eins

47 2 39
                                    

İnsanlar doğar ve ölürler. Bu her ne kadar bildiğimiz bir döngü olsa da her seferinde daha da çok acı vermeyi başarır. Kendi kendine düşünürsün; belki de bu sefer farklı olur. Hayır hayır, eğer bunları yaşıyorsan bir sebebi olmalı değil mi? Çok kötü bir şey yapmış olmalısın. Bunu hak ettin. Bu yaşadığın acıyı hak ettin. Zaman; kendine yalan söylemenin, üzerinde kontrol sahibi olmadığın şeyler hakkında en etkili yöntem olduğunu kanıtladı. Devam et, yazdığın herbir kelimeyi fazla analiz etmeye devam et. Çünkü az da olsa bir süreliğine seni gerçeklikten uzak tutacak tek şey kelimeler, değil mi? Belki de gerçeklikten uzaklaşmayı hak etmiyorsun. Belki de olanları düşünüp, acı çekmelisin. Senden istenilen bu muydu? Tabii ki öyleydi. Yoksa neden bunları yaşıyor olasın? Acı çekmeni istiyordu. Bunu hak ettin. O gece sağ kalmanın tek sebebi daha fazla acı çekmenden emin olacak olmasıydı. Başka bir sebebi olamazdı. Eğer merhametli olsaydı sen de o köprüde ölmüş olurdun değil mi?

"Myra?"

"Hm? Efendim?" Yazmayı kesip, kafamı kaldırarak amcama baktım.

"Evde yemek yok da pizza uygun olur mu?" dedi Frank.

"N'olur uygun de, M." dedi Luke ön koltuktan arkaya dönüp bana bakarak. Ön koltukta oturmayı çok seviyordu ve her ne kadar yasak olsa da bir seferlik oturabileceğini söylemiştik. Çok fazla şey atlatmıştı, minicik bir şey için de olsa mutlu olmayı hak ediyordu. Belki de neler olduğunu anlamıyordu bile. Belki de öylesi daha iyiydi. Daha 9 yaşındaydı, bunlar onun için çok fazlaydı.

Mırıldanarak onayladım ve kafamı indirerek günlüğüme yazdıklarıma baktım. 4.sayfayı yazıyordum. Frank bir şeyler söylüyordu ancak günlüğüme yazdıklarımı baştan okumaya başladığımda söyledikleri silikleşmeye başlamıştı. Aklıma doluşan anılarla bir anda o ana geri dönmüştüm. Fren sesi. Ciğerlerime dolan su. Babamın bana bakıp, "Her şey iyi olacak." diye dudaklarını oynatması. Elimi tutması. Başımdaki basınç. Bilincimin kapanması ve... Zifiri karanlık.

Gözlerimi kırpıştırarak, akan yaşları hızla sildim ve günlüğümü kapatıp, Frank'le Luke'un konuşmasına katıldım.

"Biraz küçük olduğundan-" Frank'in cümlesini böldüm.

"Ne biraz küçük?"

"Ev." dedi Frank. "Ev tek katlı ve biraz küçük ama tavanı yüksek. Ben de sizin için çatı katı tarzı bir yer hazırladım ama tam bir kat sayılmaz. Aşağıdan yukarısı gözüküyor ama hiç yoktan iyidir öyle değil mi?"

Luke heyecanla konuştu. "Çok havalı. Ne kadar kaldı eve?"

"Az kaldı, evlat." Arabadan dışarıya baktım. Saat akşam 4 olmasına rağmen dışarısı oldukça karanlık, kaldırımlar ıslaktı. Önceden yağmuru severdim ancak yaşanan olaydan sonra suyun her halinden korkar olmuştum ve buna rağmen yasal vasimiz olan dayım Frank'in yaşadığı bu sahil kasabasına yerleşmiştik. Pek de bir şansım olduğunu söyleyemezdim gerçi.

