zordur yaşamak seni anlayan yoksa

Magsimula sa umpisa
                                    

Beni anlayanlardan birisi ev arkadaşım Yuta'ydı. Aslında Yuta gibi bir ev arkadaşım olduğu için şansım yaver gitmişti diyebilirim. Bana bu zamana kadar çok yardım etmişti, ailem ve dışardaki onca insan beni dinlemezken o dinlemişti. Ama Yuta sadece dinlerdi, ben içimi dökerdim o ise dinleyicim olurdu. Hayır, boş bir duvara konuşmaktan bahsetmiyorum. Yuta beni dinlediğini belli ederdi. Sırtımı sıvazlardı, son sigarası olsa bile o dalı bana uzatırdı, dolapta kalan son bira şişesini kendisi yerine bana ayırırdı. Kısacası vefalı birisiydi. Odasının duvarları kendi yaptığı çizimlerle, dolabı kolsuz tişörtlerle, parfüm şişesi tarçın kokulu parfümüyle, çalma listeleri Metalica şarkıları ile dolu olurdu. Yuta ise yaşanmışlıkla doluydu. Belki de kendi yaşadıklarından dolayı bir yakınlık duymuştum ona. 16 yaşında evden kaçmıştı, sebebi ise çok ilginç ve hayrete düşürecek cinstendi. Serin bir yaz akşamı evimizin balkonunda biralarımızı yudumlarken bana yaşamak için evden kaçtığını söylemişti. Sözleri hâlâ aklımda yankılanıyor.

"Bazen dünyaya kuş olarak gelsem nasıl olurdu diye düşünüyorum. Göklerde süzülsem, kimseye bağımlı olmadan dünyayı dolaşsam... Özgür olmak istiyorum Jaehyun.Birine bağlı olmak istemiyorum, aşık olmak istemiyorum, bir işte köle gibi çalışmak istemiyorum. Ailemin parasını yiyerek onlara bağımlı kalmak istemiyordum. Hem kafes içindeki bir kuş en fazla ne kadar uzun süre yaşayabilir? Onlara bunu anlatmaya çalışsam büyük ihtimalle beni anlamazlardı. Kendimden emin olup gitmeye karar verdiğimde geriye sadece kendimden bir mektup bıraktım. Eğer onlarla konuşmaya çalışsaydım beni dinlemezlerdi, durdurmaya çalışırlardı. Bana ulaşamasınlar diye numaramı değiştirdim, mektubumda beni aramamalarını veya polise gitmemlerini söyledim. Onlarla iletişimi tamamen kesmedim, hâlâ gizli numaradan onları arayıp durumlarını öğreniyorum fakat artık onlara bağlı değilim. Ben yaşamak istiyorum, gerçekten yaşamak istiyorum. Demirlerin ardında, birilerine bağımlı olarak değil; özgür olup, kendi ayaklarımın üstünde. Toplum her ne kadar beni kısıtlamaya çalışsa da, o polis bantlarının arkasına geçmek istersem beni durduramazlar. Bana isyancı deseler de, ben özgürüm. Ben yaşıyorum."

Bu sözleriyle içimdeki bir şeyleri ateşlemişti ve yaşamak istememi sağlamıştı. Sözleri beni o kadar etkilemişti ki birkaç kez aklımda tekrarlayıp unutmamaya çalıştım, hatta bi yere yazmayı aklıma koydum. Hâlâ bir yere yazmadım gerçi ama sözleri yine de aklımda bir yerde kazınmış olarak duruyor, bu bir zafer değil midir? Benim için öyle. Yine de bir yere not etmeliyim, olur da yaşama isteğimi kaybedersem okuyup o isteği geri kazanabilmek için. Yaşamanın gerçek anlamını hiçbir zaman unutmamam için.

Yuta herkesin içinde bir kuş olduğunu söylerdi. Bu kuşların içimizde bulunan yaşama isteğinin ve özgürlüğün bir simgesi olduğunu söylerdi. Bazı insanların bu kuşu öldürdüğüden bahsederdi. Bu insanlar artık hiçbir şeyden zevk almazdı, yedikleri yemeğin tadı olmazdı, yaptıkları her şey onları sadece yorardı, artık hayatı yaşamaya değer kalan şeyleri göremeyecek kadar körleşirlerdi... Bazıları kuşlarını serbest bırakırdı. Kuşları serbest bırakmanın iki yolu vardır; Yuta gibi kısıtlamaları dinlemeden yaşamak veya ruhunun kuşla beraber uçmasına izin vermek... Yuta ikinci yolun da içimizdeki kuşu öldürdüğünü düşünüyordu ama ben böyle düşünmedim, hem de hiçbir zaman. Bana göre bu da bir özgürlük biçimiydi. Yıllardır bedeninize mahkûm olan ruhunuzu özgürlüğe kavuşturup, içimizdeki kuşun onunla beraber uçmasına izin vermek bir yaşam şekliydi bana göre. Yaşam şekli demek biraz garip olur aslında ama yine de ruhumuz yaşarken bence buna bir yaşam şekli diyebiliriz. Zaten sonradan Yuta'nın da bu düşüncesi değişmişti. O da bana katılmıştı.

Gelelim benim hikayeme.

15 yaşımda evden ayrılmaya karar vermiştim çünkü evdekiler beni anlamıyorlardı. Hayır, gerçekten de anlamıyorlardı. Beni dinlemiyorlardı. Dinliyor gibi bile yapmıyorlardı. Bir duvara konuşsam inanın daha yerinde olurdu. Kafalarında sabitleştirdikleri o kalıplaşmış düşünceleri hiçbir zaman bırakmadılar onlar. Çocukluğumdan beri evde çıkan kavgaların sorumlusu bendim. Annem ve babam birbirine bağırarak kavga ederlerdi. Ailemin kavga sebepleri her zaman benimle alakalı olmuştur. Benim düşüncelerim, benim dik kafalılığım, babama bağırmalarım, masayı terk etmelerim, onların dediğine göre "asiliğim"... Kavgayı çıkartan taraf bir şekilde ben oluyordum, kavga bi şekilde büyüyordu ve odama çekiliyordum. Bir şekilde evden ayrılmam gerekiyordu, hem de en kısa sürede çünkü her geçen yıl kavgalar daha çok büyüyordu. En sonunda bardak taştığında ve zamanın geldiğini anladım, bavulumu topladım, köşede birikmiş olan bir miktar paramı aldım ve evi terk ettim. Evin huzuru ve kendi mutluluğum için bunu yapmalıydım. Evden kurtulmalıydım, bunu çok küçükken anlamıştım. İlk birgün evi terk edeceğimi anladığımda 13 yaşımdaydım. 13 yaşımda kafama koymuştum biran önce bu evden kurtulmayı. Aslında yapabilsem annemi de kurtarmak isterdim, belki de üniversiteye geçince ve daha iyi bir eve yerleşince onu da kurtarabilirdim.

kayan son yıldız, jaehyunTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon