“Bunu bize ne zaman açıklamayı düşünüyordun, Siri?”

James'in yanıma yaklaşıp kolumu dürtüklemesiyle sarsıldım. Gözlerimi tahtadaki yazıdan zorlukla ayırıp dostuma çevirdim. James hâlâ arsızca gülüyordu, sanki yaşadığım bu mental çöküşten zevk alıyordu. Tüm kanın yüzüme hücum ettiğini hissettim. Ona cevap verebilmek için ağzımı açtım ama sesimi çıkaramadım. Bacaklarım uyuşmuştu, terleyen avuç içlerimi pantolonuma sildikten sonra kendimi ayağa kalkmaya zorladım. Kokunun yok olduğunu fark ettim, profesör küçük kazanın kapağını kapatmıştı. Bir şeyler söylüyordu ancak onu dinlemiyordum. Yakın çevremizdeki, beni duyduklarına emin olduğum kişilerin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bunlara Peter ve James de dahildi. Hepsinin alayla güldüklerinin farkındaydım ve yerin dibine girme isteğim katlanarak artmaya başlamıştı. Yüzümün kıpkırmızı oluşu ya da dizlerimin titremesini umursamadan henüz on dakika önce geçtiğim kapıya yaklaştım. Başkaları da kalkmış, sınıftan çıkmaya çalışıyorlardı. Anlaşılan ders bitmişti ama ben de bitmiştim. İnsan kalabalığını yararak kendimi sınıftan dışarı attım ve dosdoğru koşmaya başladım.

Uzun süre koştum, soluksuz kalana dek merdivenleri tırmandım. Nefes alabilmek için durduğumda ayaklarımın beni Gryffindor kulesine geri getirdiğini fark ettim. Bir sonraki derse çok az bir vakit olmalıydı, ama o an bunu umursamadım. Hayatımda daha çok utandığım başka bir an olduğunu sanmıyordum, dolayısıyla tek yapmak istediğim her şeyi unutana dek yorganımın altında saklanmaktı. Parolayı söyleyip aceleyle içeri girdim. Kırmızıya bürünmüş salonda kimseler yoktu. Tek oluşuma şükürler ederek şöminenin karşısındaki kanepeye attım kendimi. Hâlâ koşmanın etkisiyle nefes nefese bir hâldeydim. Arkama yaslanırken bacaklarımı karnıma çekip, kollarımı da çevresine doladım. Gözlerim boşluktayken aklımda tek bir soru vardı:

Aşk iksiri neden Remus gibi kokuyordu?
⠀⠀⠀⠀⠀
⠀⠀⠀
⠀⠀
Bir ara dalıp gitmiş olmalıyım ki, gürültüyü duyduğumda sıçrayarak uyandım. Ortak salon şimdi öğrencilerle dolup taşıyordu. Gözlerimi açınca Remus'un yanımda oturmuş, kitap okuduğunu gördüm. Tutulmuş boynumu ovarak başımı kaldırınca ise ayaklarımızın dibinde yere oturmuş, birinci sınıf öğrencileri gibi el kızartmaca oynayan James ve Peter'ı gördüm. Bir an için bomboş olan belleğim yavaş yavaş yerine gelince kalbim yine bir maraton koşmuşum gibi atmaya başlamıştı. Dönüp yeniden Remus'a baktım, kitabını kapatmış ve bana bakıyordu. Yoksa biliyor muydu?

“Günaydın, ahmak. Tüm dersleri kaçırdığını biliyor musun?”

Ayıplarcasına konuştuğunda zorlukla yutkundum. Yüzünde garip bir ifade vardı, sanki beni şüpheyle süzüyordu. Biliyordu, kesinlikle biliyordu. Nefesimin daraldığını hissettim. Kendimi nasıl açıklayacağımı bilmiyordum bile. Saatlerce bunun nasıl mümkün olabildiği ihtimâline kafa yormuş ama mantıklı hiçbir açıklama bulamamıştım. Remus'a âşık olamazdım. Bu çok saçmaydı, kim en yakın arkadaşına âşık olurdu ki? Dostluğumuza, aramızdaki güvene ihanet etmektense ölmeyi yeğlerdim. Hayır, ona kesinlikle âşık değildim. Sadece şu an beni süzen gözleri yeşilin en sevdiğim tonuydu, tıraş losyonu çok güzel kokuyordu, karamelli donut yediğinde parmaklarına bulaşan karameli yalarken sevimli görünüyordu, asla yanında en az bir kitap olmadan gezmediği için daima parşömen kokuyordu, kahve saçları güneş ışığının altında bal rengine dönüyor ve yüzündeki yara izlerine rağmen onu çok yakışıklı gösteriyordu ama bu ona âşık olduğum anlamına gelmezdi. “Ben,” diye mırıldandım, ne diyeceğimi bilemeden. Kaşlarını çattı, alnı kırışmış ve gözlerindeki öfke şömineden yansıyan ateşin ışığıyla parlamıştı. Bu görüntüyle dilim tutuldu. “Ben..”

“Eğer hastaysan Madam Pomfrey'e gitmeliydin, seni salak. Koltukta uyuyarak iyileşeceğini mi düşünüyorsun? Üstelik tüm gün yemek bile yemedin.” Sesindeki öfke giderek azaldı ve en sonunda tamamen yumuşak bir tona büründü. James ve Peter oyunu bırakmış ve bize dikkat kesilmişlerdi. Onlara bakmasam da bunun farkındaydım. “Al,” dedi, yan taraftan aldığı içi dopdolu bir tabağı bana uzatırken. “Sana yemek ayırdım.”

Uzattığı tabağı titreyen ellerimle tutmaya çalıştım ancak beceremedim. Kalbim hâlâ deli gibi atıyor, yüzüm giderek daha çok ısınıyordu. Tabağı bile tutamadığımı fark ettiğinde iç çekti, bana yanaşıp kendi kucağına koydu. “Sana inanamıyorum,” diye mırıldandı. Kaşları hâlâ çatıktı ama sesinde şefkât vardı. “Berbat bir hâldesin ve hâlâ kendi bildiğini yapıyorsun.” Söylediği hiçbir şeye tepki veremiyordum. Sıcak avuç içini alnımda hissettim, bir kez daha iç çekti. Parmakları, yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına ittirirken titredim. Sonra tabaktan aldığı elma dilim patateslerden birini ağzıma uzattı. “Ye hadi,” diye mırıldandığında ise kendimi bir aptal gibi hissettim. Evet, ona âşık olamazdım. Sorun şu ki; ona fena hâlde âşığım.
⠀⠀⠀⠀⠀
⠀⠀⠀⠀⠀
×××

Öncelikle, bu kurgu kıtlığı çektiğim dönemde bana fikir veren Kyrie'ye teşekkür ederim.

Ve kitabı da bana silah zoruyla yazdıran arkadaşım İrem'e ithaf ediyorum.

Ayrıca beni ve sürekli sorunlu bir salak olarak yazdığım Sirius'umu özlediniz mi? Şahsen ben problematik Sirius'umu aşırı özlemişim. :d

fallen in love while on my way | wolfstar  Where stories live. Discover now