Ve en korktuğu şey ise, her şey bittiğinde kendinden nefret ediyor olmaktı.

Telefonuna dernekten gelen sayısız mesajlar yığılırken, aslında derneğin ne kadar da umrunda olmadığını düşündü. Sadece gerektiği için oturduğu başkanlık koltuğu onu daha da sıkıcı bir hayata sürüklüyordu. Oradaki kadınlarla muhatap bile olmak istemezken bir de onların etkinliklerini düzenlemek hepten bir işkenceydi.

Susmak bilmeyen mesajların gazabına yenik düşüp filmi durdurdu. Kabul etse de etmese de dernekle ilgilenmek zorundaydı. Herkes, Aden'in vereceği daveti konuşuyordu ve Aden'in hazırlıklarla ilgili hâlâ göz atması gereken dosyalar vardı.

Derneği bir nevi olarak gördüğünden, dosyaları da Baykal'ın çalışma odasındaki masaya koymuştu Aden. Fakat odaya girdiğinde koyduğu yerde bulamadı. Baykal düzen takıntısı olan bir adamdı, muhtemelen onu çekmecelerinden birine kaldırmıştı.

Baykal'ın sandalyesine oturup çekmeceleri açtığında burada bir şey bulmaya çalışmanın, samanlıkta iğne aramaktan farksız olduğuyla yüzleşti. Sayamayacağı kadar dosya vardı, sanki matbaa gibiydi.

İçlerinden üstte duran bir kaçını çıkardı. Bunların arasında olması muhtemeldi. Bir tane muhasebe dosyası çıkmıştı. Ardından şirketin yasal işleriyle ilgili belge. Bütün bunlarla uğraşmak zorunda olsa galiba kafayı yerdi. Baykal'ı bir kez daha takdir etmişti.

Sonra bir dosya daha çıktı içinden. Bir kaç isim yazıyordu. Eva Harris, Lexa Nikolić, Kartal Özarslan, Celine Nikolić, Kerem Kunduracı, Zac Thomas... gibi isimler. Lexa ve Kartal'dan anladığı üzere bu Baykal'ın Londra'daki ekibi olmalıydı. Yani bu da işe yaramazdı.

Ardından Karcı Holdingle ilgili bir kaç belge çıktı ve bingo! Sonunda aradığını bulmuştu.

Davetle ilgili gözden geçirmesi gereken detaylara gömüldükten kısa bir süre sonra cep telefonu çaldı. Kerem'in aradığını görünce yüzüne istemsiz bir gülümseme yerleşti.

"Kerem, nasılsın?" dedi neşeli bir ses tonuyla.

"Canım benim iyiyim, sen?" diye sordu. Sesinden anlaşılacağı üzere yoldaydı ve arabanın hoparlöründen konuşuyordu.

"İyiyim ben de." dedi Aden.

"Sitedeyim de, müsaitsen beraber kahvaltı yapalım mı diyecektim?" dedi Kerem.

"Olur tabii." dedi Aden. Kerem'i özlemişti. Ayrıca şu an Beyaz Konaklar'da yanında sıkılmayacağı yegane insan Kerem olabilirdi.

Yaklaşık yirmi dakika sonra Kerem onu evden aldığında telefonla konuşuyordu.

"Ya Aden, annemle konuştum şimdi de, seninle görüşeceğimi duyunca bir ara uğramak istedi yanımıza, sıkıntı olmaz değil mi senin için? Bir şey konuşmak istiyormuş seninle." dedi Kerem.

Funda, Aden'i görmek istediğine göre, havadan sudan bahsetmeyeceği kesindi. Olup bitenlerle ilgili konuşacaktı ve bunu Kerem de farketmiş olacak ki yüzü düşmüştü. Sanki Aden'le annesini görüştürmek için Aden'i kahvaltıya çağırmış durumuna düşmek onu rahatsız etmişti.

"Gelsin tabii ki Kerem. Söylemene bile gerek yok." dedi Aden onu daha fazla mahçup etmek istemeyen bir tavırla.

Aralarında oluşan kısa sessizlikte Kerem derin bir boşlukla yolu izliyordu.

"Sen iyi misin Kerem?" dedi Aden yılgın bir sesle.

Derin bir nefes alıp verdi Kerem. "Ne kadar iyi olunursa be Aden." dedikten sonra dudaklarını dişleyerek devam etti. "Babamsız bir hiçmişiz biz onu anladım. Onun oradan yönlendirmesiyle işler yürümüyor. Zaten babam ve hapis kelimesi aynı cümle içine düştüğünden beri, herkes elini eteğini çekti bizden. Halam desen zaten babamla konuşmuyorlar, tüm iş anneme kaldı. Bütün hesaplar falan bloke durumda zaten. Durumlar vahim anlayacağın. Uzatmaları oynuyoruz." dedi.

Beyaz KonakWhere stories live. Discover now