Bruce açtığı şarabı ilk kadının bardağına doldururken onu izledi. Vücudunun rahat hareketlerine bakındı. Gereğinden fazla dikkatli olmaya başlıyordu ve nasıl hissetmesi gerektiğinden pekte emin değildi.

Yemekler yavaş yavaş gelirken sessizlik hiç olmuyordu bile. Konuşacak, gülecek bir konuyu her daim buluyorlar, sesleri büyük odada her daim yankılanıyordu.

''Pekala, Wayne malikanesinin bir tarihi var mı?'' dedi kadın, dudaklarının kenarını naif hareketlerle silerken. Bruce gülümsedi, ''Yapımı 19. Yüzyılda başlamış.'' Dedi, duraksadı. Sanki hatırlamak için çok zorlanıyormuş gibisine birkaç mimik yaptı. ''Mmmh. Ancak yerin altında ki mağaradan ve yarasalardan dolayı bitirilememiş. Bir süre sonra Alan Wayne geldiğinde yarasaların gitmesi için bir çözüm bulup inşaate devam etme kararı almış.''

Kadın dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı. ''Çözüm neydi?''

Bruce eski birkaç tatsız anıyı hatırlayarak ''Baykuşlar.'' Dedi, yüzünü ekşitti hafifçe. Ancak kadın masaya doğru hafifçe eğilerek gülümsedi. ''İngiltere'de, bizimkine yakın bir evde, yarasa sıkıntısı vardı ve gazetecileri çağırıp şeytanın onlara musalat olduğundan bahsetmişlerdi. Hikayeyi umduklarından çok daha pahalıya sattılar. Öyle bir evde oturunca, daha çok para için böyle yöntemlere ihtiyacın olmaz sanıyorsun.''

''Demek İngiltere'de yaşıyordun.''

Kadın bir an duraksadı. Düşününce gerçekten adama büyüdüğü yer hakkında pek bir şey söylememişti. Belki kaçınmıştı, belki de artık umursamıyordu bile.

''Aksanım beni ele veriyor sanıyordum.''

''Evet ama hiç bahsetmedin.''

Kadın gözlerini Bruce'tan ayırmadı. Hiç bahsetmedim diye düşündü tekrardan. Adam merak mı ediyordu? Kadın ne diyeceğini bilmediğinden cevap vermedi ve Bruce üstüne de gitmedi. Kadını üzecek bir konu hakkında konuşmak istemiyodu.

Alfred garip bir sessizliğin içine yürürken, tatlı olarak ne istediklerini sordu. Fakat ikisi de çoktan doymuştu ve Bruce'un önermesiyle bahçelerde küçük bir yürüyüş yapma kararı almışlardı.

Dışarı çıkarlarken, Bruce paltosunu kadının omuzlarına koydu ve loş sarı ışıkların arasında yürümeye başladılar. Kıştan sadece bir iki hafta uzaklıktaydılar ve kuruyan dallar, solan bitkiler, artık daha sert esmeye başlayan gece rüzgarı bunu hissettiriyordu.

Öte yandan bu rüzgar, ciğerlerinde ki garip hissi de çalkalandırıyor gibiydi. Paltoya biraz daha sıkı tutundu ve kelimelerini hesapladı. Yetersiz olacağını biliyordu ama yine de hesapladı ve sonunda ''Bir süredir ailemle görüşmüyorum.'' Dedi sessizce. Bruce'a bakmaya cesaret edemedi. Bu konuyu kendi kendine de o kadar iyi görmemezlikten geliyordu ki, şimdi dile dökmek garip hissettiriyordu.

Ama eğer Bruce'ın farklı olmasını istiyor ise, önceden yaşadığı ilişkilerden daha farklı olduğunu bu adama bunu da hissettirmek istiyor ise, belki de özellikle bazı konularda susmayı bırakmalıydı.

''Aslında aramızın kötü olduğunu sanmıyorum.'' Dedi sessizce. ''Orada kalsaydım onların gölgesi gibi olacaktım. Bende bunu istemedim.'' Omzunu silkeledi ve yerde ki taşa bilerek vurdu.

Bruce'a baktı. Onu gerçekten dinliyordu. Mavi gözleri ilgiyle ona bakıyor, diyeceklerini bekliyor ve hatta dediklerini analiz ediyordu. ''Sonra fark ettim ki benim asıl istediğim İngiltere'den, oradan uzaklaşmaktı.''

Florence başını salladı. Bir süre daha konuşmadılar ama başını adamın omzuna yasladı. Her ne kadar hep böylesine bir ilişkiden kaçmış olsa da, şimdi iyi hissediyordu. Bir an bunun bir ihtiyaca dönüşmesinden korktu. Fakat korku hemen uçup giderken, ''Bu güzel'' Dedi. Bunu söylemek o an çok önemli hissettirmişti.

The Artist | Bruce WayneWhere stories live. Discover now