7. Bölüm: KUŞ YUVASI

256 155 63
                                    

Albatros elinde çalı çırpı ile içeri girdi. Yaklaşık iki saat boyunca dışarıdaydı ve annesi merakla onu beklemişti. Evden içeri girdiğini görünce hemen kapıya koştu.

"Neredesin sen iki saattir? Bu çalı çırpı da ne? Evi kirletme sakın! Aklından ne geçiyor senin?" diye sordu sinirli sinirli. Babası da işten yeni gelmişti.

"Kuş yuvasını tekrar yapacağım. Sayende(!)" Annesi sinirli bir şekilde hemen söze girdi. "Kuş yuvası falan istemiyorum Albatros! Ev böcekleniyor. Getirdiğin çalı çırpıları da doğru dışarı çıkarıyorsun, hemen!" diye azarladı onu. Albatros kaşlarını çattı ve atıldı. "HAYIR!" Koltukaltına kıstırdığı şişeyi çalı çırpıdan dolayı zar zor çıkarttı.

"Bak! Böcek ilacı! Şimdi beni rahat bırak, lütfen!" Annesi tam itiraz ediyordu ki arkada tüm konuşmayı duyan babası gelip annesinin omzuna dokundu. "Bırak ne yapmak istiyorsa yapsın."

Albatros dakikalardır kuşların nasıl yuva yaptığı konulu videoları izliyordu. Akşam yemeğini de doğru düzgün yememişti. Annesi arada sırada balkona gelip sinirli sinirli bakıp geri gidiyordu. Ona kimse engel olamazdı artık, o yuvayı yapacaktı. Çalı çırpıları birleştirmeye başladı. Eski yerine, diğer yuvaya benzer bir yuva yapmayı hedefliyordu. Özenle işe koyuldu ve elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret gösterdi.

Tutkal ve kağıttan hazırladığı hamur biçimindeki harcı çalı çırpı ile birleştirip yassı bir şekle soktu. Yapay tüylerden de doğal görünüm vermek istiyordu. Uğraşlarının sonucunda eskisine çok benzeyen bir yuva hazırlamıştı. Zaten el becerilerinde çok iyiydi. Uçak maketleri yaparken kendini çok geliştirmişti.

Son olarak, eski yuvanın olduğu yere gitti ve etrafına böcek ilacı sıktı. Yuvayı dikkatlice eski yerine kondurdu ve sağlamlığını kontrol etti. Her şey eskisine yakın duruyordu şu an.

Balkonda çok fazla vakit geçirdiği için dağıttıklarını topladı. Balkonun penceresine ve kapı girişlerine de böcek ilacı sıkıp içeri girdi. Balkonda fazlasıyla kirlenmiş ve üşümüştü bu yüzden sıcak bir duşa ihtiyacı vardı.
~

Albatros'un yuvayı yapmasının ardından üç gün geçmişti. Ne anahtardan bir iz vardı ne de kuştan. Anahtardan umudu kesen Albatros, Arda'ya yoğunlaştı. En azından Arda'yı ikna edip kendi taraflarına çekerse diğer kitapları bulma konusunda yardımı dokunabilirdi. Sonuçta onun da güçleri vardı.

Hazırlandığı gibi dışarı çıktı ve okulun önüne gitti. Bugün Cenk ve Doğa ile tiyatroya tekrar gidip Arda'yı bulacaklardı.

Cenk uzaklardan yavaş yavaş geliyordu. Albatros, yaklaşmasını sabırla beklerken ters giden bir şeyler olduğunu anladı. Koşa koşa Cenk'in yanına gitti. Cenk arkasına dönüp hapşırdı ve Albatros'a döndü.

"Dostum ne oldu sana?" dedi Albatros, Cenk'in omzunu tutarken. Ardından Cenk tekrar hapşırdı. "Kanka, ben çok kötüyüm. Dayanırım sandım ama gelemeyeceğim seninle sanırım." Sesi kısılmıştı. Albatros elini Cenk'in alnına koydu. "Oo, dostum yanıyorsun. Hemen eve git. Böyle gelemezsin." Cenk başını onaylar bir şekilde salladı ve tokalaştılar. Normalde gelmek için ısrar ederdi ama gerçekten çok halsizdi.
"Evine kadar seninle geleyim mi?" diye sordu Albatros. Cenk başını iki yana salladı. "Doğa beklemesin, git sen." Albatros tamam anlamında başını salladı ve "Geçmiş olsun, dikkat et bak kendine" dedi. Birkaç dakika boyunca Cenk'in uzaklaşmasını izledi.

Cenk gözden kaybolunca Albatros da Doğa ile buluşacakları yere doğru yöneldi. Giderken heyecan basmıştı çünkü bugün ilk defa baş başa kalacaklardı.

Doğa'yı karşısında görünce heyecandan kalbi pıt pıt atmaya başladı. Doğa ile baş başa kalma düşüncesi zihnine bir bulut salıyor, sağlıklı düşünmesini engelliyordu.

Doğa, Albatros'u görünce ışıl ışıl gülümsedi ama sonra gülümsemesi yavaş yavaş soldu. Albatros ile selamlaştıktan sonra sordu. "Selam. Cenk nerede?"

"Selam. Hasta olmuş. Ateşi vardı, gelmemesini söyledim, zor ayakta duruyordu." diye açıklama yaptı Albatros. Bir an yalan söylüyormuş hissine kapıldı. Doğa onu yanlış anlar diye çok korktu.

Doğa anlayışla başını salladı. "Üzüldüm ama hasta hasta gelseydi daha kötü olurdu. Hava hızla soğumaya başladı zaten, tam hastalık havası." diye yorum yaptı.

"Şifacı olan sensin, bizi iyileştirirsin." Doğa utanarak güldü.

Hava serin olduğu için kırmızı bir sweatshirt giymişti Doğa. Altında siyah pantolon ve siyah spor ayakkabıları vardı. Siyah sırt çantası, deriydi ve çok şık duruyordu.

Albatros onu çaktırmadan süzdükten sonra "E, hadi gidelim o zaman." dedi. Doğa da başıyla onayladı. Yol boyunca ikisi de sessizdi ama arada birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı. Aralarında çok büyük bir enerji akışı olduğunu hissediyordu Doğa. Adını koyamadığı bir çekim vardı.

Albatros tırnaklarıyla oynamaktan etlerini kanatmıştı. Kalbinin atışları hiç yavaşlamıyordu ve soğuk havaya rağmen sırtından soğuk ter damlacıkları süzülüyordu.
***
Tiyatroya geldiklerinde Albatros, derin bir nefes aldı. Yine bir oyun sergileniyordu. Sabırla oyunun bitmesini beklediler. O sırada da Doğa ile konuşmaya çalıştı.

"Ee, okulun nasıl gidiyor?" Doğa omuz silkip "Hiç iyi değil. Aslında çalışkan bir kızım ama bu aralar iyice saldım. Bu gidişle üniversite sınavında başarılı olamayacağım." dedi. Albatros hemen atıldı. "Hayır, sakın öyle düşünme! Daha çalışmak için bir buçuk senen var. Şu başımızdaki büyülü olaylar geçince sana yardımcı olurum."

Doğa, "Keşke trigonometri, şu an yaptığım şifa büyülerinden daha kolay olsaydı." diye bir serzenişte bulundu. Albatros güldü. "Aslında sadece birim çemberi bilsen trigonometriyi yaparsın."

Doğa, "On dokuz yıl lise okusam belki..." diye karşılık verdi ve göz kırptı. "Söz veriyorum, bu iş başımızdan geçtikten sonra sana yardımcı olacağım." Doğa onun gözlerinin içine bakıp tebessüm etti.

Albatros saatine baktı. Oyun bitmiş olmalıydı. Yaklaşık bir dakika sonra tiyatro binasından dışarı bir kalabalık akmaya başladı. "Sanırım bir çocuk oyunu sergilenmiş." dedi Doğa. Çünkü dışarı çıkanlar ailesiyle birlikte gelen küçük çocuklardı. "Birazdan bizim çocuğumuz da çıkar." dedi Albatros. Doğa anlamadı ve Albatros'a dikti gözlerini. Albatros söylediği sözü düşününce panikledi. "Yani... Öyle değil! Arda'dan bahsediyorum. Of, nasıl bir cümle kurdum ben?" diye gülerek eliyle başını kaşıdı. Doğa gülüp "Tamam tamam. Bekleyelim Arda'yı" dedi.

Biraz bekledikten sonra kalabalıktan eser kalmamıştı. Albatros ve Doğa bahçeye bakıyorlardı ama Arda'yı göremiyorlardı. Yaklaşık on beş dakika boyunca bahçede beklediler ama görünürde kimse yoktu. Doğa " Yoksa bugün gelmedi mi?" diye sordu.

"Bilmiyorum. Zaten Arda'nın bizi zorlayacağını biliyordum!"
Doğa, Albatros'un omzuna çekingen bir şekilde dokundu. "Sakin ol, belki birazdan gelir." Albatros Doğa'nın dokunuşuyla elektrik çarpmışa döndü. Gözlerinin içine bakarken bir şey çaktırmamaya çalışıyordu. Çok bir fark olmasa da boy farkından dolayı ona havadan bakıyordu ve Doğa bu açıdan gözüne çok güzel görünüyordu.

Tam o sırada tiyatro binasından bir kız çıktı. Yüzünde simler parlıyordu. Doğa kızı gözleriyle gösterdi. "Bak, Arda'nın yüzündeki simlerden... Ona soralım, belki biliyordur."

Hızlı adımlarla bahçenin ortasına gelip kızın önünü kestiler. Doğa hızlıca atıldı. "Merhaba, size bir şey sorabilir miyim?"

Kız "Tabi." dedi tatlı sesiyle. Doğa devam etti. "Burada bir tiyatrocu vardı. Adı Arda. Tanıyor musunuz?" Kız güldü. "Onu tanımayan yok ki. Adı batsın!"
"Bugün geldi mi?" diye sordu Albatros kızın tepkisine şaşırarak. Kız Albatros ve Doğa'yı kaşlarını çatarak süzdükten sonra sordu. "Siz kimsiniz?" Doğa tatlı bir tavır takındı ve sorusunu cevapladı. "Biz onun arkadaşlarıyız. Yani... Yeni tanıştık ama ona ihtiyacımız var. Biraz uzun bir hikaye."

Kız başını anlıyorum der gibi salladı ve Albatros ve Doğa'ya tekrar şüpheli gözlerle baktı. Sonunda umursamaz bir tavırla omuzlarını indirip konuştu.

"Haberiniz yok mu? Arda tiyatroyu bıraktı."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 16, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ALBATROS: IV. DÖNGÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin