Ey cennetten kovulan ecnebiler,
Ey cehhenemi mesken edinen bizler, yakarışlarımı duymayan herkes yansın o ateşlerde. Yüreğime düşen süveyda, süveydalar. Ah yüreğimi inim inleten çaresizliğin acınası sokakları. Ben hala oğlunu ağabey bellemişken, koca diye dillendirmek yakarış sayılır mıydı? Cehhennemin yegane aydınlığı korlu sancaklar mıydı yoksa?

"Sen ne dedin peki?"

Annem masaya biraz eğilip gözlerinden çakmak çamak çıkan kıvılcımlarını bahşetti cennetime.

"Onun zibidisine verecek kız var mı bende? Kemal askerden geldi diye korkuyor kendince."

Kamal; çocukluğum, gençliğim, o benim şimdiye dek gördüğüm tek kişiydi. Belki biraz hayranlıkta vardı içimde. Engebeli olan bu yolda, yolcu bendim belliki. Kader denen hayat yolculuğu kim bilir beni hangi hengamenin içine atacaktı. Dilimi kanata kanata içimdeki zehri şarap edip yudumladım:

"Kemal geldi bugün buraya, annesi yollamış. Bizi birbirimize yakıştırıyormuş. Ben de olmaz dedim haberin olsun."

Annemin bir çırpıda söylediklerimden sebep inanamayan bir edayla beni süzdüğüne şahitlik etsem de ses etmeden onun sindirmesini bekledim. Ah benim yaban memleketteki kuşun kanadında asılı kalan zavallı annem. Benden daha çok hayal kırıklığına uğradığını görmemek imkansız. İdam sandalyesindeki mahkumu bekletim son saniyelerini zehir etmemek için öldürü darbeyi indirdim kendime. Bırakın damarlarımdan acı sökülüp alınıncaya dek kanamaya devam edeyim:

"Anne ben memlekete gitmek istiyorum. Burada kalırsam Tufan kendisiyle evlenmek istediğimi falan zanneder, o aptalla uğraşmak istemiyorum."

"Kemal'den mi kaçıyorsun? Yoksa Tufan'dan mı? Tufan'dan korkuyorsan gitmene gerek yok, gönlünün sende olduğu falan yok halanın zırvalamaları. Yok Kemal ve Nazlı'dan sebep gitmek istiyorsan bilemeyeceğim."

"Nazlı'yı nereden biliyorsun sen?"

"Bilmeyen mi var sanki."

Kalbimdeki yamalıktan taşan kanlara aldırış etmeden, yeni bir yamalık daha ekledim üzerine. Yakalayamadığım gençliğim, tutamadığım hayallarim. Hepsini benden çalanlar, aldılar alacaklarını ve benden bana yalnızlığın buz gibi, rutubet kokan duvarlarını bıraktılar. Eksilmeden, ancak bolca eksilerek yaşayadığım ömrüm biçare ve bithap. Hissedemediğim binlerce tat, binler hüzün yumruk misali boğazımda, boğazım azgın bir deniz gibi hırçın oysa. Kararlar, kararlar. Verilmesi gereken kararlar. Ben artık yamalıklı, eskimiş bir kalbe ev sahibesi olmaktan hoşnutsuzdum. Yıkılmamış gibi yapmaktansa, yıkılıp, dizlerimi kanatmak, avuç içlerimi yaralamak, akan kanımı izlerken, oh oldu sana aptal demek istiyorum. Ben bir kez düştüğüm o yerden yeniden doğrulmak ve ruhumu kendi eksenimde döndürmek, yeni bir gezenmişim gibi kendimi keşfetmek istiyorum.

"Anne" diyorum gözlerine bakarak "Memlekete gitmek istiyorum. İstanbul beni çok yordu."

Annem gözlerimdeki yorgunluğu görmüş olacak ki, onun da gözleri kara dağlar kadar bitikleşmiş bir halde. Babamdan sonra Kastamonu'ya gitmek annemi hüzünle sarıp sarmalamış, kundaktaki bir bebek kadar çaresiz ve hareketsiz kılmıştı. Yorgundu.

"Baba ocağına gitmek elbette seninde hakkın ama işin burada. Dahası ev iyice bakımsızlaşmıştır, pek çok masraf etmek gerekir oraya."

"Anne gören duyanda Doktor, Mühendis falan zannedecek beni, markette çalışıyorum ben farkındasın değil mi? Ev sadece kirlenmiştir, zaten babam ölmeden bur sene önce yapmıştı orayı. Gideriz temizleriz, boyasını badanasında yaparız, çiçek gibi olur."

