Bölüm 30: Kabuktan Kopan Yonga | Kısım 2

1.5K 53 10
                                    


Devam ediyor

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Devam ediyor...



''Aferin,'' dedi. ''Benden başka kimseye güvenme...''

Benden başka kimseye inanmadığından emin olacağım.

''Neden sordun?''
''Çünkü seni bir yere götüreceğim.''
''Nereye?''
''Kabuğumdan bir süre uzaklaşmak zorunda kalacaksın,'' dediğinde başımı aniden koltuktan kaldırdım ve elini sıkıca kavradım. ''Neden? Bunu istemiyorum,'' dedim.
''Bende istemiyorum ama yapmam gerekiyor.'' Karanlık gözleri yosun irislerime çarptı. ''Senin için...''

***

Barkan'a nereye gittiğimize dair onlarca soru sordum ancak hiçbirini cevaplamadı. Beni bırakmasını istemiyordum, daha henüz ilerisi için bir şansımız olduğunu mırıldanırken beni öylece bırakacak olmasını anlayamıyordum.
''Ne kadar sürecek peki?'' diye sorduğumda da alabildiğim tek cevap, ''Güvende olduğuna emin olana dek,'' olmuştu.
Oysa, onun yanında kendimi güvende hissediyordum.

Birkaç saat daha ol aldıktan sonra, toz topraktan geçilmeyen büyük bir tarlanın yanında durmuştuk. Geçtiğimiz toprak yollar tüm tozu kaldırdığından, rüzgarla birlikte aracın etrafı tamamen sisli bir duvarla örülmüştü.

Barkan arabadan inip tarlaya doğru ilerlemeye başlayınca peşinden bende arabadan indim. ''Barkan?'' diye seslendim ancak ağzıma giren tozlar nedeniyle sesimi yeterince duyuramadım. Ardından onu takip etmeli miydim bilmiyordum ancak yalnız kalmak istemediğim için peşinden tarlaya girdim. En fazla dize kadar gelen soluk otların arasında ilerleyip, oldukça yavaş bir şekilde yürüyen Barkan'ın ayak izlerini takip ettim.

Dün gece, korkunç bir saldırının ortasında kalmış ve ciddi yaralar almış olmasına rağmen sanki tüm bunlar yaşanmamış gibi heybetli bir şekilde ilerliyordu. Geniş omuzları, yapılı sırtı, ince bacakları ve tarlanın ortasında karanlık bir melek gibi görünmesini sağlayan kanlı takım elbisesi onu yenilmez gösteriyordu. Uzun boyunun gölgesi birkaç metre uzaklıkta olmama rağmen önüme düşüyordu.

Rüzgâr biranda saçlarımı savurdu, görüşümü kapatan sarı saçlarımı düzeltmem birkaç saniyemi aldı. Ağzıma giren ve iğrenç bir tat bırakan saçlarımı sonunda çektiğimde, birkaç adım ilerimde duran Barkan'ın karşısında başka bir adamın olduğunu gördüm. Sanki biranda tarlanın ortasında belirmiş gibi gizemli bir şekilde orada dikilirken, Barkan'dan dolayı kim olduğunu göremiyordum.

Olduğum yerde durdum ve ılık esintinin altında ikilinin ne yapacağını izledim. Tanımadığım bir adamın karşısına çıkmak istemedim ve Barkan'ın bana komut vereceği ana dek bekledim. Güneş hemen tepemizdeydi, rüzgâr otları savuruyor ve naif bir hışırtı oluşturmalarına neden oluyordu. Barkan'ın rüzgârla taşınan tok sesinin yankısını belli belirsiz duydum. Ne dediğini anlayamadım ama uzunca bir şey açıkladığını görebiliyordum.

Çıplak tenimi ısıran ılık rüzgârın etkisi ile kollarımı bedenime sardım ve ovuşturdum. Karnım hala daha acıyordu, aldığım tekmelerin ve koşup düşmekten dolayı incinmiş ayak bileklerimin sızısı geçmemişti. Barkan kıyafetleri dışında ne kadar sağlam görünüyorsa, bende kıyafetim dışında o kadar berbat görünüyordum. Barkan üstümdeki kan lekelerini özenle temizlemişti ancak aldığım darbelerin etkisi için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Şimdi böyle ayakta dururken de her bir yaramın rengini duyabiliyordum.

