on beş

2K 267 43
                                    

Gün çoktan batmıştı, sokak lambaları kaldırımları aydınlatıyordu, yağmur kaldırımın beyaz ve sarı çizgilerini birbirinden ayırt edilmesini zorlaştırıyordu. Damlaların her düşüşünde birikintiler korkuyla titriyor, yansımayı dağıtarak ufak gölcüklere tahavvül ediyordu.

Yağmur damlaları aslen kumral olan fakat ıslandığı için koyulaşan perçemlerden süzülüp Tutku'nun elmacık kemiklerini yalayarak akıp gidiyordu.

Evden çıktığında yağmura inat koşmuş ama dönüş yaparken ufak bir patinajla converse'lerin zeminde kayacağını ve yüz üstü düşeceğini pek planlamamıştı. Ayağa kalktığında yırtılan kotunun altından nispeten kanayan dizinin ve düşerken destek almak için kullandığı avuçlarının acısını boş verip hızlı adımlarla otobüs durağına ilerlemişti. Durağın altında bir süre otobüs beklemiş, ardından acelesi olmasına inat gelmeyen otobüsü boş vererek tekrar yürümeye karar vermişti. Aslında çok da uzakta değildi Onur'un evi, ne ağrısına—sızısına ne de yağmurun kendisini fena hâlde ıslatışına kafa yordu, yol boyunca sadece Onur'un ne durumda olduğunu düşünüp durdu. Yere yığılıp kaldığı, bir yerlerini oraya buraya vurduğu hakkında birden fazla senaryo yazmış, içi içini yiyip durmuştu.

Yüreği endişeyle dolup taşan Tutku ne kadar geçtiğinden emin değildi ama sonunda Onur'un kapısına varmıştı. Apartmanın kapısını izlerken gözlerini kapatarak bir kez daha dua etti. "Tanrım, ne olursun, o iyi olsun."

Daha fazla bekleyemedi, demirin demire sürtüşüyle çığlık atarcasına aralanan kapıyı ittirdi, yağmurdan korumak için gizlediği leylakları kapüşonunun altından çıkararak öncelikle çiçekleri binaya soktu, peşinden o da içeri girdi. İçeri girişiyle aydınlanan apartman aralığında leylaklara baktı, düştüğünde zarar geldiğini düşünmüştü ama herhangi bir sorun yoktu. Hâlâ çok güzellerdi.

Islak ayakkabıları mermer üzerinde izler bırakırken sessiz adımlarla ikinci kata çıkmıştı.

Bir eliyle nemlenmiş leylakları tutarken diğeriyle ıslak saçlarını hafifçe düzeltmişti. Şu an darmadağınık ve komik göründüğünden emindi, Onur'a kendini daha yakışıklı bir hâlde ifşa etmek istiyordu ama artık elden bir şey gelmezdi. Yutkundu. Heyecanla şişip sönen yüreğine derin bir nefes doldurmuştu. Çiçeği titrek elleriyle arkasına götürüp gizlemişti.

Kapıyı çalmış, büyük bir merakla Onur'u bekliyordu fakat kapının ardından "Geliyorum." veya "Kim o?" benzeri herhangi bir ses işitmemişti. Yeniden çalmıştı, yine bekliyordu. Ya yanlış kapıya gelmişti ya da Onur uyuduğu için onu duymuyordu. Bunlar en iyi ihtimallerdi. Kapının aralanmadığı her saniye, kulaklarında hissettiği nabız artıyor, zihnine kötü senaryolar akın ediyordu. Onun için bu kadar endişelenmekten gurur duysa da gerçekten kendisini yıpratıyordu. Artık kibarlığı bir yana bırakarak zile uzunca bastı, kapıyı yumrukladı. "Onur! Onur, orada mısın?"

Bağırışıyla birkaç saniye ardından siyah, çelik kapı aralanmıştı.

Aylar süren mesajlaşma serüveni burada bitmiş; yorgun yeşil gözler, çoşku dolu mavi gözlerle buluşmuştu.

Tanışmaları üzerinden yıllar geçen iki lise arkadaşı aynı kampüsün öğrencileri oldukları hâlde üniversiteye girdi gireli konuşmamış, Tutku lise dönemlerinden kalan hislerini senelerce bastırmak zorunda kalmıştı. Karşısındaki solgun yeşillere duyduğu amoru yıllarca ifade edememişti. Fırsatı olmamış değildi, lisede çoğu zaman beraberlerdi, sadece o kadar cesur olamamıştı. Yakın arkadaşını gönül işleri yüzünden kaybetmektense onunla ilgili tüm yasaklı hislerini yüreğine gömmeyi yeğlemişti. Fakat üniversitesiye geçtiklerinde eski arkadaşını kenarda köşede (herhangi bir yerde) tutup "Seni seviyorum." gibisinden şak diye itirafla kendi topuğuna da sıkamazdı. Erkekti neticesinde ve uzun zaman beraber vakit geçirdiği, onu tanıdığını düşündüğü Onur'dan daha önce hemcinsinlerinden hoşlandığı hakkında bir şey sezmemişti. Lisede kızlar Onur'a tav olup dururdu, o kızlara yüz vermese de bundan içten içe memnun olduğunu Tutku hissederdi. Kısacası Onur kanser olmamış olsa yine bu kadar cesur olamazdı, hâlâ fırsatı varken ilan—ı âşkını ona sunmalıydı.