Annem bunca yıl babamın mezarını ziyaret eder, ancak bir kez olsun babamın elleriyle yaptığı eve girmeye cesaret edemezdi. Onun bu perperişan ahvalinin geçip gitmesi için artık daha fazla bekleyemezdim. Yakın bir zaman da Kemal, Nazlı ile evlenir ve sokakta herkeslerin olduğu düğün alayı kurulurdu. Peki ben onları perde ardından yada hemen diplerinden seyredebilecek miydim? Yok, kara çalı olmak bana yakışmazdı, ya bakışlarımdan, ya tutamadığım göz yaşlarımdan hissederlerdi bir şekilde. Yemek masasındaki ufak çaplı dağınıklığı toparlarken kafamdaki tilkilerin kuyrukları birbirkerine değiyor ve hırlaşarak birbirlerini boğmaya meylediyorlardı. Benim içimde özgürce uçurmak istediğim taklacı güvercinlerim, kanaryalarım varken onları tel kafesten uzak tutacaktım.

Özgürlük; aslında insan zihninin özgür hissettiği, bedenini el verdiğince özgürdür. Ben kafesimi kendi ellerimle açıp içindekileri hürriyetlerine kavuşturdum. Özgürsünüz, uçabildiğiniz kadar özgürsünüz. Maaşımı almama daha bir hafta olduğundan İstanbul'un rutubetli havasına bir müddet daha mecburdum. Benim özgürlüğümde işte biraz sekteye uğruyordu bu nedenle. Kahkalarca gülmemek elde değil, değil mi? Özgürüz, ancak cebimizdeki nakit el verdiğince bu sınırları, bu levhaları belirleyebiliriz. Annemle konuşmamızın üzerinden iki gün geçmişti ve ben ilk güne nazaran bohem ruh halimden pekte bir şey kaybetmiş sayılmazdım. Marketten eve geçmek için servis arasına bindiğimde yorgunluk iliklerime dek ilmek ilmek dokunmuştu. Servis arabası binanın önünde durduğunda mahallelinin balkonlardan begonya misali sarktığını, dikkatle bir noktaya baktıklarını fark ettim anında. Merakım akıl sağlığıma saydırsada onu duymazdan gelerek herkesin baktığı noktaya bakma gafletine düştüm. Merak her zaman harkulede bir duygu olmamakla beraber çoğunlukla bok çukurunu aratmayacak şeyleri göz önüne serer ve tüm perdelerini açıp anadan üryan her yerini sergilerdi. Bende şu an anadan üryan bir görüntünün dehşetiyle sarsılıyordum. Kemal üzerine tam oturan lacivert bir takım elbise giymiş, ceketinin üst cebinden ipek, beyaz renkte bir mendil, kucağında gökkuşağından bile daha renkli bir buket, yanında annesi, babası, kız kardeşleri ve onların ellerinde bohçalara sarılmış olan çeyizler.

Onlar bir kaç bina öteki Nazlı'nın evine giderken ben arkamı dehşetle dönüp, evime hızlı adımlarla ilerledim. Hayallerimin içindeki renkli duvarlara tükürürcesine siyaha, simsayaha boyalar çalıp, üzerine bir de kana kana bir bardak soğuk suyu dikledim. Eve girdiğimde annemi salon perdesinden dışarıya bakarken bulmak beni her nedense biraz daha incitmişti sanki mümkünmüş gibi: "Anne, sende mi?"

Anında bana dönen anacığımın gözlerindeki buğuyu görmezden gelmek biraz daha işime geldiğinden kemikleri sayılan bedenimi kanepeye lambur lumbur bırakıverdim. Bu benim sırrımdı aslında, hiçbir şey olmamış ve her şey mükemmelmiş gibi roller kesmek. Zamanla herkesle beraber sizde kendinize inanıyor ve mükemmel bir yalancıyı doğuruyordunuz dünyaya. İçimizdeki şeytanları, başka şeytanlara peşkeş çekiyorduk belkide böyle yaparak. Annem yanıma benden farklı ve yaşına daha uygun olarak naifçe oturdu:

"Hafta sonu nişan yapacaklarmış mahallede." Annemin dudaklarından bunları işitiyor olmak her nedense yarama basılan kül olmuştu. Bilinen bir gerçekliğin yalnızca sesli dile getirilmeside beni bir miktar sarsmıştı ama asla daha fazlası olmamıştı.


16.08.2020 korona bitmedi.

Gül KOZASIحيث تعيش القصص. اكتشف الآن