0.0

99 39 11
                                    

Etrafımı süzdüm. Güneş daha yeni yeni doğuyordu. Ayazın serinliğiyle üzerimdeki ince hırkaya sarıldım. İki saate yatıp; şansım varsa geç uyanacak şanssız günümde isem öğlenin dik güneş ışınlarına gözümü açacaktım. Ayağımdaki yumuşak terliği minik hareketlerle yere vururken parmaklarımı da ritmik bir şekilde oturduğum meşe salıncağa vuruyordum. Kulağıma ulaşmaya başlayan kuş seslerine uymaya çalışıyordum kendimce.

Evdeki hareketlenmeyi sezmeden derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Birazdan bir kuşun ötüşü dikkatimi çekecek, kuşun adını merak edecektim. Ama öğrenmek için de hiçbir çabaya girişmeyecektim.

Ellerimi hırkamın cebine koydum. Eve girdiğim an incelemeye değer bir şey bulmadığım için bakışlarımı yere çevirip ahşap merdivenlerden çıkmaya başladım.

Seslere odaklanmıştım. Olmayan seslere. Herhangi bir ses duymak için can atıyordum. Duraksadım. Arkama baktım. Bir farklılık sezmiştim. Sezmemiştim. Sezmek istemiştim. Her şey her zaman bu düzende olmak zorunda mıydı?

Önüme döndüm tekrardan. Az sonra odama girip, biraz daha zaman öldürmek için tavan arasını karıştıracaktım. Ne izleyecek film bulacaktım ne de bir kitap ilgimi çekecekti. Bir süre penceremden dışarıyı izlerdim belki. Geniş olan pervaza oturup, pencereye sırtımı yaslayacak başımı arkaya eğip gökyüzünü izlemeye yeltenecektim. İki çift alayla gülümseyen gözü görüp de minik çığlığı ağzımdan kaçırana dek.

Aklımın bana oyun oynadığını gözlerimi kırpıştırdığımda görüntünün kaybolmasından anlayıp minik adımlarla uyumak için yatağıma yönelecektim. Her adımda kendimi daha da zorlayacak, arkamda bir şey olmadığına inandıracaktım. Bir şey yoktu. Hiçbir şey yoktu. Sadece uykusuzdum. Sadece uykusuz.

İçimde Solan MaviliklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin