Düşüncelerimi dile getirmem için bana böyle bir soru mu yöneltmişti.
Bu adamdan korkulurdu.

Birkaç dakika sonra koltuktan kalktım. Koşar adımlarla pencereye ilerleyip camı açtığımda odaya hücum eden soğuk hava çok iyi gelmişti.

Beni öldürmeye çalışan bu adama karşı kalbimin verdiği tepkiler ne kadar normaldi. Poyraz'a karşı bile böyle hissetmemiştim.
Poyraz, aile dostumuzun oğluydu. Liseye giderken hoşlanıyordum. Bu hoşlantı zamanla son bulmuştu. Bir hasar vermeden gelip geçmişti.

...

Ailemin benden haber alamıyor oluşu ve benim için ne kadar endişelendiklerini düşünmek tarifsiz duygulara sürüklenmeme neden oluyordu. Bütün bu tarifsiz duyguların üzerine özlemleri de eklenmişti.
Neredeyse üç ay olmuştu.

Bahçeden gelen nal sesi ile onun gelmiş olduğunu düşünmüştüm. Nereden geldiğine dair bir fikrim yoktu. Birkaç dakika hareketsizce oturup onun eve girmesini bekledim ama onun yerine bahçeden gelen acı bir at kişnemesi ile pencereye doğru ilerdim. Topallayarak uzaklaşan yaralı atı durdurup durdurmamam gerektiği konusunda tereddüt etsem de atın içimi burkan görüntüsü tereddütlerime son vermişti.
Dış kapıyı kilitlemediğini ümit ediyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda kilitlememiş olmasına hayret ederken arkamdan kapanan kapıyla irkildim. Yine dışarı da kalmıştım. Ahsa'ya gitme fikri benim açımdan hiç iyi olmazdı. Kaçmış olduğumu düşünebilirdi. En iyi fikir onu yaralı atı ile birlikte beklemekti.

Uzaklaşan ata doğru hızlı adımlarla ilerledim.

"Hamra."

Elbette atın dönüp bana bakmasını ya da durması beklemiyordum. Hızla atın önüne geçtiğimde gözlerinden akmış olan yaşı fark ettim. Ne olmuştu da böyle yaralanmıştı. Hayvanları bu şekilde savunmasız görmek beni çok üzüyordu.

"Sen nereye gittiğini sanıyorsun!"

Şiddetli gök gürültüsünü andıran sesi bahçeyi kaplarken dalda kendi halinde duran kuş havalanmış, ilerleyen ay bile durmuştu.

"Ben-"

"Sen ne! Yokluğumu fırsat bilerek dışarı nasıl adım atarsın!"

Kelimeleri bütün bedenimi kaosa sürükledi.
Korktum.
O günden daha da öfkeliydi.
Yüz hatları tamamen gerilmişti.
Gözlerinde saf öfke vardı.

"Atın gidiyordu ve -"

Kolumu sertçe kavradığında yüzümde hissettiğim yakıcı nefes yutkunmama sebep oldu.

"Benim atım sınırlarını bilir! Sende bileceksin! Anladım mı beni!"

Parmakları kolumu daha da kavrayıp sıktığında dişlerimi birbirine kenetledim. Gözlerim buğulanırken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmemeye yeminli gibiydiler.

"Anladım mı dedim!?"

Fırtına da ki gök gürültüsü bile daha merhametliydi. Başımı onu onaylarcasına hareket ettirdiğimde sertçe kolumu bıraktı.
Titrek bakışlarım çehresini buldu.

Bu bakışlar dünyada ki herşeye meydan okurdu.
Korkusuzdu.
Karamsarlıktan eser yoktu.
Issız ve hoyrattı.

Sadece bir an beni anlamak ister gibi baktı. O kadar kısa bir andı ki gözlerinde öyle bir ifade görmesem yanıldığımı düşünürdüm.

"Bir daha kine ne titreyen bedenin ne de o bakışların seni elimden kurtarabilir! Kanını akıtırım!"

Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerine baktım.

"Bakışlarım mı?"

Sayıklar bir dilde söylediğim kelimelere bir cevap vermeden eve doğru ilerdi. Açık olan kapıyı görmem ile şaşırdım. Kapı hemen ardımdan kapanmıştı. Evde olmadığını düşündüğüm zaman zarfında o evde miydi?

"Kanını akıtırım" ne demekti.
Seni öldürürüm demenin dolaylı yolu muydu? Bu sözü hakedecek kadar ne yapmıştım. Ne suç işlediğimi bir de bana söylese belki bu kadar ağır
sözleri söylemesine gerek kalmayacaktı.

"Hamra, o yaralı o yüzden dışarı çıktım sizin evde olmadığınızı düşündüğüm için."

Durması ile kesik bir nefes aldım.
Aniden durmasında bile bir mana var gibiydi. Ben bu kadar heybetli bir adam görmemiştim.

Omuzlarının üzerinden baktı.

"İçeri gir!"

Kaskatı kesilen bedenimle yürümeyi unutup sonradan hatırlamış gibi eve doğru ilerledim.




FİZÂNİWhere stories live. Discover now