Hoşçakal by @raftakihayalet

2 0 0
                                    

Onunla huzurevinde tanıştım.

Çocukluğum ailemin huzurevinde, ömürlerinin son demlerini yaşayan insanların arasında geçmişti. Aklıma bu zıtlık geldiğinde yüreğim hep hüzünle çarpar. Ben hayatın başındaydım, onlar sonunda. Fakat onların tahmin edemeyeceği kadar çok cenaze törenine katılmıştım. Sessizce edilen dualar, gözyaşları. Huzurevi sakinlerinin yarım asırlık ömürlerinde görmedikleri kadar çok ölü görmüştüm.

Huzurevinin üç yüz metre ilerisinde bir mezarlık vardı. Aileleri gözden çıkardıkları bu yaşlı insanları aile mezarlıklarına değil, hemen yanımızdaki mezarlığa gömerlerdi. Böylesi herkes için daha kolaydı.

Sevgilimi kaybedene kadar o mezarlık benim için hiçbir şey ifade etmedi. Neredeyse her hafta cenaze merasimlerine katılırdım, orası yalnızca ölülerin gömüldüğü yerdi. Benim için anlamı sevgilimi kaybettiğimde değişti, sevgilim içinse ailesini kaybettiğinde.

O gün pembe çiçekli, sarı bir elbise giymiş ve saçlarını iki yanda toplamıştı. Yaşlı bir kadının kucağına başını koymuş, tombul elini de yanağının altına sıkıştırmıştı. Altı yaşındaydım, aşk ne demek bilmiyordum. Ona olan hislerim anneme karşı hissettiğim hayranlıkla aynı değildi, babama duyduğum saygıyla aynı değildi.

"Salıncağımı görmek ister misin?" demiştim.

"Salıncak mı?" Tombul yanaklarını gülümsemesiyle daha da şişirmişti.

"Bahçede, babamla yaptık."

"Gidebilir miyim, büyükanne?" Yaşlı kadına dönmüştü, kocaman kahverengi gözleriyle yalvararak bakmıştı ona. Size söylüyorum, o bakışlarına kimse dayanamazdı. Ben hiçbir zaman dayanamadım, büyükannesi de öyle.

"Benimle oturmak istemiyor musun?"

"Ama sıkıldım büyükanne, lütfen."

O anı her hatırladığımda, büyükannesini yalnız bırakmasına sebep olduğum için vicdan azabı çekerim. O yaşlı kadıncağızla haftada yalnızca bir saat görüşebiliyordu, ben o bir saati çalmıştım. Kendi sevdiklerimi toprağa verdiğim zaman onlardan ayrı kaldığım her anın nasıl bir kayıp olduğunu anladım, yıllar boyunca o yaşlı kadından torunuyla geçireceği dakikaları çaldığım için kendimi suçladım.

Onun yanında olmadığım her saniye kaybımdı, onu öpmek için beklediğim her dakika aşkımdan çalınan bir yudumdu.

Salıncakta sallanırken saçları akşam güneşinde parlıyordu. Kahkahalar atarken bir yandan da bağırıyordu.

"Daha yükseğe!"

Elimden geldiğince hızlı sallayarak dilediği gibi yükseğe çıkardım onu. İki yandan toplanmış saçları, salıncağın iplerini sıkıca kavrayan elleri, elbisesinin şişen eteği... O gün nasıl göründüğünü hiç unutmamıştım, geceleri uyumadan önce ne kadar güzel olduğunu aklıma kazımak için onu düşünürdüm. Hep aklımda kalmasının sebebi buydu.

Sonunda kaçınılmaz olan gerçekleştiğinde ona koştum. Salıncak en yüksekteyken dengesini kaybetmiş, yere yuvarlanmıştı.

"Acıyor mu," diye sordum sıyrılmış dizine bakarak. Küçük dudaklarını büktü.

"Acıyor," dediğinde yarasına soğuk nefeslerimi üfledim.

"Annem bir yerim acıdığında kendi yaramı öpmemi söyler," dedim.

"Neden o öpmüyor?"

"İnsanı yalnızca kendisi iyileştirebilirmiş."

Bunu söylememeliydim. Ona demeliydim ki, "Senin canın her yandığında ben yaralarını öpmek için orada olacağım." Bütün acılarını yalnız başına göğüslememeliydi, yanında olacağımı bilmeliydi. Ama ben bunu ona söyleyemedim, sevgilimi yalnız bıraktım. Kendi yaralarını öpsün diye yalnız bıraktım onu, sevgilim canı yandığında kendi kendine iyileşmeyi bekledi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 10, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Saint Vals 2020 AnthologyWhere stories live. Discover now