4x4✔️

11.1K 763 92
                                    

YAZIM HATALARINDA LÜTFEN UYARINDÜZELTEBİLEYİM


MERHABALAR.
BU ARABADA ÇALAN MÜZİK SİZİN İÇİN ÖZEL OLSUN DİYE MÜZİK İSMİ KOYMADIM. SİZ O ANLARDA NE DİNLEMEK İSTERDİNİZ?

Bol bol yorum ve vote unutmayın hassasiyetiniz için teşekkürler.




Kızıl saçlı kadın yıllardır kölesi olmuş insanları izlemekten bıkarak tahta oturmuş kraliçenin kulağına fısıldamaya başladı:

- Öldürme onları!

Kraliçe efendisinin sözlerine öfkelense de etraftaki herkesin duymasını umursamadan fısıldadı:

- Ama onlar tehlikeli, yıllardır bu anı bekliyoruz.

Buralarda seslenildiği adıyla Albız Ademoğlunu bir kez daha küçümseyerek iğrendiğini hissetti.

- Zamanı geldiğinde daha önemli bir hayat için kullanacağız.

kraliçe kanının donduğunu hissetti. Kimin hayatı can düşmanınkinden daha değerli olabilirdi? Albız elindeki şişeyi Kraliçeye uzattı.

- Bu şişenin içindekiler hayatlarının karşılığının bedeli olacak. Dedi.






"Bu kız biraz daha geç kalırsa uyuyacağım" diye söylenirken çadırdan içeriye Sera girdi. Bilin bakalım üstünde ne vardı? Tabi ki bu zamana gelirken giydiği kot pantolon ve uzun kollu tunik. Tabi ki onun böyle giyineceğini bildiğim için bende buraya gelmeden önce giydiğim mavi kot pantolon ve uzun kollu badi tabii üşürüm diye de bura da verdikleri keçeden yapılma kaban tarzı bir şey üstüme almıştım. Sera:

- Çok beklettim mi?

Diye sorunca biraz sinirlenerek:

- Hayır, ama biraz daha bekleseydim kesinlikle kök salacaktım. Bu kadar niye geciktin?

- uyuya kalmışım.

Böyle sakince söylemesine delirsem de uzatmanın bir manasının olmadığını bildiğim için:

- hadi çıkalım. Sera sen kesin yolu görmüşsündür diye peşinden geliyorum.

Ufak bir "hah" diye saçlarını savurmasından sonra:

- tabi ki sen yol boyunca çığlık atıp bizi rezil ederek dikkatleri üstüne toplarken ben etrafa bakıyordum.

Yani yemin ederim şu kızı seviyorum ya...

- E... artık yola çıksak hani... Diye sinirle söylenince sera cıvıtarak:

-hay hay efenim, önden siz buyurun.

Kıkırdayarak çıkışa yöneliyordum ki aklıma gelen şeyle

- Buranın havası serttir üstüne bir şey almayacağına emin misin?

Sera biraz yüzünü buruşturarak

-of gelirken aldım o havayı. Daha da geri dönmeye de üşendim. Sana verilen sandıktan versene.

İçimden attığım kahkahayı dışıma yansıtarak orta boylu sandığa yöneldim. İçinden yine keçeden yapılmış kırmızı palto tarzı şeyi Seraya uzatırken aklıma takılan bir soruyu sorma gereği duydum.

- Sence şu kolyenin tılsımı tek kullanımlık mıdır?

-Bilmiyorum... Ama sanırım öyle. Baksana ihtiyaç diyorlar.

Aklıma gelen şeyle:

- Sera buradaki görevimiz neyse onu tamamlarız, muhtemelen burada ki şamandan da yardım istersek belki tekrar bir tılsım yapar.

Derken elim boynumdaki kolyeye gitti.

Sera'nın gözleri parlayarak

- Kayra sen... Allah'ı ben nasıl düşünemedim bunu. Ama tarihi değiştirsek...

- Neyse hadi giyindiysen çıkalım çok oyalandık.

