Bölüm 18: Duyguların Zehri

1.6K 67 27
                                    


Bölüm 18: Duyguların zehri

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 18: Duyguların zehri

Birazsonra Metin, kıpırdanıp durmama rağmen araştırmasını sonlandırmış olmalıydı ki,bir küfür savurduktan sonra ikisi de hızla bana baktı. İkazlarına rağmengözyaşlarımı kazağımın ucuna silip neler olduğunu sordum.

''B-bitti mi? Ne buldunuz?''
Zehirden daha kötü ne olabilir?
''Şey,'' diye söze başlayan Metin, Barkan tarafından aniden susturuldu. Barkan,Metin'in laptopunun kapağını indirip Metin'e uyarıcı bir bakış attıktan sonraağır adımlarla yanıma yaklaştı. Etrafımdaki ışıklı kapsüle aldırmadan uzanıp,parmağımdaki yüzüğü bir hışımla çıkardığında ışıklar soldu ve yılanı andırankablolar aniden yere düştü.

Kablolar, mıknatısa tutulmuş gibi yerde sürünerek geri yerine dönerken başımıkaldırıp Barkan'a baktım. Gözlerini kısmış, ne düşündüğünü anlayamadığım birşekilde dikkatle yüzüme bakıyordu. ''N-ne oldu?'' diye ısrarla sordum. Çenesihafifçe oynasa da, dudaklarını aralayıp bana bir cevap verme zahmetindebulunmadı.

''Araştırma tamamlandı, sen biraz dinlen,'' dedi saniyeler sonra, bileğimdenyakalayıp beni makineden indirirken. Tökezledim ve düşmemek için kollarınatutundum. ''Z-zehri çıkarabilecek miyiz? Kötü bir şey olmayacak değil mi?''

Barkan'ın gölgeli yüzüne bakıp bir cevap arasam da, biraz sonra yüzümü Metin'eçevirip onun bir şeyler demesini bekledim. İki adam, bana hiçbir cevapvermeyip, Metin makineleri toplarken öylece onu izledim. Barkan'ın kollarıarasından kurtulduktan sonra Barkan, arkasını bana döndü. Kızarmış yüzüm,sızlayan göz kapaklarım ve kavrulan sıcak elim ile aniden aşırı derecede yorgunhissettim ve geri geri adımlayıp kendimi yatağa bıraktım.

''Kötü bir şey var değil mi?'' diye sordum neredeyse emin bir şekilde.
İkisi de saliselik duraksadı, sonra makineyi çantaya yerleştirdiler. Barkan,Metin'in kolundan asılıp kulağına bir şeyler mırıldandıktan sonra Metin başınıhızlıca salladı ve çantayı orada bırakıp odadan dışarıya çıktı.
Kötü bir şey vardı, bunu hissedebiliyordum. Bana söylemiyorlardı ama çok çokkötü bir durum ile karşı karşıyaydım. Belki de... Zehir beni öldürmeye çokyakındı. Zehir vücudumdan çıkarılamayacak ve ben, beklenilen sonayaklaşacaktım. Nasılsa, fazla dayanamazdım...

Gümrük'ün beni öldürmek için kovalamasına gerek kalmadan içimdençıkaramadıkları bu zehir ile yok olacaktım.
''Çıkmayacak, değil mi?'' diye mırıldandım, bakışlarım yere düşerken. Odanınortasında, biraz önce benim durduğum yerde, sırtı bana dönük bir halde duranBarkan'ın nefes seslerini dinlediğimiz uzun bir süre boyunca sessiz kaldık.

''Öleceğim yani,'' dedim.
''Ölmeyeceksin.''
''Nereden bilebiliriz ki?'' dedim, inatla. ''Ya zehir öldürecek, ya da Gümrük beni bulacak. Ne olduğu belirsiz bir yonga sebebiyle her şekilde öleceğim.''
Barkan'ın arkasını dönüp yanıma geldiğini hissettim. Botları görüş alanıma girdikten hemen sonra yere çöktü ve çeneme yasladığı sıcak parmakları ile başımı kaldırdı. Gözlerimiz anında kesişti, çölzede gibi titreyen irislerim irislerine tutundu.

Nedensizce...
Ölecek olursam, göreceğim son yüzün onun yüzü olmasını diledim bir anda.
Tıpkı trende, vagonların altında kalacağım anda ki gibi... Bir yanımda annemin, bir yanımda babamın hayali varken, beni çağırıyorlarken, Barkan'ın kuyularını görerek ölmeyi diledim.

Öleceğimi kabullendiğim gibi, ondan önce öleceğim hissine kapılmıştım. Beni her ne kadar koruyacağını söylese ve ben ona deli gibi inanıyor olsam bile, zehre karşı koyamayacağımızı hissedebiliyordum.

Ölüm çok yakındı, her zamanki gibi...
Ve ben ölmeden önce onun gözlerine tutunmayı dileyecek kadar çaresiz olmalıydım.

''Bunu düşünmeyi bırak,'' dedi Barkan. Beynim, sözleri bir emir gibi algılayıp aniden duraksarken gülümsemek istedim. ''Başka ne düşünebilirim ki,'' diye mırıldandım. Sesim, içimdeki küçük çocuğun fısıltıları gibi cılız ve kısıktı. Barkan'ın ki ise kendinden oldukça emin, içinde yatan çöl canavarlarının çığlıkları gibi güçlüydü.
''Düşünecek çok şey var.''
''Şuan yok,'' dedim. ''En azından benim aklıma gelmiyor.''
Barkan'ın âdemelması hareket etti, çenemdeki parmakları yere düştü. Ufacık temasını özleyen tenim, zorlukla yutkunurken çağrımı duymuş gibi elini elime doladı ve parmaklarımı okşamaya başladı. Tenimi süpüren esmer tenine uzun uzun baktım, ikimizde başımızı eğmiş bir halde birleşmiş ellerimize bakıyorduk.Gözlerimi birazcık kaldırsam, önümdeki dalgalı saçlarını rahatlıkla görebiliyordum. Parmaklarım saçlarına dolanmak için kaşındı ancak ellerimi ellerinden sökme cesaretinde bulunamadım.

''Hmm...'' gibi bir ses çıkardıktan sonra fısıldadı. ''Boyumu sormuştun,'' dedi.
Kaşlarım havalanırken ne dediğini anlamaya çalıştım. ''Daha önce, yine düşünecek bir şeyler ararken...''

Barkan'dan kaçmaya çalıştığım ancak daha sonra jandarmaların tuzağı ile son bulan motor yolculuğumuz sonunda yaşadığımız o garip an anında zihnime düştü. Ogün, onu düşündüğümü itiraf etmiş ama çok farklı bir şekilde algılanmıştım. Ne kadar utandığımı, şimdi bile anımsadığımda yanaklarım yeniden kızardı.

''Başka ne düşünebilirim ki,'' diye mırıldandım. Sonra da ''Boyun kaç?''deyiverdim bir anda.

