ii

5K 378 353
                                    

Korkunç günler geçiriyordum. Bunca zamandır hayatımda yolunda olan tek şey dostlarımdı ve şimdi onlarla da her şey karmakarışık olmuştu. Adımı Sirius Aptal Black olarak değiştirmeliydim belki de. Geçen haftaki İksir dersinden beri adeta kalp yetmezliği çekiyordum. Ne zaman Remus ile yanyana gelsem kalbim deli gibi çarpıyor, nefes almakta zorlanıyor ve dilim dolanıyordu. James ve Peter'ın yanında ise utançtan ölecek gibi hissediyordum. Aptalın tekiyim, yedi yıl boyunca yanyana uyuduğum insanlarla kendimi bu duruma soktuğum için kesinlikle aptalın tekiyim.

Önceki hafta bir ara Remus lavaboya gittiğinde James ve Peter benimle konuşmuşlardı. İkisinin de yüzünde hain bir sırıtış vardı. Sürekli olarak kırmızıya dönmüş yüzümle alay etmelerine rağmen James, “Ona söylemedik,” dedi. “Hasta olduğunu düşünüyor, ona göre davran. Sen söylemek istemediğin sürece sırrın bizimle güvende.” Sonra göz kırptı ve neredeyse beni boğazlarcasına sarıldı.

Bu durumdan aşırı derecede zevk almasına anlam veremiyordum. Öyle heyecanlı ve mutlu görünüyordu ki, Lily Evans ile ilk randevusuna çıktığında bile onu bu kadar mutlu görmemiştim. Peter da neredeyse James kadar keyifliydi, bize bakıyor ve gülüyordu. “Ne zamandan beri ondan hoşlanıyorsun?”

Peter sorduğunda ona verecek bir cevap bulamadım. “Bilmiyorum,” diyebildim sadece, sesim güçsüz çıktı. “Ben de yeni fark ediyorum.”

“Sonunda ikiniz de saplıktan kurtulacaksınız, çok mutluyum!” James neşe içinde konuşurken Peter ayağa kalkmış ve eksik kalmayı istemediğini belli ederek diğer yandan bana sarılmıştı. İki aptal, beni tüm kemiklerimin sızlamasına neden olacak kadar sıkıca sararken Remus geri döndü. Önce huysuzlukla bize baktı, “Size de hastalık bulaşacak,” dedi ancak James ve Peter'dan tepki gelmeyince ekledi. “Eh, kimin umurunda ki? Grup sarılması!” Bir anda yüzüne yayılan gülümsemeyle o da kollarını üçümüzün birleşmiş bedenlerine doladı. Aynı anda hem utanç duyuyordum, hem de fazlasıyla mutluydum.

Şimdiyse o gecenin üstünden bir hafta geçmişti ve ben, berbat hissediyordum. Sonrasında hiçbir şey yolunda gitmemişti. İstemsizce Remus'tan kaçınıyor ve James'le tartışıp duruyordum. Beni her yalnız yakaladığında Remus'tan konuşuyordu ve bu, hiç de konuşmak istediğim bir konu değildi. Yeni farkına vardığım bu hisleri istediğimden emin değildim. Remus ile dostluğumuza zarar gelmesinden ölesiye korkuyordum. Ben onları bastırmanın bir yolunu arıyorken, James'in sürekli Remus'la ilgili güzel şeyler anlatması bana hiç yardımcı olmuyordu. Peter beni her gördüğünde bir anlığına aptalca gülüyor olsa da en azından konusunu açmıyordu. Bu yüzden ona minnettardım. Ancak tüm bunların yanı sıra, bir problemim daha vardı; bu korkunç sırrı bilenler James ve Peter ile sınırlı değildi. Remus ile bir araya gelmekten kaçınmamın bir diğer sebebi de insanların bakışlarıydı. Bu okulda dedikodular çok hızlı yayılıyordu ve sadece yanyana oturduğumuzda bile kıkırdamalar işitiyordum. Merlin aşkına, bundan daha kötü bir durum olabilir miydi?

Öğle yemeğinden sonra göl kenarına indiğimizde kendimi çimlerin üzerine atıp uzandım. Kafam patlayacak gibi hissediyordum. Beynimde sürekli olarak insanların kıkırtıları, James'in âşık çocuk deyişleri ve Remus'un gözlerini kısarak gülümsemesi dönüyordu. Bıkkınlıkla iç çektim. James ve Remus'un hararetle bir konu hakkında tartışmalarını dinlemiyor, mavi gökyüzünü seyrediyordum ki sarı saçlar manzaramı böldü. Peter, kafasını bana doğru eğmiş, kalın kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bana bakıyordu. Karnıma yediğim hafif bir yumruğun ardından, “Hiç konuşmuyorsun,” dedi, sonra sesini alçalttı. “Hadi ama Sirius! Büyütülecek bir şey yok, eskisi gibi olmak bu kadar zor mu?”

İç çektim. Ben doğrulup otururken geriledi. Bacaklarımı çaprazlayıp ona döndüm, kollarım güçsüzce kucağıma düşmüştü. “Bok gibi hissediyorum Pete,” diye fısıldadım, başının arkasından Remus'u kontrol ettim. Hâlâ James ile konuşuyordu. “Remus'un yüzüne bakamıyorum bile.”

“Bu çok anlamsız,” dedi, o da fısıldıyordu. Tek bacağını karnına çekip diğerini uzattı ve bana doğru eğildi. “Birine âşık oldun diye Azkaban'a atılacak değilsin. Eşcinsel olmanın kötü bir yanı yok, James zaten bunu tahmin ediyordu.”

Söyledikleriyle tek kaşım havalandı, asıl problemin farkında olmadığını anladım. Eşcinsel olmakla bir problemim yoktu, en azından şahsi açıdan. Bunun uzun zamandır farkındaydım. Alt dudağımı ısırdım ve sesimin titrememesine dikkat ederek, “Anlamıyorsun,” dedim. Konuşmaya devam etmek kalbimi acıtıyordu. “Remus herhangi biri değil. O, en yakın dostum. Sizler benim tek dostlarımsınız. Beni istemezse eğer.. Onu kaybetmeyi göze alamam.”

Aklımı işgâl etmeye başlayan olası tüm kötü ihtimâllerle gözlerim dolmaya başlamıştı. Kolaylıkla ağlamazdım, küçükken annemin sözlerine bile ağlamazdım ama söz konusu James, Remus ve Peter olduğunda ne kadar hassaslaşabildiğimi benim bile bilmediğimi anlamıştım. Bir haftadır sürekli olarak ağlamaya ihtiyaç duyduğumu ve sonunda gözyaşlarımın özgürlüklerine kavuşmaya hazır olduklarını fark ettim. Başımı öne eğdim, saçlarım yüzümü gizliyordu ancak yine de ellerimi yüzüme örttüm. Ağlamaya direnmeye çalışıyordum, ama artık ağır geliyordu. Remus'un gözleri ışıldayarak gülümsemesi, iyi hissetmediğimde hafifçe kolumu okşaması, sıkıldığında saçlarımla oynaması, komik bir şey söylediğimde kahkahalara boğulması ve tüm o ilgili davranışları bana ağır geliyordu. O kitap okurken, onu seyretmeyi ne kadar sevdiğimi ama bir haftadır bunu bile yapamadığımı düşündükçe beni bu boktan duruma düşürdüğü için kendi kalbimi tekmelemek geliyordu içimden.

Peter'ın ufak ellerinin sırtımı sıvazladığını hissediyordum. Sonra James'in sesi kesildi, Remus'un “Hey,” diye seslendiğini duydum. “Neler oluyor? Sirius, iyi misin?”

Sesi giderek yakınlaştığından yanıma geldiklerini anlamıştım. Uyluklarımda bir el hissettim, omzumda ise bir başka el. Üçü de iyi olmam için bana güçlerini aktarıyormuşçasına dokunuyor ve destek olmaya çalışıyorlardı. Omzumu sıkan elin sahibi alnını başımın yanına yasladı ve kulağıma, “Pati,” diye fısıldadı. James'ti. “Seni üzgün görmekten nefret ettiğimi biliyor muydun? Ağlama, çünkü sen üzüldükçe benim de canım yanıyor.”

Bu sözler beni daha fazla ağlatmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Eh, yedi yıldır James'ten duyduğum en güzel sözler bunlarken ağlamamam pek de mümkün değildi zaten. Söylemese biliyordum, James, evden ayrıldığım ve Regulus'la uzaklaştığım günden bile öncesinde benim kardeşim gibiydi. Onunla aramızdaki ilişkiyi tarif edemezdim, ancak hiçbir şey söylemese de bakışlarından ne hissettiğini bilirdim. Remus ve Peter ile de böyleydik, ancak James ile durum daha farklıydı. Onunla gerçekten öz kardeş gibi olmuştuk.

Ellerimi yüzümden çektim. Önce sol yanımdaki Peter'a, ardından karşımda duran Remus'a baktım. Her ikisi de endişe içindeydi. Remus'un her şeyden habersiz, yıllar sonra ilk defa beni ağlarken görmenin verdiği korkuyla bakması tüm sinir uçlarıma bir elektrik dalgası yayılmış gibi hissetmeme sebep olmuştu. Sağıma döndüm, James başını çekmiş, dudaklarında buruk bir gülümsemeyle bana bakıyordu. “Göz kalemin akmış,” dedi, omzumdaki eli gözlerimi buldu. Gözyaşlarımı ve akan siyah boyayı siliyordu. “Korkunç görünüyorsun.”

James'in bileğini tutup elini indirdim. Çaprazladığım bacaklarımı ayırarak ona yanaşmış, Peter ile Remus'un tutuşundan kurtulup kollarımı boynuna sarmıştım. James de bana sarıldı, sonra sırtıma yaslanmış iki kafa hissettim; Remus ve Peter. Onlar da kollarını bize dolamışlardı. Sanırım son zamanlarda, üçüncü sınıftan beri ilk kez bu kadar sık grup kucaklaşması yapıyorduk. Dışarıdan bakıldığında ne kadar garip göründüğümüzü umursamadım, ailem yanımdaydı.

fallen in love while on my way | wolfstar  Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