what's the difference between a loss and a forfeit

589 45 25
                                    

7 NİSAN 2020

Draco yorgundu. Sadece bedensel olarak değil, ruhu da çok yorgundu. Belki günlerdir hiçbir şey yemeyip uyumamasından kaynaklıydı bu yorgunluğu, belki içindeki ağırlıktan. Yalnızlığın bu kadar kötü hissettirdiği olmamıştı hiç. Halbuki o yalnızlığı severdi. Ama daha önce hiç Harry'nin olmadığı bir dünyada yalnız kalmamıştı ki. 

Yataklarında uzanmıştı. Yanında Harry'nin asla okumasını istemediği, hislerini yazdığı defter gözyaşları yüzünden akmış mürekkebiyle Draco'nun okumayı bitirmesini bekliyordu. Yatağın üstü kurumuş gül yapraklarıyla doluydu, Harry Draco'nun ona verdiği her gülü kuruturdu. Başının altındaki kendi yastığı değildi, üzerindeki kendi sweati değildi. Odanın içinde kendi sevdiği Evgeny Grinko parçaları yerine, Harry'nin sözlerinde kendini bulduğu Linkin Park şarkıları yankılanıyordu. 

Boynuna inen bir damla gözyaşının verdiği gıdıklanma hissiyle tekrardan ağlamaya başladığını fark etti. Beş dakika önce dinen yaşların yanaklarında bıraktığı kurumuş izler tekrar ıslanıyordu şimdi. Silmek için kolunu kaldırmaya bile uğraşmadı. Vücudundaki hiçbir kasın ona itaat etmeyeceğini biliyordu.

Canı o kadar acıyor, o kadar eksik hissediyordu ki. Derisinin altında ona acı veren bir kara delik vardı sanki. Baskı yapan, acı dolu bir boşluk hissetmesine neden olan kocaman bir delik vardı. Beyni onun yokluğuna inanamıyorken kalbi acısını yaşıyordu. Harry'nin ne kadar güçlü olduğunu düşündü. Sevgilisi yıllar boyunca kimseye fark ettirmeden bu hissizlikle yaşamıştı. Eğer deftere yazmasaydı nasıl hissettiğini asla bilemeyecek olmak canını yakıyordu. Sevgilisi o kadar acı çekiyordu, nasıl yıllar boyunca bunu göremeyecek kadar kör olabilmişti?

Gözlerini tavandan ayırıp yavaşça odanın içinde dolaştırmaya başladı. Hemen pencerenin yanında duran kitaplıktaki her kitabı bu yatakta onlarca kez birlikte okumuşlardı. Karşılarındaki gardıropta ne giyeceğine karar veremeyen Harry'nin kıyafetlerini yüzlerce kez o seçmişti. Yatağın arkasındaki tabloyu yaparken boyaları tuval yerine birbirleri üzerinde kullanmaya başlamış, uzun ve zorlu geçen bir banyoda temizlendikten sonra tekrar boya almaya gitmişlerdi.  Geceleri uyuyamayan veya kabus gören Harry'yi tekrar uyutmaya çalışırken yatakların etrafındaki gece lambalarını onlarca gece açık bırakmıştı.

Daha fazla yatakta kalamayacağını hissederek zorla da olsa ayağa kalktı. Boy aynasının önünden geçerken göz ucuyla yansımasına baktı, ağlamaktan helak olmuş yüzünü veya berbat görünen saçlarını umursamadı. Yavaş adımlarla odadan çıktı, koridorun sonuna ulaşıp merdivenleri kaslarını zorlayarak indi. Mutfağın kapısı kapalıydı, o günden beri hiç açılmamıştı. Kapalı kapıyı izleyerek geçen birkaç saniyenin ardından arkasını dönüp adımlarını balkona yönlendirdi. Her taraftaki anılarını görmezden gelmeye çalışarak koltuklardan birine oturdu. 

Güneş tepede ve parlaktı, hava Mart'ın başında olmalarına rağmen sıcaktı, kuş cıvıltıları etrafın sessizleşmesine izin vermiyordu. Her şey normaldi, güzeldi ve bu Draco'nun sinirlenmesini sağlamaya yeterliydi. 16 gün olmuştu sadece, o gideli 16 gün olmuştu ve her şey normaldi. Evren onu unutmuştu, sanki Harry Potter bu dünyada hiç var olmamıştı. Her şey, sadece 16 gün önce sevgilisi kendi evlerinin mutfağında kendini asmamış gibi normaldi. Bunu kabullenemiyordu, sonsuzluğa giden birini unutmak bu kadar kolay olmamalıydı. 

Günlerdir sadece kahveyle besleniyordu, arkadaşlarından mutfaktan çıkarmalarını istediği kahve makinesine ilerlerken yorgundu. Harry'nin kahve sevgisini aşırı sağlıksız bulsa da şimdi kendisi de aynısını yapıyordu. Aşırı yavaş bir şekilde kahveyi ve suyu makineye koyup düğmeye bastı, ayakta durmaya hali olmadığından makine kahvesini yaparken koltuğuna geri döndü.

Hastaneden çıktığından beri uyumamıştı, yaklaşık 6 gün yapıyordu. Arkadaşları yanındayken salonun ortasına yığılıp kalması serumlar ve sakinleştiricilerle son bulmuştu. Gözlerini her kapattığında Harry'yi bulduğu o anları tekrar tekrar yaşıyordu. İşten dönmüştü. Seslendiğinde cevap alamayınca her zamanki gibi kulaklıklarıyla son ses Linkin Park dinleyerek yemek yaptığını düşünerek mutfağa ilerlemişti. Kapı kapalıydı. Açtığında görmeyi beklediği manzara kesinlikle bu değildi.

O Harry'yi saçma hareketler yaparak tezgahın önünde dolaşırken görmeyi bekliyordu, tavana asılmış bir halatın ucunda değil. Zümrüt yeşili gözlerin ona bakarak sıcacık gülümsemesini bekliyordu, yüzünün oksijensizlikten bembeyaz, dudaklarının mosmor olduğunu görmeyi değil. Yanına gidip ona sarılması gerekiyordu, boynundaki ipten kurtarmaya çalışması değil.

Vücudu asla ısınmazdı, ama artık buz gibiydi. Esmer teni onunkiyle yarışacak şekilde bembeyazdı. Onu kucağına aldığında boynuna dolanması gereken kollar şimdi iki yanından cansızca sallanıyordu. Ona tüm sıcaklığıyla, tüm sevgisiyle bakması gereken gözleri donuktu. Sürekli öpmek istediği pembe dudakları mordu. Ama en önemlisi, sıcacık nefesini kendi teninde hissedemiyordu. Kafasını göğsüne dayadığında duyması gereken o tok ses, dünyanın en güzel melodisi, sonsuza kadar susmuştu.

Kahvenin hazır olduğunu belirten sesle gündüz kabusundan uyandı. Gözleri çoktan dolmuş, nefesleri ve kalp atışları çoktan hızlanmıştı. Sevgilisinin halatın ucunda sallanan görüntüsünü gözlerinin önünden silmeye çalışarak makineye yaklaştı. Titreyen elleriyle doldurmaya çalıştığı kahvenin bir kısmı döküldü, fark etmedi bile. Henüz demlenmiş kahveyi direk dudaklarına götürdü, dili yanarken hissettiği acı umurunda olmadı. Kalbindeki ağırlığın yanında dilinin yanması neydi ki?

separation // drarryWhere stories live. Discover now