''Gündemin ne kadar ilgi çekici,'' dedi.Manidar sesi, beni alaya alacağının habercisiydi. ''Benimle ilgili olan kısımlara daha çok yoğunlaşabilirsin.''
Başımı hafifçe sallayıp onu onayladım. ''Sormuştum,'' dedim, utana sıkıla. O daha sözüne devam etmeden, onu düşünmemi istediğini anladım.
''1,92. Boyum 1,92''
Kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çok havalanırken gülümsememek için kendimi zor tuttum. Ne kadar uzun olduğu ve yanımda dev gibi kaldığını artık rakamlarla ispatlayabilirdim. Ve şimdiden sonra, tamda ona karşı yeşeren duygularımı bastırma kararı almışken, onunla ilgili şeyleri düşünmeye başlayacağımı biliyordum. Aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmamıştı. Nasıl olur da onu düşünebileceğimi söylerdi? Dengesizdi... Beni de kendisi gibi dengesiz yapmaya istekli olmalıydı.
Başka bir şey demedi, bir süre öylece durduk. Biraz sonra, parmaklarım dokunuşları ile adeta erirken titrek bir nefes aldım ve sakinleştiğini fark etmediğim kalp atışlarıma uyum sağlamaya çalıştım. Parmağımda hissettiğim ıslaklık biraz sonra soldu. Gözkapaklarımı titreştirip gerçekliğe döndüğümde,sol elimin yüzük parmağında incecik bir kanın sızdığını gördüm. Barkan kanı temizledi, elini kazağına siliverdi.
''Biraz daha dinlen, sonra buradan gideceğiz.''
''Ama zehri çıkarmadık.'' Kapsül ile çıkaracaklarını daha önceden söylemişlerdi ama şimdi bunun mümkün olmadığını söylemeseler bile görebiliyordum.
Barkan başını kaldırıp tekrar yüzüme baktı. Onun gözlerinden de bir şeyler okuyabilmek, ne hissettiğini anlayabilmek ya da her şeyden öte, okumakla çaba sarf etmeyip açıkça duygularını bana sunabilmesini istedim. Kararlı bir şekilde fısıldadı. ''Çıkaracağız.''

***


Kâbusların peşimi bırakmadığını ve buna hiçbir zaman alışamayacağımı fark ettiğim sürede gözlerimi titreştirerek açtım. Uykudan uyanmanın rahatlığını yaşayacağımı düşünmüş ancak aksine, yorgunluğumu bir türlü üstümden atamamıştım. Çünkü uyumaya çalışalı en fazla yarım saatin geçtiğini biliyordum.

Gözlerimi her kapadığımda içimdeki zehir beni ansızın boğazlayacakmış gibi hissettiğimden uyuyamamış, yatakta hareketsiz bir şekilde öylece uzanmıştım. Kollarım,bedenim altımda ezilmekten şimdiden uyuştuğu için ağırca hareket ettim, biraz sonra da yataktan kalktım.

O kadar huzursuz ve üzgün hissediyordum ki, birileri içimdeki zehri çıkarabileceğini dahi söylese sevinemeyecektim.
Etrafıma bakındım, Barkan'a ya da Metin'e dair bir iz aradım. Yarım saat önceki–bana söylenmeyen- kötü haberin ardından odaya dönmemişler ve nerede olduklarını merak etmeme neden olmuşlardı. Odada yalnız kalmayı sevmiyordum,onların yanında kendimi daha güvende hissediyordum. Ayrıca, bana söylemedikleri gerçekleri bir şekilde onlardan öğrenmem gerekiyordu. Bu yüzden, Barkan'ın uyarılarını es geçerek büyük bir tehlikeyi göze aldım ve kapının ardında kimasayı yerinden oynattım.

Dışarı çıkacaktım, fazla uzakta olmadıklarını biliyordum. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda, altıgen kabartmalarla süslü koridora çıktım. Koridor boyunca,aralarında en az on metre olan birçok kapı vardı, çoğunun üzerinde beyaz floresan lambalar vardı. Koridor bu şekilde aydınlandığı gibi, oldukça solukbir ortamın oluşmasına da neden olmuştu. Kapıyı arkamdan kapatmadan önce, odaya tekrar girip giremeyeceğimizi tartmaya çalıştım. Odalara anahtarla girilmiyordu ancak her nasıl giriliyorsa, o şey şuan bende olmadığı için odaya geri dönebileceğimi sanmıyordum. Yine de, kapıyı ardımdan kapattım ve klik sesini bekledim. Metalik, kalın kapının üzerinde yazan 218 yazısını da es geçtim.

Derin bir nefes aldıktan sonra koridor boyunca olabildiğince sessiz bir şekilde ilerledim ve karşıma çıkan kıvrımlı merdivenlerden aşağıya indim. Bulunduğum bina, duvarlarından merdivenlerine, saksılarından tablolarına tamamen uzay üslerini andıran metalik bir şekilde döşenmişti. Bazı köşelerde mavi ve kırmızı renkte ışıklar parlıyordu. Pencerelerin ve parmaklıkların arasından sızan loş ışıklar sayesine duvarlardaki devasa tabloların yüzeyine yerleştirilmiş saydam ekranları görebiliyordum. Etrafımda, doğal olan tek bir nesne dahi yoktu.Merdivenlerin korkuluklarındaki desenler bile oldukça ürkütücü ve teknolojik duruyordu.

Merdivenlerin son basamağına geldiğimde, sağa ve sola uzanan geniş bir alana indim. Burası, geçiş salonları gibi büyük ancak tamamıyla boş bir alandı.Karşımda duvarın yarısını kapsayan bir cam, üzerinde ise turuncu renkli insan siluetleri vardı. Cılız bedenimin cam üzerindeki yansımasını belli belirsiz görebiliyordum. Terden ve kirden yüzüme yapışmış sarı saçlarım, beyaz ışıklar altında solukça parlıyordu. Yüzüm sanki birkaç ton beyazlamış ve son aynaya baktığımdan bu yana birkaç kilo vermiş gibi zayıf görünüyordum. Kemiklerimin kıyafetlerime rağmen sayılabildiğine emindim. İnsanların gördüğünde üzerine basıp geçebileceği kadar yıkık bir görüntüye sahiptim. Sol taraf uzanan koridorda, odalara açılan başka kapılar, sağ tarafımda ise ne olduğunu göremediğim karanlık bir koridor vardı.
Önce sola döndüm ancak oradaki odalara giremeyeceğimi fark edip geri döndüm.
Adımlarım, bu defa benden bağımsız sağa doğru yöneldi, karanlığa doğru ağır bir giriş yaptım. Yalnızca birkaç adımımdan sonra etraf aniden aydınlandı ve bulunduğum alan değişti. Altıgen sembollü karanlık duvarlar şimdi ışıl ışıl parıldıyordu ve burada ışıklar yalnızca beyaz renkli değil, aynı zamanda kırmızıydı. Burada koridor üçe ayrılıyordu ve hepsi, birbirinin aynısı gibi görünmesine rağmen üzerlerindeki Rusça yazılarla birbirinden ayrılmıştı. Yazıları okuyamıyordum, koridorların nereye açıldığını da bilmiyordum. Yanlış bir yöne gittiğimi ve Barkan'ın burada olamayacağını fark ettiğimde, başımı büyük bir belaya sokmamak için hızlıca geri döndüm.
Bu alandan çıkıp biran önce odaya geri dönmeliydim. Korkum şimdi baş göstermiş ve anlık cesaret göstermiş zihnimi hızlıca ele geçirmişti. Böyle tehlikeli bir alana neden girdiğimi kendi kendime sorguladım ve Barkan'ı odada bekleyemeye karar verdim. Kollarımı bedenime dolayıp adımlarımı hızlandırdığım sırada hemen solumdaki duvarda parıldayan cam paneli gördüm. Büyük, kutu gibi görünen camın üzerinde, üç bölüme ayrılmış bir tablo vardı. Tablolarda, koridorların üstündeki yazıların aynısı yazıyordu, altında da bazı numaralar vardı.Bunların, oda numaraları olduğunu, gördüğüm 218 sayısı ile anladım.
218 bizim bulunduğumuz odaydı. Yani...

Yani bu, oda numaraları ile kodlanmış bir bilgilendirme paneli olmalıydı.Barkan buradaydı, koridordaki odalardan birisindeydi.
Burada ne yaptıklarını bilmiyordum ancak öğrenebilirdim. Barkan buradaysa,sandığım kadar tehlikeli bir alanda olmadığım anlamına geliyordu. Bu, belli ki benim için bir fırsattı.

Zvukonepronitsay... B2X
Üzerinde Zvukonepronitsay yazan koridora doğru ilerledim ve B2X yazan kapıyı bulmaya çalıştım. Koridor boyunca pek çok metalik kapı vardı ve daha önceki odalardan tek farkı, yanlarında cam paneller bulundurmalarıydı. Panellerin birkaçında yeşil ışık yanıyordu. Bazı paneller ise soluk bir kırmızıile yanıp sönüyordu. Koridor pek çok ışık ile aydınlatılmış olmasına rağmenoldukça ürperticiydi. İlerideki, sol tarafta kalan kapının biri açılıp ardından uzun boylu, iri yarı bir adam çıkınca aniden geri dönmeyi düşündüm. Yüzündeki onlarca dövmesi ve piercingleri ile korkutucu görünen siyahi adam beni farkeder etmez sırıttı. Dudakları iki yana kıvrıldığında tenine gizlenmiş metal parçalar hareket etti ve ışıklar altında parıldadı. Midem kasılırken omuzlarımı çökertip başımı yere eğdim ve adamın yanımdan öylece geçmesini bekledim. Adam,ağır adımlarla ilerleyip ardında ürpertici bir nefes bırakarak koridorda kayboldu. Karanlık bakışlarını hala daha üzerimde hissederken, derin bir nefes aldım ve gözlerimi birkaç saniye kapattım. Barkan'ı bulup buradan çıkmam gerekiyordu.
B2X'in önüne geldim ancak beklediğimin aksine kapının yanındaki panel kırmızı ışıklar ile yanıp sönüyordu. Kapı kapalıydı ancak Barkan'ın buraya geldiyse bile çoktan gitmiş olabileceğini düşündüm. Aksini kanıtlayan şey ise, içeriden yükselen belli belirsiz mırıltıları duyabiliyor olmamdı. Başımı kapıya yaklaştırdım, içeridekilerin kim olduğunu anlamaya çalıştım.

Duyduğum öfkeli ses ile irkilip yerimden sıçradım. Ellerimi dudaklarıma örtüp,kaçırabileceğim en ufak bir sesin duyulmaması için önlem almaya çalıştım.Titrek bir nefes verdikten hemen sonra, ikinci bir adam konuştu.
''Görev 14 eksiksiz bir şekilde uygulanıyor!''
''Evet, tabi... Öyledir. Beni engellemeye çalıştığını görebiliyorum Barkan ama bunu yapamazsın. Demeter'den bilgi kaçırdığın öğrenilirse neler olabileceğini biliyorsun. Senin başın yandığı gibibenimde başım yanar,'' dedi Metin.

''Ağzını açmazsan bir sorun oluşmayacak.'' Barkan'ın tok sesi bir süre ortalığı dağıtmış gibiydi. Kaşlarım çatıldı, Metin'in iyiden iyiye öfkeyle harmanlanmış sesini duydum.
''Neden susuyorsun ki?'' diye sesini yükseltti Metin. ''Görevin bu değil miydi?Kızı kandırdın, güvenini kazanmasını sağladın ve o aptal kız şuanda sana abayı yakmış durumda.'' Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken içimde bir yerde bir şeyin kırılmakla kalmayıp tamamen parçalandığını hissettim. Alayla söylenen cümlelerin kalbimde açtığı yaralar, defalarca şans tanıdığım o garip güven duygumun aldığı hasarlar ve toparlanmamak üzere olan yerle bir umudum beni yıprattı. Kalbim tekledi ve bacaklarım bedenimi taşıyamayacak kadar yorgun düştü biranda.
''Görevin bu değil miydi? Kızı kandırdın,güvenini kazanmasını sağladın ve o aptal kız şuanda sana abayı yakmış durumda.''
Bahsedilen aptal kızın ben olduğumu biliyordum.
Uslanmaz zihnim defalarca kandırılmıştı. Üstelik katilim; masum kalbim ikirletmeye hazır olduğunu göremediğim tehlikeli bir adamdı. Ben, söz dinlemez bir çocuk gibi aynı kişi tarafından defalarca kandırılmıştım. Barkan beni kullanmıştı, söylediği her şey yine yalandı ve ben ona inanmak gibi bir hatayı yapmaktan çekinmemiştim.

Kandırılmıştım.
Kandırılmıştım.
Kullanılmıştım.
Aptal yerine konmuştum.
Aptaldım.
Barkan, ''Evet, öyle...'' dediğinde ise gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Bunca zaman bunu görememiş olmam vebeni kandırmasına izin vermiş olmam tamamen aptallıktı.
''O kız ne söylersen söyle, anında uygulayacak ve sen Barkan...'' diye mırıldandı Metin. ''Görevi tamamladın. Trilyonlar kazanmış tek Agron olabilirsin. Görevi kusursuz bir şekilde tamamlamışken neden şimdi pürüzler çıkarıyorsun? Amacın bu değil miydi? Amacın Elis'i tuzağa düşürmek değil miydi? Artık ona ihtiyacın kalmadı, ölecek olması pek umurunda olmaz doğrusu.''

''Gereksiz yere dilini yorma Metin. Görevimin ne olduğunu biliyorum. Hem Demeter'in, hem de Yağmur Kuşunun gazabından korunmak istiyorsan o dilini kesip atacak, gözlerini şişlerle oyacaksın. Sana inandığım için buradayım, uzatma.''
Barkan'ın söylediklerinden en ufak bir şey anlamadığım gibi çınlayan kulaklarım net duyamamaya başladı.
''Sen, beni tehdit etmekte dilini boşa yorma Barkan. Eğer görevinin geri kalanını tamamlayıp kızı öldürmeyeceksen, bırak da bunu ben yapayım. Eminim, Demeter bu aşamadan sonra kimin yaptığını önemsemez.''

Bedenim kaskatı kesildi, bacaklarım ağırlıkları taşıyamayacak bir halde titredi. Yere yığılacak ve bir daha düştüğüm yerden kalkamayacaktım. Beni kurtardığını, ölümün kolları arasından sıyırdığını ve hayatta kalmam için çabaladığını düşündüğüm adam, beni kullanıp ardından da öldürme emrini uygulamak üzere tutulmuş duygusuz bir katilden başkası değildi. Bunu görememiş ve beni yaşatacağına gerçekten inanmıştım. Ama celladım o olacaktı. Meleği andırdığını düşündüm çehresi, ölümü bana sunan hazine olacaktı.

O benim ölümümdü.

Duyduklarım, çelimsiz bedenimin kaldıramayacağı kadar ağır geldiğinden yere yığılmadan hemen önce buradan uzaklaşmalıydım. Duvara yasladığım sırtımı zorlukla ayırıp titreyen bacaklarımın üzerinde dikeldikten hemen sonra, görüşümü geri kazanmak için gözyaşlarımı silkeledim. Yosun gözlerim, ihanetlerin acısı ile cayır cayır yanıyor ve gözyaşlarım ile boğulup yok olmam için elinden geleni yapıyordu.
Korkuyordum.
Bunca zaman yanımda taşıdığım katilimden artık korkuyordum.
Ne Gümrük'ten ne zehirden ne de başkasından değil. Barkan'dan korkuyor ve onun yüzünü bir daha görmek istemiyordum. Ondan nefret ediyordum.

Bedenimi ayağa diken ve bacaklarıma güç veren şeyde bu oldu. Metin'in söylediği sözler bir bir kulaklarımda yankılanırken doğruldum ve ileriye doğru titrek bir adım attım. İkinci bir adım onu takip etti. Adımlarım arttıkça kuvvetleri geldi ve son adımımda, koşmaya başladım. Bacaklarıma bir güçle asıldım, acımadım. Durmadım.

Koştum ve binadan çıkabilmek için çabaladım. Geldiğim yolları bir bir geri dönerken dilediğim tek şey, herkeslerden uzak bir köşede yok olmaktı. Şimdi,hiç olmadığı kadar ailemi özlüyordum. Onlarla birlikte giden inancımın ve umudumun yine onların yanında yeşermesini istiyordum. Başkasının yanında değil,onların yanında olmak istiyordum.

Koştum, koştum. Önüme çıkan her kapıyı birer birer açtım ve sonunda binanın çıkışına geldim. Kapıda birçok güvenlik görevlisinin ve monitörlerin olduğunu gördüm ancak duramazdım. Beni durdurmalarına izin veremezdim. Ağır metal kapılara doğru ilerlerken, aniden ayaklarım altında değişen ve kayganlaşan zemin nedeni ile ister istemez adımlarım yavaşladı ve durdu. Takılıp düşmekten son anda kurtuldum. Başımı eğip yere baktığımda, biraz önce koyu renkli ve oldukça mat görünen zeminin şimdi değiştiğini ve dümdüz, beyaz bir mermer kaplamaya dönüştüğünü gördüm. Kaşlarım çatılırken, akmaya devam eden gözyaşlarımı hızlıca temizledim. Başımı kaldırıp etrafıma bakarken, biraz önceki altıgen şekilli duvarlarında kaybolup yerine beyaz duvarların, renkli tabloların ve masalarında çalışan güzel giyimli insanların olduğu bir alana çıktığımı gördüm. Alan tamamen değişmiş, adeta dönüşüm geçirmişti. Bunun mümkün olmadığını haykıran zihnimin merakını yenmek için arkamı döndüm. Biraz önce koşarak geldiğim karanlık koridordan geriye hiçbir şey kalmadığını da o an anladım.

Bir şirketin giriş katının tam ortasında dikiliyordum ve tepemde uzanan geniş kubbenin altında çalışan onlarca insan vardı. İleride asansörler, üst katlarda çalışma masaları vardı. Elinde dosya taşıyan insanları takip ettim. Sol taraftaki masalarda, yaka kartları taşıyan takım elbiseli kadınların hiçbir şey yokmuş gibi çalışıyor olması garipti.

İleriye doğru birkaç adım attığımda –geldiğim yola doğru döndüğümde-, garip bir dalgalanma yaşadım ve saniyeler önceki karanlık koridora yeniden çıktım.Dudaklarım hayretle aralanıp bedenim ne tarafa gideceğini şaşırırken tekrar arkamı döndüm ve bu defa az önceki şirket binasının nereye kaybolduğunu sorguladım. Görevliler hala oradaydı ancak geriye kalan hiçbir şey aynı değildi. Diğer insanlar bile yoktu.

Bu bir şaşırtmacaydı.

Bulunduğumuz gizli alanı görünmez kılmak için araya şeffaf bir duvar örmüşler ve bu duvar ile başka birinin burayı görmemesini sağlamışlardı. Dışarıdan bakan bir kimse, sıradan bir şirketin girişini görüyordu ancak gerçekte, suçluları gizleyen karanlık bir binanın içindeydim.

Başımı iki yana sallayıp sarsılan omuzlarım ile öylece duvarın yanında dikildim. Böyle yüksek bir teknolojiyi kullanan adamların peşimde olduğunu bilmek ve karşı koyamayacağıma adım kadar emin olmak korkutucuydu. Şimdi,tamamıyla yalnızdım. Bana yardım edecek kimse yoktu. İkinci defa yalnızlığı seçmiştim ama en başından beri yalnız olduğumu yeni fark ediyordum.

Barkan'ın yeşeren hislerimi yok etmemi istemesinin nedenini de şimdi anlamıştım.

Garip duvarlara ya da değişen mekânlara aldırmadan koşmaya devam ettim ve şirket alanına geçiş yaptım. Barkan yokluğumu fark etmeden buradan çıkmalıydım.Kimseye hesap vermeden cam kapıdan öylece geçip gitmeyi planlamıştım ancak güvenlik görevlileri beni durdurdu. Onları yarıp geçmem imkânsızdı çünkü oldukça güçlü göründükleri gibi silahlılardı.
''Bileğinizi görebilir miyiz bayan?'' diyen uzun boylu adama öylece baktım.Sorusunu kavrayamadığım gibi bileğimi ona göstermekten de kaçındım. Adam göz devirip elimi tuttuğu gibi kendine çekince çığlık attım ve elimi elleri arasından kurtarmaya çalıştım.

''Bırak beni!'' diye bağırdığımda sesim geniş alanda yankılandı. Görevli sinirlenip elimi sıkıca kavrarken yardım edebilecek birini aradı gözlerim,istemsizce. Çalışan insanlara bakıp yardım dilemeyi istedim ancak onlar, başını kaldırıp bakma tenezzülünde bile bulunmadılar. Hiçbir şey duymamış ya da görmemiş gibi işlerine devam eden insanlardan gözümü ayırıp belli belirsiz farkettiğim şeffaf duvara baktım.
Eğer gerçekleri görmemiş olsaydım, yine deli gibi Barkan'ın adını sayıklardım. Beni kurtarması için...
Başımı yeniden adama çevirdim. Görevli bileğimin iç kısmını çevirip küçük, kutu gibi bir şeyi tenime yaklaştırdı. Elimi çekiştirmeye çalıştığımda bana öyle bir bakış attı ki, iri cüssesi gözümde daha çok büyüyüp zayıf bedenimi olduğu yere kilitledi. Küçük cihaz, bileğimdeki tırtıkları okuduktan sonra diğer görevli bilgisayarının başına geçti.

''Dün gelen konuklardan...'' dedi adam. ''Birkaç saat sonra çıkış yapacakları onaylanmış,'' dedikten sonra başını kaldırıp bana baktı. Üstümü hızlıca süzdükten sonra omuz silkti. ''Ücret ödenmiş, gidebilirsiniz.''
Karşımdaki adam bileğimi bırakmadan önce bileğimin iç kısmından şeffaf bir şey söktü. Bir an için, üst derimi soyup attığını düşünmüştüm ancak bu, yalnızca giriş çıkışlar için bileğime yapıştırılmış şeffaf bir bileklikti.

Adam, elimi bırakıp önümden çekildi ve arkasında kalan cam kapıyı gösterdi.''Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. Yine bekleriz,'' dedi. Ellerini önünde birleştirince iri bedenine uyumlu kol kasları gerildi.
Kaşlarım benden bağımsız havalanırken, bileğimi ovuşturdum ve biraz öncekinin aksine ağır adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Gözlerimi adamdan ayıramadığım gibi, o da bana bakmaya devam ediyordu. Korku dolu yeşil irislerimdeki her bir duyguyu okuyormuş ve sanki ben gittikten sonra ardımdan Barkan'a haber yollayacaklarmış gibi bir hisse kapıldım.
Acaba, şuanda gerçekten neredeydim?Barkan'ın tuzaklarından birinde miydim? Burası, Agronların gizli sığınağı mıydı? Gerçekten gitmeme izin veriyorlar mıydı, yoksa dışarıda beni bekleyen silahlı adamlar mı vardı?
Başım, omzumun arkasında kalacak kadar büküldükten sonra, son anda şeffaf duvara bakma fırsatı yakaladım. Biraz önce orada olan ve dalgalandığını gördüğüm duvarı şimdi göremiyordum, sanki artık orada değildi ve diğer tarafa geçiş yok gibiydi.

Barkan'la aramda şimdi boyut farkı varmış ve ikimizde bir daha birbirimize ulaşamayacakmışız gibi hissettim. Artık birbirimizi göremeyecektik, artık yalanlar ve kullanılmış kalpler olmayacaktı. Artık umut ya da güven yoktu.
Artık Barkan yoktu.
Yalnızca ben ve benim yaralı kalbim vardı. 



Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIWhere stories live. Discover now