Meriç içine girmeden uzaktan izlemeyi seviyordu şehri...

Hem zaten değil mi ki yıllarca şehrin cansız aksini  izlemişti hep böyle uzaktan . Hemde bir anne edasıyla kucağında taşıdığı hasreti büyüte büyüte...

Değil mi ki her gece rüyalarında taş sokaklarında yürüyüp  her yanını karış karış derin soluklu bir arayışla dolaşıp durmuştu...

Değil mi ki buram buram o -yani ki Alya- kokmuştu  bu şehir. Taa kilometrelerce öteden...

İşte...Evet işte şimdi tam ortasındaydı hayalinin.

Nerde, ne halde olduğunu,nerde yaşadığını bilmeden sadece onu arıyordu gözleri...

"İğne atsan yere düşmez bu taş sokaklarında, nasıl bulacağım Alya'yı ey şehir? Nereye sakladın onu ki; ondan ne bir iz var ne de haber? Hem biz böyle anlaşmamıştık ki...
Hani gelir gelmez onu karşıma çıkaraktın. Hani döner dönmez köşe başını onunla karşılaştıracak, buluşturacaktın bizi. Ben onu kaybet diye mi sana gönderdim ey gözünü sevdiğim şehir?"

Geldiği ilk günden beri her fırsatta kendisini evinin bu camının önünde bu sözlerle şehirle konuşurken bulurdu. Sesini bir kendisi duyardı bide duymasını umut ettiği şehir. Ona göre her şehrin bir ruhu vardı ve de dili. "Kulak verirseniz duyarsınız." diye düşünenlerdendi o.


..ve kim bilir belki şehir dile gelirde karşısına çıkarırdı bir anda onu... Umudu hep ter û tazeydi  işte onunda. Biliyordu şehir birgün evet birgün ona cevap verecekti...

Ama çabuk ama geç...

Ama şimdi ama yarın...

İlla ki verecekti...

Gözü elinde ki kol saatine gitmeseydi daha da gezinecekti daldığı düşüncelerde. Çünkü bu akşam acil serviste nöbet sırası ondaydı. Hastaneye gitmesi gerekiyordu şuan. Sabah girdiği üç ameliyattan sonra eve geçmişti hemen. Birkaç saat de olsa dinlenebilmişti. Şimdi hastaneye geri dönmesi gerekiyordu. Elinde ki bardakta kalan son yudum reyhan çayınıda içip bardağı mutfağa bıraktı. Yatak odasına geçip dolaba yöneldi.

Dolaptan açık mavi bir gömlek ve siyah kot pantolon seçip yatağa bıraktı. Az sonra çıkmak için hazırdı. Geniş omuzlara sahip olan Meriç sırtına geçirdiği siyah montuyla son kez salon girişinde ki aynadan kendisine çeki düzen verdi. Bal renginde ki gözler ve çukurlu burnu ile yüzü oldukça kusursuzdu. Kalın ve gür kaşları vardı.

Hafif dalgalı ve biraz uzun olan saçları dağılmıştı. Elleriyle saçlarını düzeltti. Parmaklarının arasından kurtulup alnına düşen perçemleri de  geri attı ve evden çıktı.

Hastane çok uzak değildi evinden. Çeyrek saatte oraya vardı. Hastanenin acil kapısına geldiğinde aynı anda bir ambulans da girişte durdu.

Sağlık görevlileri hızla ambulansın arka kapısına yönelip sedyede ki hastayı çıkardılar.

Dudakları mora çalmış, çelimsiz bir bedene ve solgun bir yüze sahip bir çocuk sedyede boylu boyunca yatıyordu. Kesik kesik seslerle bir şeyler söylüyordu. Gözleri kapalıydı.

Meriç koşarak hastanın başında belirdi hemen.

"Hastanın nesi var? Biri bilgi versin hemen."

Yönelttiği soru havada kalmayıp anında yanıt buldu.

"Hocam! 11-12 yaşlarında erkek çocuğu. İleri derecede astım hastası. Evde yarı baygın bulunmuş."

"Müşahedeye alın hemen geliyorum."

AGİSNA (Askıda)Where stories live. Discover now