soğuk uygulama ile az sonra yavaş yavaş ateşi düşmeye başladı çocuğun neyse ki. Annenin endişeli bakışları buhar olup uçmuş yerini sevince bırakmıştı.

Çocuk gözlerini açmış annesine az önce ki mücadelede yorgun düştüğünün şahidi olan bakışlarla gülücükler atıyordu.

Çocuklar böyleydi işte...Bir anda solup bir anda çiçek gibi açabiliyorlardı.

AGİSNA (Askıda)Where stories live. Discover now