En kötüsünün karnımdaki darp izi olduğunu düşündüm. Zira en ufak bir baskımda bile etimi onlarca kurtçuk ısırıyormuş gibi hissediyordum. Biraz sonra Barkan arkasını döndü, elini bana doğru uzatıp basit bir gel işareti yaptı. Onun davetini bekleyen bedenim aniden harekete geçti ve ağır adımlarla yanına yaklaştım.

Gözleri her bir hareketimi izleyen, yanına gelene dek elini indirmemiş olan adamın beni etkilemesine izin verdim. Yanına geldiğimde, elimi uzatıp usulca elinin arasına bıraktım ve sonunda karşısındaki kişiyi görebilecek konuma geldim.

''Elis,'' diye mırıldandı adam. Duyduğum ses tüm uzuvlarımı dondurdu. Bedenim aniden üşüdü, kızgın lavlardan kurtulmuş etim soğuk suların arasına gömüldü. Baştan aşağı ürperdim, göz kapaklarım titreşti. Gördüğüm tanıdık yüzün bende bıraktığı etkileri es geçemedim, ellerim titredi ve bir anda bacalarımdaki tüm güç çekildi. Barkan'ın güçlü kolları beni yakaladığında kolları arasına yığıldım.

''Elis,'' diye telaşla soluyup üzerime atıldı adam. Karşımdaki yüzün bir hayal olduğunu, saatler önce içimden alınmış olan zehrin son bir koz ile beni alt etmeye çalıştığını düşündüm.
''O iyi mi? Yongayı çıkardığını söylemiştin!'' diye Barkan'a kızan adamın ardından Barkan homurdandı. ''Zehir yüzünden değil,'' dedi sadece.

O kadar açıktı işte... Zehir yüzünden değildi, hayal değildi, gözlerim beni yanıltmıyor ve ellerime uzanmaya çalışan bu adamın kim olduğunu hücrelerim haykırıyordu.
''Baba?'' diye titrekçe soludum. ''Kızım,'' dedi. ''Benim Elis... Baban burada.''

18 yaşında, sırtlandığı onca acılardan en ağırının ailesinin ölümü olduğunu haykıran ve kendi kabuğu altında ezilmiş bu kızın duyabileceği en korkunç şeydi bu.
Öldü bildiği babasını karşısında gören masum kalbim, parçalanmış ve yok olmaya yüz tutmuş tüm hislerini telaşla geri toplamaya çalıştı.
Sanki onu unutmak gibi bir hataya düşmüşümde, o görmeden toparlamaya çalışıyormuşum gibi bir telaş kapladı içimi. Azar yemekten korkarcasına toparlanmaya çalıştım. Tüm suç bendeymiş gibi, af dilenmeye hazırlandım. Gözlerimin ardı sızladı, yaşadıklarım bir bir önüme kusuldu. Bulunduğumuz tarlanın koca bir bataklığa dönüştüğünü sandım.
Unutmak gibi bir hataya mı düşmüştüm de telaşa kapılmıştım?
Onu unutmamıştım oysa... Onu hiç unutmamış, kulaklarımda patlayan silah sesinin yaydığı o soğukluğu unutamamıştım. Eteklerime bulan sıcak kanın verdiği o hissi hala daha hatırlayan zihnim, defalarca kurşun sesi ile yankılandı. Kulaklarımda kendi çığlığımı duydum. Acılarımın şiddetini yansıtan, gözkapaklarıma kazınmış ölü bedenlerinin gerçekliği ile yitip giden tüm hücrelerim bana o korkunç geceyi anımsattı. Bulunduğumuz bataklıkta dibe çöküp, o korkunç davet gecesinde bitiverdik biranda. Kana bulanmış mücevherlerden yansıyan soluk ışıklar altında yitip giden bir anne ve bir babanın geride bıraktığı çocuğunun yaşadığı ıstırabın esiri çığlıklar defalarca yankılandı. Silah sesleri iki el daha patladı. Bedenler yere düştü, kanlar sıçradı.

''Baba?'' dedim, gerçekliğinden emin olmak ister gibi. ''N-nasıl?''
Nasıl hayatta olabilirdi. Nasıl alnında en ufak bir pürüz dahi olmayabilirdi.
''Biliyorum kızım, açıklaması zor ama şimdi buradayım,'' dedi, af dilenir gibi. Kollarını kollarıma sardı ve beni kendine çekmeye çalıştı. Barkan'ın kollarından sıyrılmak istemedim ama babamı reddedemedim.

Beni çekti, o tanıdık his ile sarmaladı ve sıkıca sarıldı.
Ölmüş olması gerektiği ancak ölmediği için sevinmeli miydim? Bir mucizenin gerçekleştiğine inanmalı mıydım?
O gece, babamın bedeni başımın altından sıyrılıp yere düşerken onun ölü bedenini hiç görmediğimi hatırladım. Can çekiştiğini duymuş, kanının dalga dalga yayıldığını hissetmiştim ama soluklarının kesildiği anda görmemiştim onu. Bunu kaldıramazdım çünkü...

Yani o ölmemiş miydi? Bu da basit bir kandırmaca mıydı? En başından beri o hayatta mıydı? Öyleyse neden bana gelmemişti? Neden beni kurtarmamış ve iyi olduğunu söylememişti? Neden! Neden ben onun geride bıraktığı mirası ve yokluğunun sancısı ile boğuşurken ortaya çıkıp bana yardım etmemişti?

Neden!
Neden!
Neden!
Cevap basitti aslında. O geceden itibaren sürekli kandırılmıştım. Düşmanlarım, sevdiğim ve kendim dışında, ailem tarafından da kandırılmıştım. Babam o gece hepimizi kandırmıştı ve ardından onlarca yalan ortaya çıkmıştı. Kendi bir köşede usulca soluklanırken ben onun yaptıklarının sonucunu yaşamıştım.

''Neden?'' dedim yine de. ''Bunu yapmak zorundaydım kızım,'' dedi başımı omzuna yaslarken. Onun kolları arasında olmanın bunca zaman hayalim olduğunu düşünmüştüm ancak şuan ne tepki vereceğimi bilmiyordum.
Gerçekten sevinmeli miydim? Yoksa kızmalı mıydım?
''Bunu yapmasaydım Gümrük orada hepimizi öldürürdü,'' dedi. Oysa annemin burada olmadığını ikimizde biliyorduk. ''Bunu yapmazsam hepimiz ölürdük, yonga onların eline geçer ve ülkemiz onlarca tehdit altında kalırdı. İnsanlarımız ölürdü Elis. Yaptığım basit bir çip yüzünden yüzlerce, binlerce Türk katledilirdi. Bu yüzden kendimi öldüğüme inandırmak zorunda kaldım.''
Kollarını benden uzaklaştırdığında geriye doğru sendeledim. Ayakta durmamı sağlayan yine Barkan oldu. ''Ama hep seni izledim. Hep senin yanındaydım. Barkan'ı seni koruması için tuttum ve böylece hayatta kalmanı sağladım.''

Başımı iki yana salladım usulca. Barkan'ın daha önce beni öldürmek istediğini bilmiyor muydu? Beni kollarına attığı adamın şimdilerde değiştiğini ancak daha önceden Demeter'in sadık bir ajanı olduğunu bilmiyor muydu? Katilim olacak bir adamı sevdiğimi bilmiyor muydu?
''O beni öldürecekti,'' dedim çaresizce.
''Hayır Elis, o bir Agron! Onu seni koruması için tuttum, sana asla zarar veremezdi.''
Başımı çevirip hemen arkamda duran Barkan'a baktım. Gözleri üzerimdeydi, irislerimiz kesişince de başını hafifçe salladı.
Beni koruması için Barkan'ı görevlendiren kişi babamdı. Yonga için yanımda olduğu her an aslında ikinci bir görev ile beni korumaya çalışıyordu. Yani Demeter'in bundan haberi yoktu. Bu yüzden Barkan Metin'e beni öldürmesi gerektiğini söylemişti; diğer görevini saklamak zorunda olduğu için öyle söylemişti ama aslında bu Demeter'e karşı düzenlenmiş bir oyundu. Söyledikleri her şeyin yalan olması ne kadar da acıydı.

Ama... Barkan neden basit bir kız için görevini tehlikeye atmıştı? Neden en başından beri böyle bir riske girip babamın verdiği koruma görevini üstlenmişti? Düşünülenin aksine, Barkan sadık bir kuş değildi. En başından beri Demeter'e ihanet etmişti. Şimdi de, yine benim yüzümden görevini tamamlayamıyordu.

Başımı tekrar babamdan tarafa çevirdim ve yalnızca rüyalarımda görebildiğim yüzünün hemen karşımda olduğu gerçeğini kabullenmeye çalıştım. ''Seni ne olursa olsun korudum kızım,'' dedi, üzgün bir şekilde. Kırış kırış olmuş yüzü ve sanki geçtiğimiz ay boyunca hızla yaşlanmış gibi görünmesine neden olan ak saçları beni de üzdü. Yeşil gözlerine uzun uzun sarıldım.

''Sana zarar vermelerine izin vermezdim Elis,'' dedi. ''Ama yongayı içime yerleştiren sendin değil mi...'' diye mırıldandım zorlukla. ''...Baba?'' Bundan sonra dudaklarımdan bir daha hiç dökülmeyeceğini düşündüğüm kelimeyi söylemek boğazımı acıttı.
Beni Gümrük'ün eline teslim eden, günlerce işkence görmeme sebep olan, annemin aldatıldığı gerçeği ile baş başa bırakan, onlarca insanın beni kardırmasına sebep olan sen değil miydin baba? Tüm bunlar bana zarar verirken sen yoktun ve en önemlisi... En büyük zararı yongayı içime koyarak sen vermiştin.

''Seni ve yongayı korumanın tek yolu buydu Elis. İçine yerleştirdim ama onun akıbetini senin canına bağlayarak yaptım bunu. Öyle yapmamış olsaydım ne ben ne de Barkan seni koruyamazdı. Çakışan görevler ve amaçlar bizi hayatta tuttu bir tanem.''
Dudaklarımı kemirdim, gözlerimden ancak dökülmeye başlayan gözyaşlarım bana annemin neden burada olmadığını yüzüne haykırmamı istedi. Beni bir şekilde kurtarmıştı; iyi veya kötü bir amaç doğrultusunda bir şekilde hayatta kalmıştım ama ya annem... O neden burada değildi? O neden gerçekten kurban edilmişti?

Babamın da ağlıyor olduğunu çok sonra fark ettim. Yaşanılanları kavrayamıyor, algılarımı açamıyordum. O senin baban, diye haykıran kalbimin acısını duydum. Ona sıkıca sarılmalı ve gerisini önemsememelisin, dedi bana. Onların yeniden hayata dönmesi için nelerini vermezdin, şimdi kendine ihanet etme, dedi. Yaşadıklarını öylece silip atamaz mısın, bunca acıyı sevgin uğruna yok sayamaz mısın?
Onu dinlemek zorunda kaldım. Çünkü karşımdaki her şeye rağmen babamdı. 18 yıl boyunca şartsız koşulsuz sevdiğim ve bağlandığım, aynaya her baktığımda bile gözlerimden onu hatırlayacağım babamdı o benim.

Bir şey demedim. Söylenecek çok söz olmasına rağmen sustum. Beni neden yalnız bıraktığını, onca teşkilatın arasında ölümle burun buruna gelene kadar neden kalmak zorunda olduğumu, neden yongayı başka bir yere değil de beni zehirleme ihtimali göz önünde ola ola içime koyduğunu ya da aldattığı annemin ölümünden neden bahsetmediğini sorabilirdim.

Sustum. Çünkü gözyaşlarım yeterince konuşuyordu o an, duymayı bilene. Barkan'ın karnımdaki elleri gevşeyince anladım, onunda benim gibi düşündüğünü. Önemli değildi... Küçük bir çocuk gibi ağlayıp zırlamamın bir anlamı yoktu.

Babam buradaydı.
Beklemeden sıyrıldım ve kollarımı babamın boynuna doladım. Az önce bana özlemle sarıldığı gibi, yaşadığım onca acıyı sevgiye dönüştürerek ona sıkıca sarıldım. Koynunda ağladım, baba sevgisi ile sarmalandım. Onun yokluğunun verdiği tüm özlemi omuzlarına akıttım.

''Seni çok özledim baba!'' diye haykırdım tüm gücümle.
Sırtımı okşadı, saçlarımı sevdi. Şakaklarımı öpüp benden uzaklaşmasını istemediğim o baba kokusunu duyumsamama izin verdi.

Bataklık yok oldu, korkunç gece anılarıma karıştı. Şimdi çiçeklerin yeşerdiği özel bir tarlada babama sarılmanın telaşını yaşadım. Etrafımızı ağaçlar sardı, rengarenk çiçekler ve uçuşan sevimli hayvanlar doldurdu.
Ben orada kaybettiğim sevdiğime sımsıkı sarıldım.
Ve ben... Orada sevdiğimi kaybettim.



 Orada sevdiğimi kaybettim

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIWhere stories live. Discover now