Davetsiz

204 24 1
                                    

Sabahın erken saatinde binadan çıkmıştım. Hava birazdan tamamen aydınlanacaktı ve daha saat erken olduğu için ekstra soğuktu. Soğuk havayı seviyordum ama şuan soğuktan gözlerim sulanmıştı. Bugün hafta sonuydu. Okula gitmeyeceğim için biraz rahattım. Altımda spor taytım vardı, üzerimde sweatshirt ve onun üzerinde de montum vardı. Beremi ve atkımı takarak yürüyüş yapacaktım. İçimden deniz kenarına gitmek gelse de orasının kalabalık olduğu bildiğim için okulun ormanına yöneldim. Hafta sonu oraya gidecek tek insan ben olabilirdim. 

Kendimi müziğe o kadar kaptırmıştım ki okula hatta ormana geldiğimin farkında değildim. Telefonum çaldığında nerede olduğumu anlamıştım. Arayan kardeşim Berk'ti.

"Efendim." dedim sabit bir sesle.

"Açtı telefonu." dedi Berk ve uzaklaşan sesi kulağıma doldu. Berk benden küçük beşinci sınıf öğrencisiydi. Üç kardeştik. Birde benden iki yaş küçük kız kardeşim vardı. Şuan liseden mezun olmuş üniversiteye hazırlanıyordu.

"Su?" dedi annem.

"Efendim." dedim tekrar.

"Hesabına paranı aktardık. Kiranı da az önce kiracına aktardı baban. Başka ihtiyacın var mı?" dedi annem ve peşine Berk'e seslenip bir şeyler söyledi.

"Teşekkür ederim. Yok." 

"Tamam canım. Olduğunda söylersin zaten. Öpüyorum." dedi arkadan babamın sesini duydum. "Babanın selamı var."

"Sende selam söyle. Görüşürüz." dedim ve terim soğumadan tekrar hızımı arttırarak yürümeye başladım. Ne kadar süre ormanın içinde yürümüştüm bilmiyorum ama yorulunca bir ağacın altında oturdum. Başımı yukarı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Bugün bulutluydu hava. Ve bulutlar koyulaşmıştı. Derin ve huzurla iç çektim. Az önce yaptığımız telefon görüşmesi ister istemez aklıma gelmişti. Annemlerle en son bir ay önce konuşmuştum ve yine böyle bir konuşmaydı. Bu kadardı ilişkimiz. Nasılsın, neler yapıyorsun gibi bir muhabbetin içine girmezlerdi, hoş bende girmezdim. Çünkü ailemden böyle görmüştüm ama istemsizce beklenti içinde olduğumu bazen hissederdim. Bazen...

Acıktığımı hissettim ama yanımda kitabım olsaydı bunu önemsemeden birkaç saatimi burada kitap okuyarak geçirebilirdim. Kalkıp yavaş adımlarla ormanın çıkışına yöneldim. Ben kalkınca arkamdan ses geldi. Başka biri daha olmalıydı ama bunu hiç önemsemedim ve yürümeye devam ettim. Eve yaklaştıkça hızlı bir yağmur başlamıştı. İnsanlarla telaş içinde koştururken ben sakinliğimi koruyordum. Zaten ıslanmıştım ve bundan memnundum. 

Evime yakın pastaneye girdiğimde sahibi güler yüzle beni karşıladı.

"Fena bastırdı buyurun size sıcak çay ikram edeyim." dedi. Nasıl gülümsüyordu?

"Teşekkür ederim. Ben simit alacaktım." dedim ve hala önünde durduğum kapı arkamdan açıldı. Bu benim olduğum yerde sıçramama sebep olmuştu. Birkaç adım ilerleyerek kapıdan uzaklaştım. İçeri giren kişinin geçmesine izin verdim. Kırmızı montlu benden uzun bir adam yanımda durdu. Şemsiyesini kapatınca istemsizce başımı ona çevirdim. Fazla renkliydi ve bu huzursuz hissetmeme sebep olmuştu. Başımı ona çevirince simsiyah gözlerle karşılaştım. Hayran olunası derin simsiyah gözler.

"Hoş geldiniz. Hanımefendinin aksine siz çay ister misiniz?" dedi beyefendi.

"Bende teşekkür ederim." dedi kibar ve tok sesiyle renkli kıyafetli adam. Yanında daha fazla duramayıp birkaç adım daha pastanenin içine ilerledim. 

"Kaç simit alırsınız?" dedi güler yüzüyle bana dönerek.

"İki." dedim.

"Başka istediğiniz bir şey var mı?" dediğinde başımı sallayarak sadece parayı uzattım.

Simitimi alıp çıkarken o adamında iki simit alacağını duymuştum. 

Eve geldiğimde iç çamaşırlarıma kadar her şeyimi değiştirmiştim. Saçlarımın sadece uçları ıslanmıştı ve kurutmak yerine topuz yaptım. Sallama çay sevmesem de uğraşmak istemediğim için sallama çay yaparak sıcak simitimi yemeye başladım. Kahvaltım bitip tam battaniyemin altına girecekken kapı çaldı. Gözlerimi devirip kapıyı açtım. Karşımda benden birkaç yaş büyük bir kadınla çocuk vardı.

"Su merhaba." demişti karşımda ki kadın.

"Tanımıyorum sizi." dedim kadına. Bu cevabım onu gülümsetmişti ve bu bana biraz anormal geldi.

"Üst komşunum." dediğinde sadece başımı salladım. Benden cevap alamayınca devam etti. Ne diyecektim ki?

"Anahtarım içerde kaldı. Giremiyoruz. Yarım saate eşim gelecek. Müsaitsen sende bekleyebilir miyiz?" dedi. İstemsizce kaşlarım çatıldı. Neden tanımadığım birini evime alıyordum?

"Evime başkalarını almaktan hoşlanmıyorum." dediğimde anlayışla başını salladı.

"Yarım saat. Hava soğuk ve çocuk var." 

"Daha dikkatli olmalısın çocuğun varsa." dedim ve kapıyı tam kapatacakken kadın durdurdu.

"Bu kadar vicdansız mısın? Ya çocuk hasta olursa?"

"Çocuğunu neden ben düşünüyorum? Sen sorumsuzluk yaptın anahtarı unuttun diye senin çocuğunun hasta olma ihtimali benim sorumluluğum yada vicdan konum olamaz." Kadın afallamış bir şekilde bana baktı. " İstersen babası gelene kadar çocuğu alabilirim ama seni almam." dedim. 

"Hayır. Sağ ol yine de." dedi tersçe bakarak. Bende bir şey söylemeden kapıyı kapattım. Ve karşı dairenin ziline bastığını duydum. Umursamadan içeri geçmiştim ki kapı tekrar çaldı. Gergin şekilde kapıya tekrar gittim. 

Ve kapıyı açtığım an biri hızla yanımdan süzülüp içeri girdi. Ben de şaşkınca ona baktım.

"Selam Su ben geldim. Birazcık da üniversiteye burada hazırlanmak istiyorum. Evin ne kadar karanlık, hem de öğlenin bir vakti. Allah aşkına şu evini bir elden geçirelim ne olur? Bu arada inanılmaz üşüdüm." dedi. Gelen kardeşim Nazlı'ydı.

"Neden gelmeden haber vermiyorsun?"

"Bilmem." dedi umursamazca ve içeri geçti. Battaniyemin altına girerek benim köşeme oturdu ve telefonunu eline aldı. Çok zıt karakterlerdik biz Nazlı ile. Ben siyahtım ya, o beyazdı. Her anlamda farklıydık. O dışa dönük, herkesle anlaşabilen, sıcakkanlı ve rengarenkti. 

"Neden geldin?" dedim. Evimde ki yalnızlığım ve huzurum bozulmuştu.

"Evde sıkıldım. Okul olmadan bir yıl boyunca o anne ve babayla olmak istemeyeceğimi biliyorsun." dedi.

"Benimle mi olmak istiyorsun?" dedim. Ses tonum onlardan bir farkım yok dese de sanırım içten içe evet cevabını duymak istiyordum.

"Sende onların kızısın Su. Aynısınız ama en azından evde varlığın yokluğun bir. Ve onlara tercih ederim." dediğinde umut kırıntılarım yok olmuştu ve başımı salladım.

"Ama ben evimde kimseyi istemiyorum." 

"Bunu bildiğim için haber vermedim." dedi yüzüme bakıp yapmacık bir şekilde gülerken.

"O zaman kardeşim öncelikle benim koltuğumdan kalk dedim ve üzerinde ki battaniyeyi çektim." Kaşlarını çatarak bana baktı.

"Üşüyorum."

"Burası Antalya değil, İstanbul. Ona göre giyin. Sakın evde ki sessizliğimi bozma. Ben evde yokken ne halt yiyorsan yiyebilirsin."

"Nerede kalacağım?" dedi koltuktan kalkarken. Bu hallerimi yadırgamıyordu.

"Solda ikinci oda misafir odası. İlk oda benim odam dolabımın en altında temiz nevresimler var." dediğimde bir şey söylemeden gitti. Bende kısa süreliğine de olsa eski huzuruma (!) kavuştum.

YaşamamışWhere stories live. Discover now