Bölüm-1

2.5K 197 125
                                    



Güzel bir banyonun zeminine yüz üstü düşen her insan gibi bende şans üzerine düşünmeye başladım. En azından benim kadar sert düşerseniz sizde yapın. Beni buraya getirip, ayağımı kaydıran şeyin kader değilde şans olduğuna neredeyse eminim. Yanağımı mecburen dayadığım fayanslar da düşüncemi destekliyor üstelik. Derin bir nefes alabilsem söze öyle başlardım ama her nedense nefes almak canımı yakıyor. Yinede böyle eli kolu bağlı yatarken baştan sona şansımı sorgulamaktan alamıyorum kendimi.

Öncelikle şans göreceli bir kavramdır. Ben bunu yaşayarak öğrendim. İçine doğduğum aile benim doğumumun ardından hızla parçalara ayrılmış. Bana anlatıldığı kadarıyla annem ben henüz altı aylıkken başka bir adamla gitmeyi tercih etmiş. Annemi sorduğum ilk anda aldığım bilgi buydu. Zaman içinde hiç değişmedi. Ben sormayı bırakana kadar annem nerde dediğim her seferde aynı cümleler aynı netlikle kuruldu. "Annen sen altı aylıkken başka bir adamla gitmeyi tercih etti."
Bu bilgileri halamdan aldığım için yanlı olabileceğini düşündüm hep. Ama en gerekmeyen zamanda annemle ve benden sadece 14 ay küçük kız kardeşimle tanışınca halamın olayı bana oldukça yumuşatarak anlattığını ve aslında insanların tercihleri olabileceğinin altını çizdiğini fark ettim. Mesela annemin başka bir adamdan daha ben gögüsündeyken hamile kaldığını anlatmamıştı.

Annemi ilk gördüğümde 14 yaşındaydım. Babamı gerçek anlamda gördüğüm bir gün olduğunu hiç sanmıyorum. Çünkü o beni görmek istemezdi. İçinizde hiç gözlerinin içine katlanılmaz bir acıyla bakılan oldumu bilmiyorum ama babam benim gözlerime öyle bakardı. İşte bu yüzden asla birbirimize tahammül edemedik. O hayatının aşkına benzeyen kızını görmek istemezdi bende bana bakarken onlarca duyguyla kısılan gözlerini görmek istemezdim. O duyguların hiç birisi iyi değildi. Sanki ben babam için kötü bir hatıraydım. Daha küçükken saçlarım turuncu diye beni sevmediğini düşünürdüm. Kısmen doğruydu saçlarımın beni sevmemesinde büyük payı vardı ama konu renkleri değil annemin saçlarıyla aynı olmasıydı.


Eğer ortamda ben varsam babamın neşeli ses tonu bir anda ortadan kalkar ve sanki ilk defa görüyormuş gibi bana bakardı. Öyle dikkatle bakardı ki kendimi suç işlemiş gibi hissederdim. İri kahverengi gözleri önce kocaman açılır, yüz hatları yumuşar ve sonra büyü bir hayal kırıklığı ile gözlerinin içindeki ışık sönerdi. Belki içinde verdiği savaşı anlayacak kadar büyümüş olsam her şeye rağmen ona sarılırdım ama maalesef o anlayışa ulaşmak için önümde fersahlar vardı. İşte bu yüzden ben kendi öz babama hiç bir yakınlık besleyemedim. Yaşarken ölmüş gibiydi.

İşte şansın göreceli olması ve içinde bulunduğunuz durumun sonucuna göre değişmesi bu yüzdendir. Annemin başka birine aşık olup gitmesi benim şansızlığımdı. Eğer gitmese babasının prenses kızı olacaktım olamadım. Ama aynı zamanda şansımdı. Çünkü dünyanın en garip yetişkinleri arasında büyüdüm. Yani halalarım ve eniştelerimle. Bana hiç bir zaman çocuk muamelesi yapmadılar. Ben onlar için küçük bir insan formuydum.

Halalarım bu dünyaya bir karnı paylaşarak gelmişlerdi. Diğer ikizlerden farklı olarak birbirlerine sevgileri rekabet etme arzularını asla bastırmıyordu. Filiz halam İspanyol dili ve edebiyatı bölümünü bitirmiş. İspanya'ya yüksek lisansı için gitmiş ve benim hiç görmediğim dedemi şoka sokarak yanında bir de İspanyol koca getirmiş. Yeliz halam dururmu o da İtalyan dili ve edebiyatı bitirip, İtalya'ya yüksek lisansa gitmiş ve kolunda İtalyan bir kocayla dönmüş memleketine.

Her ikiside bunun tamamen bir tesadüf olduğunu söylesede sevgili eniştelerimin kendi alanlarında uzman hocalar olmalarından yola çıkarak bu garip tesadüfün tamamen bir yarışmanın sonucu olduğunu düşünüyorum.

Annem'den sonra babam bir süre bana bakmaya çalışmış ancak halamlar bir ziyaretlerinde beni fazla pis ve bakımsız bulunca yaptığı şeyin bakım olmadığına ikna olmuş. Onu ikna eden halalarımın baskın karakterimiydi yoksa her zaman her konuda tartışa bilen eniştelerimin bir konuda fikir birliğine varmasımıydı emin değilim. Sonuçta bir Haziran günü beni dedemin Yeşilköy'deki köşküne getirmişler. Dedemin köşkü o öldükten sonra bile hep dedemin köşkü olarak kaldı. Kimsenin gücü bu sahipliği almaya yetmedi.

Ben Yeşilköy'de önünden geçenlerin imrenerek baktığı bir köşkte büyüdüm. Yeşillikler içinde bir bahçe ve sanki evden hiç çıkmayan yetişkinler vardı. Halalarım, çeviri ve tercümanlık yapıyorlardı. Eniştelerim İstanbul üniversitesinde hocaydılar. Yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapıyorlardır. Aslında eğlenceli insanlar sayılabilirlerdi. Tabi o kadar kuralcı olmasalardı. Her işin bir zamanı ve her şeyin bir kuralı vardı halalarım için. Eniştelerimse akademik kariyerleri dışında halalarımın sözünden asla çıkmazlardı.

Sevgili eniştelerim onlara hep isimleriyle seslenmemi istediler. İspanyol Pablo ve İtalyan Marco. Onlar beni bana kan bağıyla bağlı herkesten daha fazla sevdiler. Onların sevgisi öyle bizim anladığımız gibi evladım için canımı veririm türü bir sevgi değildi. Halalarım hiç bir zaman çocuk sahibi olmak istemediğinden ikiside baba olmadılar. Ama bana gerçek babamdan daha çok babalık yaptılar. Sevgilerini gösterme yöntemleri bana bir şeyler öğretmekten geçiyordu onlar için.

Beni kucaklarına almaları için onların öğrettiği şeyleri öğrenmeyi ve yüzlerinde kocam mutlu gülümsemeler oluşturmayı hobi olarak görmeye başladım. İkiside benimle kendi ana dillerinde konuşurdu. Konuşmaya başladığımda İspanyolca, İtalyanca ve Türkçe karışık hibrit bir dil konuşuyormuşum. Daha sonra Pablonun ispanyolca söylediği her şeye İspanyolca ve Marco'nun İtalyanca sorduğu her şeye İtalyanca cevap verdim.

Okula başlamam evdeki yetişkinler için ayrı bir serüven oldu. Eniştelerim kendi ülkelerinden getirdikleri kitaplarla bana okuma yazma öğretmeye başladılar. Halalarımsa okul derslerime yardım edip bana Türkçe okuma yazmayı öğretmeye çalışıyordu. Benim birinci sınıfa başladığım dönem evde seslerin yükseldiği ilk ve son dönem oldu. Sınıfta okuma yazma işini en son ben hallettim. Halalarım için bu durum utanç vericiydi belki ama üç dilde birden okuyup yazabilmemle avuttular kendilerini.

Rekabetleri hep işime yaradı ve neyse ki bana okuma yazma öğretmekle bitmedi. Ben ilerledikçe okuduğum kitaplar ilerledi. Tartıştığımız konular değişti. Daha orta okula giderken planlarım hazırdı. İşe gitmek ve sekiz beş çalışmak istemiyordum. Hayatımdaki tüm yetişkinler gibi bir kaç saat sevdiğim konu üzerine çalışmak yeterdi neden yetmesin?

Ama benim planlarım bir akşam çalan telefonla sekteye uğradı. Babam bir iş seyahatinden dönerken trafik kazası geçirmiş ve kazaen ölmüştü. Gerçi alkolünde kan olmasına rağmen araba kullanan bir insanın intihar etmiş olması daha makul bir açıklamaydı bana göre.

Şans Meselesi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now