Kafasını yukarı aşağı sallayarak onayladı. Bu sefer çadırdan çıkarken seraya döndüm. Koluma girip beni yönlendirmeye başladı. Obanın çıkışına yaklaştığımızda nedensiz bir şekilde takip edildiğimizi hissettim. Kafamı arkaya doğru çevirdiğimde tabi ki kimseyi görmedim. Yani görüyordum ama herkes kendi halindeydi. Sera kolumu çekiştirerek hızlı olmamızı sağlayarak obanın çıkışına doğru geldik. Ama tabi ki nöbetçiler vardı yani nasıl çıkabiliriz... Diye düşünürken nöbetçiler tabi ki yoktu. Şaşırmadım değil yani. Obadan elimizi kolumuzu sallaya sallaya çıktık. Seraya:

- Bir tuhaflık var.

- Ne oldu yine.

Bu kısmı daha sessiz bir şekilde fısıldayarak:

- Nöbetçiler yok.

Bana bön bön baktıktan sonra gözündeki aydınlanmayı gördüm. O daha sessiz konuşarak:

-Yani bizi takip mi ediyorlar?

- Sence bu önemli toy gününde herkesin bildiği tehlike olan Çin'in saldırılarına karşı basit bir nöbetçi dikemeyecekler miydi?

- Ama neden?

-Sera merak ediyorlar. Ne yapacağız diye.

Tabi ki bu diyalogları seradan bile beklenilmeyecek sakinlikte, fısıldayarak konuşuyorduk. Sera:

- Peki, ne yapacağız.

- Onlara tabi ki casus olmadığımızı göstereceğiz.

- Ama zaten bunu biliyorlar.

- Sera sen olsan gökten düşen yabancı iki kıza güvenir miydin?

- Ama yani gözleriyle görmüşler.

Oflayarak cevap verdim:

-Sera, bu olayı en fazla üç kişi görmüştür. Bu devirde hiç kimse işini bırakıp boş boş gökyüzünü incelemez.

Sera da " Ne olmuş?" diye bakarken zekice kahkaha atıp:

- Sera bizim devirde ''Kesin Amerika'nın oyunudur.'' Derdik.

- Yani buda tabi ki Çin'in oyunu.

Kafamı onaylarcasına sallayarak ormanlık alana doğru sessizce ilerlemeye devam ettik. Sera bir an duraksayarak ileriye doğru bakmaya başladı. Tabi ki kollarımız birbirine bağlı olduğu için aynısını bende yaptım. Sonra ikimizde kollarımızdan aynı anda çıkıp 4x4 arabaya koştuk. Yanına ulaştığımda arabaya kollarımı uzatıp yapıştım. Elimde olmadan bağırarak

- AH... SENİ O KADAR ÖZLEDİM Kİ. CANIM BENİM.

Seranın durumu benden daha acınasıydı. Kollarımız birbirine değdiği için yanımda olduğunu anladım ve ona döndüm. Arabayı öpücüklere sesli bir şekilde boğarak en sonunda tabi ki bağırarak,

- AŞKIM BİR TANEM. SONUNDA KAVUŞTUK.

Bunu arabayı gerçekten sevdiğimiz için bile yapsak ikimizde kendi zamanımızdan bir şey gördüğümüz için mutluyduk. Serada kafasını bana doğru çevirip aynı anda deli gibi kahkaha atmaya başladık. Sera kendini arabadan ayırıp sürücü tarafına geçmek için hamle yaptı. Sonuç olarak bu sefer ben ondan önce davranıp kapıyı açıp koltuğa oturdum. Elim radyo tuşuna gidince belki bir umut radyoyu çalıştırdım. ÇALIŞTI.

Peşimizde olanları unutup son ses müziği açıp dinlemeye başladık. Şu an Sera ne kadar bu şarkıdan nefret etse de kahkaha atıp araba kaportasına yaslandı. Bende tam inecektim ki o esnada camdan içeriye ok girdi. Tabi ki cam yüzüme doğru kırıldığında, tam zamanında anlık bir refleksle yüzümü kollarımla kapatarak çığlık attım.

ZAMAN İPLİĞİWhere stories live. Discover now