Kapıyı biraz daha aralayan kahve saçlı oğlanın solgun halini izleyen ıslak gencin kalbi ezilmiş, onu bu kadar bitkin görmesi canını yakmıştı. Geçen onca süre ardından ona bu kadar yakın ve bütünüyle saydam olan mavi gözler, zorlukla tebessüm ederken kısılmıştı. Başını hafifçe sola yatırarak Tutku'nun sesinin çekingen tonu Onur'un kulaklarını yalamıştı.

"Benim Onur. Bileklerinde çiçekler açtıracak olan hani, benim."

Solgun yeşiller lise arkadaşını hatırlıyordu, lise dönemlerinden sonra aralarındaki samimiyetin öldüğüne inanadığı için sonrasında fazla etkileşim içine girmemiş olduğu kişinin haftalarca mesajlaştığı kişiyle aynı olması onu biraz şaşırtmıştı. Küçük bir nostalji dalgasının üzerinden geçmesine izin vermişti. Lise hakkında ve diğer her şey hakkında konuşmayı sonraya saklamak istiyordu. Önceliği onu hasta olmadan içeri almaktı. Hoş geldin demek için dudaklarını araladığında öksürükleri sözcüklerini bastırmıştı.

Tek eliyle ağzını kapatmış, diğeriyle duvardan destek alarak ayakta kalmaya uğraşmıştı lakin bu yeterli olmamıştı.

Sert ve kanlı öksürükler ıslak gencin tebessümünün silinmesine esbab olurken hızlıca ayakkabılarını topuklarına basarak çıkartmış, aralık kapıdan içeri sıyrılmıştı. Her ne kadar kendinden daha kalıplı olsa da argın olan bedeninin çökmesini engellemişti, omzunun altına girmiş, ondan destek almasını sağlamıştı. "Tuttum seni."

Kapı açıkken ve apartman boşluğunu Onur'un öksürükleri doldururken Tutku sakinleşmesi için sırtını sıvazlayıp bir süre öylece beklediler. Öksürükleri küçülmeye başladığında ve Onur'un ciğerleri bir nebze de olsa sakinleştiğinde şefkât dolu ses aralarında asılı kalan kelime sessizliğini yaralamıştı.

"Tamam, tamam." demiş ve duraksamıştı. "Sorun yok, ben buradayım."

Ağır adımlarla lilanın yoğun olduğu koridoru geçmişlerdi, birkaç adım sonra yatak odasına varmışlardı. Islak oğlan, yeşil gözlü genç yavaşça yatağına oturup aynı yavaşlıkta uzanırken ona yardımcı olmuştu. Onur ağzının kenarındaki ıslaklığı elinin tersiyle silip eline bulaşan kanı baygın bakışlarla izliyordu.

Kızıl genç hâlâ elinde olan demet çiçeği kenara koyarak olabildiğince hızla kapüşonunu çıkartmıştı. Kuruması için sandalyeye asmış, ceplerindeki karton kısımları ıslanmaktan neredeyse yırtılacak hâle gelen ilaçları çıkarıp masaya bırakmıştı. Onur'un kendisine iyi bakamadığından emindi, bu yüzden evden çıkmadan önce yara bandına kadar aklına ne geldiyse almıştı. Ortamın aurasını içine çekip onları bundan kurtarmak adına yeni yeni solmaya başlamış demeti eline aldı.

Onu izleyen yeşil gözlere döndüğünde gözlerini kaçırıp yatağa birkaç adım yaklaştı. Gergin ve tuhaf bir hava ortama hakimdi, bunun acilen düzeltilmesi gerekiyordu. Konuşmalarının daha garip olmaması gerekiyordu.

"Bunlar" dedi ve kederle leylaklara bakmıştı. "En sevdiğim çiçekler. Bunları bugün için ben büyüttüm."

Öksürmekten çatlamış, güçsüzleşmiş sesiyle hasta oğlan devam etmişti. "Leylaklar."

Tutku, hasta arkadaşının yanı başına oturduğunda çarşaftaki kuruyarak kahverengiye dönmüş kan lekelerini görmüştü. Bitkin gözlere üzüntüyle bakmıştı. Ona içi gidiyordu, Onur ona acıdığını düşünüyor muydu bilmiyordu ama buna engel olması zaten mümkün değildi.

Hasta genç, yastığının yanındaki telefonunu eline alarak zorlanarak da olsa birkaç mesaj yazmıştı.

BLOOM  BxBWhere stories live. Discover now