9: "verilen sözün ağırlığı bilinmez"

8.1K 844 712
                                    

Nurettin Rençber - Söyle Sunam

BÖLÜM 9: VERİLEN SÖZÜN AĞIRLIĞI BİLİNMEZ

Tabaktaki son yumurtaya elimdeki çatalla uzandığım sırada başka bir çatal benden önce davranarak onu almıştı. Çatık kaşlarımı hemen karşımda oturan ve bana zafer ifadesiyle sırıtan Necdet'e çevirdim. Kahvaltı boyunca süren yumurta savaşımızın galibi o gelmişti. Dün sabah olduğu gibi.

"Yemeyenin malını yerler," dedi, haşlanmış yumurta parçasını ağzına atmadan hemen önce.

"E yiyecektim?"

İştahlı iştahlı çiğnerken, "Erkenden yemeyenin malını yerler," diye düzeltti kendisini. Kafamı iki yana sallayarak onu kınar bir tavırla cıkcıkladıktan sonra ekmeğimi yoğurda bandırdım. Köy yoğurdu olması nedeniyle tadı alışık olduğum o yoğurtlardan çok daha lezzetliydi. Ayrıca daha önce hiç yemediğim sıcak suda yumuşatılan lezzetli bir köy peyniri daha vardı. Paketlenmiş kahvaltılıklara alışan bünyeme bu yediklerim olağanüstü güzellikte geliyordu.

"Bugün Ali'nin yanına gitmek istiyorum," dedim, bizim aksimize sessizce kahvaltısını yapan Öztürk'e dönerek. Çayından bir yudum aldıktan sonra, "Ne zaman?" diye sordu.

"Şimdi keçileri çıkardıysa gidebilirim. Sevdim zaten dağa çıkmayı."

"Bu çocuk deli," dedi Necdet, elini havada sallayarak. "Annem beni keçilere göndermesin diye her gün bir keçiyi dağda bırakır gelirdim."

"Ee işe yaradı mı bari?" dedim, tek kaşımı kaldırarak.

"Sekiz yaşındayken yaramıştı da büyüyünce o keçiyi gidip alana kadar eve sokmazdı. Erzurum'un karında kışında o sıcacık evden çıkıp dağ tırmanmak nasıl koyardı anlatamam. Oranın dağıyla buranın dağını da bir tutma ha sakın." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Abov, bir kere harbiden bir keçiyi kaybetmiştim, on dört yaşındaydım galiba. Babam falakaya çekmişti beni. Rahmetlik, ne güzel dövmüştü. Bazen hala acısını hissederim ayaklarımda."

"Atma lan," dedi Öztürk, gülerek. Gülünce yanaklarında oluşan gamzeleri ona farklı bir güzellik katıyordu. Öyle ki ağzımdaki lokmayı bile unutturmuştu bana. İçimi çektiğim sırada boğazıma kaçan artık her neyse öksürerek su bardağına uzanmaya çalıştım. Öztürk benden önce davranarak bardağa su doldurmuş ve bana uzanmıştı.

Necdet, "Helal, helal," derken hala ağzına bir şeyler atma peşindeydi. Öztürk'ün uzattığı sudan birkaç yudum aldıktan sonra yaşaran gözlerimi kolumun yeniyle sildim. "Vallahi bu çocuk ölmeye niyetli," dedi, lokmasını yuttuktan sonra. "Demedi demeyin."

"Bir Feridun bir sen benim ölümümü görmeye çok meraklısınız herhalde?"

"Feridun'la beni bir tutan adam bana neler yapmaz?" Dramatik bir şekilde eliyle dizlerine vurdu. Anlayacaklarından emin olsaydım onun tam bir 'drama queen' olduğunu söylerdim. Gerçekten bu yeteneğini boşa kullanmamalı ve acilen tiyatro eğitimi almalıydı.

"Benden sana gelecek tek kötülük yarın sabah yumurtalarını çalmak olur," dedim, daha yeni çaldığı son lokmadan bahsederek. Ama onun dudakları alayla kıvrılmış ve, "Hangi yumurtamı?" diye sormuştu kaşlarını iki üç kez yukarıya kaldırarak. İma ettiği şeyi anlamam birkaç saniyemi almıştı. Anladığımda ise gözlerim kocaman olurken ağzımdaki çayı püskürtmemek için kendimi zor tuttum.

"Terbiyesiz herif," dedim, suratımı buruşturarak.

"Aa, ne dedim ki şimdi ben?"

"Ya, ne dedim ki şimdi ben mi?"

Sanki o ayıp imayı ben yapmışım gibi, "Dervişin fikri neyse zikri de odur demişler, İnanç Bey," dedi imalı bir şekilde. İstemesem de zihnimde canlanan iğrenç görüntüyle, "Bana ne be senin yumurtalarından," diye çemkirdim. "Off, midem bulandı ya. Al dünyadaki tüm yumurtalar senin olsun." Sofradan kalktıktan sonra üzerimi silkeledim ve ellerimi yıkamak için dışarıya çıktım. Yine buz gibi hava karşıladı beni. Soğuktan titreye titreye ellerime su döktükten sonra tekrar eve girmek için kapıyı tıklattım. Öztürk kapıyı benim için açarken ne ara dilime takıldığını bilmediğim bir şarkıyı mırıldanıyordum o sırada.

Zamanın Eli Değdi Bize ✘ gayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin