2. Bölüm

345 35 12
                                    

İsmini hiçbir zaman öğrenemedim ve o günden sonra bir kez daha çıkmadı karşıma. Hatta bazı günler yatağımda bir felçli gibi yatarken, onun bir hayalden ibaret olup olmadığı düşüncesi aklımı kurcalıyor. Gri gözleri ve zihnimde yankılanan sesiyle bir hayalden başka ne olabilirdi ki?

O günden sonra her gün kütüphanede, onun oturduğu o köşede almıştım soluğu. Saatlerce orada hiçbir şey yapmaksızın oturuyor ve yalnızca onun varlığını düşünüyordum. Ama yoktu. Ben- belki de ayakta rüya görmeyi başarmış bir aptaldım. Aşkın varlığından hem öylesine korkmuştum hem de onu öyle yoğun bir şekilde istiyordum ki, zihnim bu ikiyüzlülüğe karşı bir oyun oynamayı doğru bulmuştu.

Elimde saatlerdir bomboş bir halde yüzüme bakan kitabı yere bıraktım ve tavana bakmaya koyuldum. Hafif küflenmeye başlamıştı ve yakın bir zamanda bakım istiyordu anlaşılan, ama ben bununla bile uğraşamayacak kadar güçsüzdüm- bu güçsüzlük tamamen ruhani. Annem de böyle şeylerle ilgilenen bir kadın olmamıştı hayatım boyunca. O daha çok.. kendiyle ilgilenirdi. Hep. Aynanın karşısında harcadığı saatlerden arta kalan zamanda, onunla vakit geçirmeme izin verdiğinden farkına varmıştım bunun. Evimiz çok küçüktü ama aramızda bir şekilde uçurumlar yaratılmıştı bilinmeyen bir el tarafından, bana bakarken gözlerinde iki duygunun çatışmasını görürdüm hep.. pişmanlık ve özlem. Çocuğuna bakan bir kadından ziyade, geçmişine bakan ve zamanı asla geri alamayacağının da derin bir farkındalığında olan kadın gibiydi bakışları. Bunu bana hissettirmemek için bir çaba göstermiyordu, kendisinin bile farkında olmadığı şeyden beni nasıl koruyabilirdi ki?

Yatakta bu kez sağa döndüm ve avuç içlerimi gözlerime bastırarak düşüncelerimi susturmaya çabaladım. Düşüncelerim... yalnızca bana ait değildi, bir sürünün üyesiydim. Ve artık bunları düşünmek de istemiyordum, aklımı ve ruhumu, tüm benliğimi işgal eden o gizemli kızı düşünmek istiyordum yalnızca. Gerçi aklımdan çıktığını da söylersem çok büyük bir yalan olmuş olurdu bu, onu ilk gördüğüm andan beri takıntılı bir şekilde düşünüyordum. Bu beni rahatsız etmiyordu, huzurlu hissediyordum. Hem de... daha önce hiç hissetmediğim kadar. 

Mühürlenmiştim.

Ama sorun şuydu ki, mühürlendiğim kişinin bir gerçek mi yoksa bir hayal mi olduğunu bile anlamama izin vermeden beni itmişti yörüngesinden. Daha önce güneşin yörüngesinden kovduğu bir gezegen varsa, onunla aynı duyguları yaşadığımdan eminim. Başımı iki yana sallayarak bu düşüncelerden de kurtulmaya çabaladım. Başımı koparıp atmak istiyordum, cidden.. düşüncelerimiz önümüzü aydınlatır, ama benim aydınlık olan yollarımı karanlığa boğuyor. Yalnızca onu, sesini ve kokusunu- saçlarını... kısaca tüm anlamıyla onu düşünmek isterken, onun yokluğuyla kahredici bir sorgulamaya girişiyordum kendimi. 

Onunla karşı karşıya oturmak, parmaklarımızın birkaç saniye için birbirine değmesi ve utangaç bakışların gözlerimizi çevrelemesini hayal etmeliydim. 

Tam bu düşünceye yoğunlaştığımda kapı kırılırcasına açıldı ve kusursuz görünen annemi gördüm "Merhaba küçük adam." diyerek gülümsedi. 

"Merhaba." dedim ama bunu öyle kısık ve isteksiz bir sesle söylemiştim ki beni duymadığına eminim. 

"Arkadaşın geldi."

"Gitmesini söyle." Jacob Black... en yakın arkadaşım olduğundan daha önce bahsetmiştim, 2 haftadır odamdan çıkmıyordum -kütüphaneye gitmek dışında- ve 70. kez gelmişti beni görmek için. Yakın arkadaşlar böyledir, arkadaşının rahat bırakılmaya ihtiyacı olduğunu kabullenmezler. Nitekim ben de ona böyle yapmıştım. Kardeşim dediğiniz birini kötü gününde nasıl yalnız bırakabilirdiniz ki tüm iyi günleriniz onunla geçmişken?

"Ve o da beni dinleyecek, değil mi?"

Sustum. Yorganı kafama kadar çektim, boğucu bir sıcaklık vardı bedenimden dışarıya yayılan ve yatağın içi de bir o kadar sıcaktı, ama ne kadar boğulursam boğulayım bir ölü hareketsizliğinde kaldım. O anda Jacob'un sesini zihnimin içinde duydum "Eğer biraz daha benden kaçarsan, cesedini Quilete ormanlarına gömerim Embry."

Gülümsedim. Birkaç hafta sonra ilk kez. Yorganı kafamdan indirerek beni hala bekleyen anneme baktım ve "Sadece birkaç dakikalığına." dedim. O da gülümsedi ve mutlulukla Jacob'u eve almak için hareketlendi. 

Jacob'un hayli devasa vücudu kapının arasında göründüğünde, yüzündeki parçalayıcı ifadeden az da olsa ürktüm. Onu en son böyle sinirli gördüğümde, küçüktük ve fena halde birini hırpalamıştı. Sıradakinin ben olmadığımı kimse temin edemezdi, değil mi? Ama açıkçası, biri beni dövse ve kendime gelmem için işkence etse.. iyi olabilirdi. 

"Menopoza girmiş kadınlar gibi odana mı kapanacaksın cidden?"

"Siktir." dedim ve gözlerimi devirdim "Hayatın menopoza girmiş kadınlarla geçmiş gibi davranmayı kes." 

"Dostum neyin var?" Yatağın kenarına oturdu ve yüzüme bir tokat attı. Beklemiyordum bu darbenin gelmesini ve kaşlarımı çatarak baktım yüzüne "Cidden.. iyi değilsin."

"Bir kız.."

"Bir dakika bir dakika..." başını elleri arasına aldı ve "Mühürlenmiş gibi davranma Jacob, ona mühürlenmiş falan değilsin..." taklidimi yaptığı için karnına hafif bir tekme attım "Ee söyle bakalım, ne günah işledin de tanrı seni benim gibi cezalandırdı?"

Başımı iki yana salladım ve ellerimi "Bilmiyorum" anlamında açtım. 

O anda zihnimden, ölmeden önce son saniyelerini yaşayan bir insanın tüm anıları gözlerinin önünden geçip gittiği gibi, benim de gizemli kızla ilgili tüm anılarım geçti gözlerimin önünden. Jacob'un tüm vücuduyla titrediğini hissettim, anılarımın böyle ayrıntılı ve canlı olması titretmişti onu. 

"Embry- sen.." aniden ayağa fırladı "SEN MÜHÜRLENDİN Mİ?"


Okuduysan ve beğendiysen vote atmayı, yorumlarını benimle paylaşmayı unutma (:

Embry CallWhere stories live. Discover now