00 | "people don't like difference."

144 16 146
                                    

2007 yılının soğuk ayazında, tam tamına yirmi iki ocak gününde, karlar tepeye yağar ve insanlar kendi sıcak evlerinde aralarında gülerken, sanki ailemi bu kış gününün sıcak olan ortamını yerle bir etmek için oldukça çaba sarf etmek istermiş gibi, ...

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

2007 yılının soğuk ayazında, tam tamına yirmi iki ocak gününde, karlar tepeye yağar ve insanlar kendi sıcak evlerinde aralarında gülerken, sanki ailemi bu kış gününün sıcak olan ortamını yerle bir etmek için oldukça çaba sarf etmek istermiş gibi, zor bir ameliyattan sonra Dünya'ya gelmişim.

Annem, bir cadıdır. Hani şu normal insanların hokus pokus dediği şeylerin gerçeğini yapar ve işinde de oldukça başarılıdır. Sihir Bakanlığında, Büyü Yaratıkları Dairesinde çalıştığını duymuştum babamdan, hoş, hâlâ orada çalışıyor olsa bile şu anda umurumda olmayan tek şey kendisi olabilirdi.

Her neyse işte, doğduğum zaman büyü yapamayan, muggle, babam, o kadar sevinmiş ki hâlâ bana doğduğum zamanı anlatırken gözleri dolar. Diğer yandan, erken doğduğum ve garip bir şekilde durduğum için annem beni hiç de sevmemiş. Sanırım annelik içgüdüsü denen şey ne yazık ki benim annemde yoktu. Bebekken bile, sütünü emzirmekten başka, bana faydası dokunan bir şeyi yokmuş. Bir kere bile sevmemiş beni —tabii babam bana, beni sevdiğini söylerdi ancak yalan söyleyemeyen biri olarak bu konuyu kıvırmakta başarılı olamamıştı.

Eh, annem, dediğim üzere, beni garipserken gerçekten de yanılmıyormuş. Her insanın gözleri bebekken gri-mavi rengini andırır, ancak daha sonra, melonasit adı verilen hücrelerin melanin pigmentini üretmesi sonucu gerçek göz rengimiz belirginleşir. Benimki de öyle olmuştu, ebeveynlerimin hiç beklemediği bir anda göz rengim kendi benliğine kavuşmuştu ve belki de annemin artık benim yaramazlıklarıma, o garip aurama —kısacası bana— dayanamamasından sonra bu bardağı taşıran son damla olmuştu.

Aslında göz rengimin bu kadar çok abartılmasını hiçbir zaman normal bulmamıştım. Evet, o göz rengi çoğu insanda yoktu ancak önceki zamanlarda olanlar vardır, değil mi?

Tahmin edebileceğiniz gibi, gözlerim kıpkırmızıydı. Üzerinde büyü denemişti şifacılar ve özellikle annem, ancak pek de işe yaradığını söyleyemezdim. Gözüm büyü yapıldıktan birkaç dakika sonra deli gibi kaşınmaya başlardı. Belki kötülüğün rengi, belki romantikliğin —ama kesinlikle normal bir şey değil— her türlü insanlarda benden korkma duygusu oluşturuyordu ve bir ara, sadece bunun için gözlerimi yerlerinden çıkarmayı denemiştim —sadece dört yaşındaydım, düşünce yapım gelişmemişti!— başarısızlıkla sonuçlanınca ise, ki bu babamın beni suç üstü yakalaması anlamına geliyor, oldukça büyük bir azar yemiştim ebeveynlerimden. O gün odama kapanıp hiç kimsenin yüzüne bakmamıştım.

Daha sonra ise, o günden tam tamına üç gün sonra, sabah bazı gürültüler yüzünden uyanmış ve küçük bedenimi yataktan kaldırarak meraklı bir edâyla kapımı sessizce açmıştım. Belki de o günü, hayatım boyunca asla unutamam.

Annem, beline kadar gelen siyah saçları, insanlarda hoş bir duygu uyandıran o sıcacık bakışları —bana öyle bakmamıştı hiçbir zaman, yine de başkalarına bakarken o duyguyu görebiliyordum— ve kederli bir yüz ifadesi ile büyük bir bavulu sihir yardımı ile dışarıya çıkarıyordu.

where stars die • alastar satia ma'afuWhere stories live. Discover now