Frank'in evine gidene kadar kasabayı bayağı dolaşmıştık. Bir sahil kasabasına göre sevimli bir yerdi aslında. Her köşede bir balıkçı dükkanı vardı.

Uzun bir araba yolculuğunun ardından sonunda gelmiştik. Arabadan inip çevremde göz gezdirirken ciğerlerim denizin ferahlatıcı tuzlu kokusuyla dolmuştu. Frank'in evi marinanın hemen yanındaydı ve onun evinin yanında onunkine benzer birkaç ev daha vardı. Ev, koyu yeşil, tek katlı, minik bir evdi. Arabanın bagajındaki valizime uzandığımda Frank benden önce davranıp, hem benim valizimi hem de Luke'un valizini almıştı. "Ben hallettim." diye mırıldanarak, bagajın kapağını kapattı. Luke çoktan evin basamaklarını çıkmış, evin önünde bekliyordu. Frank, kapıyı açarak içeri girdiğinde biz de sırayla önce Luke sonra ben olmak üzere içeri girmiştik.

İçerisi tahmin ettiğimden de küçüktü. Girişten bakıldığında neredeyse evin tamamı gözüküyordu. Biraz ilerleyip, içeriyi daha detaylıca incelemeye koyuldum. Girişin hemen sol tarafında salon, sağ tarafında ise mutfak bulunuyordu. Solda bulunan iki basamaktan aşağı inerek salona girip, incelemeye devam ettim. En olarak küçük olmasına rağmen tavan oldukça yüksekti. Tavana baktığım sırada çatı katı gibi görünen kısmı fark ettim. Burası kapalı değildi. Karşı karşıya duran iki duvarın üstlerinde iki ayrı kat varmış gibi gözüküyordu. Duvara monte edilmiş bir ranzaya benziyordu. Ayrı bir kattı ama etrafı açıktı. Hemen yanında bulunan, duvara dayanmış merdiveni görünce sırt çantamı yere bırakarak merdivene tırmanıp, yukarıya baktım. Düşündüğüm gibiydi. Ranzaya benziyordu. Sadece yatak, yatağın yanında duran minik bir sehpa ve yatağın ayakucundaki üç raflı minik bir kitaplık vardı. Oldukça minik bir alandı ama nedensizce içim ısınmıştı. Gözüme tatlı ve sıcak gelmişti. "İstersen orayı sen alabilirsin." Frank'in sesini duymamla kafamı arkaya çevirdiğimde bana baktığını gördüm. Merdivenden inerek ona döndüm. "Arabada bahsettiğim yer buraydı. Biliyorum biraz küçük ama-" Duraksadı. "Böyle bir şey olmasını beklemiyordum."

Aklıma gelen düşünceyle içim burkulmuştu. "Bir anda yeğenlerinin sana taşınmasını mı?"

Kafasını iki yana salladı. "Kapım size her zaman açıktı, sadece... Bu şekilde olmasını istemezdim." Bir süre sustuk ve öylece durduk. Luke ise evi tanımakla meşguldü. "Biliyorum bu zor... Birini-" Düzeltti. "İki kişiyi bir neden yokken kaybetmek. Annenle, kardeşimle, çok yakındık. Seninle Luke gibi. Sana yalan söyleyemem Myra, kolay olmayacak. Onların yokluğuna alışmak... Ama sonsuza kadar da sürmeyecek. Ve ben yanında olacağım. Her şey için senin için orada olacağım."

Bir ağlama dalgasının daha gelmek üzere olduğunu hissettiğinde lafını kesmiştim. "Bunun hakkında konuşmak zorunda değiliz."

Kafasını salladı. "Hayır, haklısın. Sadece belirtmek istedim. Uzun zamandır ne seni ne de Luke'u görüyordum, aramızın biraz açıldığının farkındayım ama telafi edeceğim. Eğer herhangi bir şey hakkında konuşmak istersen ben buradayım."

"Frank," Luke'un sesiyle ikimiz de ona döndük. "Pizzayı tahminen ne zaman yeriz?"

The Lighthouse Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin