00 | "people don't like difference."

Start bij het begin
                                    

"Anne..." diye mırıldanmıştım, mağrur bir ifadeyle. Gözlerimi ovuştururken bir yandan da annemin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. "Nereye gidiyorsun?"

Anneme o sırada çok şey söylemek isterdim. Beni neden asla sevgiyle büyütmediği sormak, bir kere sarılmasını istemek... Ancak o sırada, tek sorabildiğim şey nereye gittiği olduğuydu ve inanın, o sırada bunu söylediğim için pişmanım.

"Senden uzağa," diye mırıldannmıştı, sesinde biraz titreme biraz da nefret ve öfke vardı. "Ben... Ben seni sevmiyorum, Alastar. Denedim, gerçekten. Ancak yapamadım, hiçbir zaman yüzüne bakınca içimde sevgiye dair bir şey hissedemedim. Özür dierim, Alastar. Ben bu şekilde devam edemem."

Bacaklarımın küçük bedenimi taşıyamadığını hissetmiştim tam o anda. İnsanlar bildiğiniz üzere dört yaşındaki yaşadıklarını pek hatırlamazdı, ben de öyleydim, ancak o anı unutacak kadar da kendimi sevdiğim söylenemezdi.

Gözlerim anında dolmuş, kendimi boşlukta gibi hissetmiştim. Neyse ki birkaç saniye sonra babam da kalkmış ve burada neler olduğuna bakarken yüzünde bariz bir şaşkınlık belirmişti.

"Anna?" demişti, gözleri bir bavul bir benim tir tir titreyen bedenime bakarken. "Ne —ne oluyor burada? Nereye—"

"Artık dayanamıyorum, Ethan!" Bağırışı kulaklarımda yankılanıp, yüreğimin en derinliklerinde yerini almıştı. "O çocuk —o çocuk normal değil! Bunu sen de biliyorsun ama hiçbir şey yapma gereği duymuyorsun! Ben —ben artık burada olmayacağım. Gideceğim, uzaklara. O çocuktan uzağa, senden—"

"Sen ne dediğinin farkında mısın, Anna?" Babamın sessiz fakat anneme kıyasla duygu barındıran sesi, yaşaran gözleri ile birleşince annem başka yere bakmıştı. "Bunu nasıl diyebilirsin? O bizim çocuğumuz! Ve senin dediğinin aksine normal olmayan bir özelliği yok, o da senden bir parça!"

"Anlamıyorsun." Annem başını iki yana sallamıştı. "Anlamıyorsun, Ethan... O gözler, o gözler korkutucu. Gittiği her yerde insanları korkutacak, insanlar ondan kaçacak. Benim bile içimi ürpertiyor o gözler, bakamıyorum. Bu çocuk bizim büyücülere benzemiyor. Büyük ihtimalle ben ona hamileyken üzerine bir lanet yapıldı, o yüzden böyle... Evet, kesin öyle. Ama nasıl bir lanet olmadığını bilmiyorum ve o yüzden de Alastar sonsuza kadar böyle kalacak. Herkes ondan tırsacak, kimse onunla arkadaş olmayacak. Bunu görmek istemiyorum. Benim çocuğum böyle bir yüz karası çocuk olamaz çünkü."

"Yanılıyorsun!" Babam da en sonunda bağırırken, yanaklarından çenesine doğru akan gözyaşlarını net bir şekilde görmüştüm. Beni kollarıyla sarmış, sanki annem bana bir şey yapacakmış ve beni korumak istermiş gibi, önüme geçmişti. "Alastar çok iyi bir çocuk olacak. Arkadaşlarıyla iyi geçinecek, hatta arkadaşları ona bayılacak, korkmayacak! Biliyorum çünkü onun babasıyım, asla onu kenara atıp bırakmayacağım! Sen annelik duygularından yoksunsun, Anna. Bunu ilk baştan beri biliyordum, evet. Alastar'a hiçbir zaman gerçek bir anne gibi davranmadın, her zaman ona iğrenir gibi baktın ancak öksüz hissetmesin diye sesimi çıkarmadım hiçbir zaman. Şimdi ise —sadece gözlerine mi bağlıyorsun gitmeni? Sen gerçekten de acınası bir insansın o zaman, Anna. Belki de ilk baştan buradan gitmeliydin."

"Sevmeye çalıştım." diye inkâr etmişti, annem. "Gerçek anlamda, sevmeye çalıştım Ethan. Birçok kez denedim. Ama yapamadım, bunun için beni suçlayamazsın—"

"Defol git." diye tıslamıştı babam, hayâl kırıklığını ben bile somut bir hâlde hissederken. Ah, hayır baba, orada annemin gitmesini istemiyordun. Onu hâlâ seviyordun ancak benim iyiliğim için kendi sevginden vazgeçtin, bunu asla unutamam.

"Sana ihtiyacımız yok. Eğer Alastar bir büyücü olursa büyüyünce, onu ben eğiteceğim. Büyü yapamamam önemli değil, ona ben bakacağım ve tüm ihtiyaçlarını karşılayacağım. Şimdi ise seni evimde istemiyorum. Biraz önce yapacağın gibi, bu evden çık ve bir daha gelmemek üzere git."

Annem, o gururlu yüz ifadesiyle, başını çevirdi ve bana veya babama bir kez bile bakmadan, bavuluyla beraber, kapıyı çarparak çıktı. Babam bununla beraber kollarını benden çeker ve yere yığılıp hıçkırarak ağlamaya başlarken; titreyen bedenim ve dolmuş olan gözlerimle çarpılan kapıya bakakaldım.

O günden sonra babam benimle daha da fazla ilgilenmeye başladı. Kendi işine artı olarak yarı zamanlı bir işe daha girdi ve eve para kazandırırken evin tüm işlerini de üstlendi. Ben de ona yardım etmekte kararlı bir şekilde ilerlerken, küçükken evde tek başıma zarar gelmesin diye beni küçük çocukların gittiği bir yüzme kursuna yazdırdı. Bununla beraber güçlendim, geliştim ve babama işlerinde daha da yardım etmek için her günümü spor yapıp güçlenmeye çalışarak geçirdim.

Annem ise o sırada bize para gönderiyordu. Mektubun üzerinde bir isim veyâhut adres yazmıyordu ancak o olduğunu anlayabiliyorduk. Belli ki öyle çekip gittiğinden biraz da olsa pişmanlık duyuyordu. Babam da paraları iki parçaya ayırıyor veya yakıyordu hep. On bir yaşına kadar böyle devam hayatımın sonunda, ki o sırada babamın dediği gibi bir sürü arkadaş edinmiştim ancak çoğu gerçekten de gözümden korkuyordu, beklediğim mektup elime ulaştı ve yüzümde küçük bir gülümseme ile üzerinde yazan şeyleri okumuştum.

"Sayın Mr. Ma'afu,

Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda yerinizin ayrılmış olduğunu size bildirmekten mutluluk duymaktayız. Gerekli kitap ve gereçlerin listesi ilişikte sunulmuştur. Ders yılı eylülde başlamaktadır. Baykuşunuzu 31 Temmuz'dan önce göndermenizi dileriz."

"Eee," demişti babam, yüzünde gerçekten gururlu bir yüz ifadesi ile. "Yeni arkadaşlar edinmeye ve yeni maceralar yaşamaya hazır mısın?"

"Evet." diye mırıldanmıştım. "Evet, hazırım."



ARKADAŞLAR ÇILDIRDIM

HANİ BİR KARAKTERİ BU KADAR BENİMSEYECEĞİM ASLA AKLIMA GELMEZDİ AMA ŞU AN BURADA, ONUN HAKKINDA YENİ KİTAP YAZIYORUM.

ÇILDIRDIM.

ay neyse, beğendiniz mi bölümü?

alastar —given kitabımdaki bir karakterdir bu arada. bilmemeniz gayet doğal :)

where stars die • alastar satia ma'afuWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu