20. Bölüm: "Kardan Adamın Kordan Kalbi"

Start from the beginning
                                    

Boynumdan sarkarak gerdanımda intihar edip, ardından bir anka kuşu misali yeniden doğan güneşin eşi, karanlığın gümüş rengi temsilcisi olan ay da onun boynunda yeniden doğmuştu. Soğuk parmakları, soğuğun lekelediği cildimde bir mızrak hissi yaratsa da, dokunduğu her noktadan oluk oluk kan akacak türden yarıklar bile açsa geri çekilemezdim. Bana dokunduğu noktada ay ve güneş birbirine dokunuyor, şafak gökyüzünde Zühre yıldızına dönüşüyordu.

Bir süre sonra zihni kaldırdığı kelimenin ağırlığına dayanamayıp çökmüş olacak ki, "Sığınak?" diye fısıldadı, fısıltısından akan duygu bana sorduğu sorunun derinliğini hissettiriyordu. Alnımı alnına sürterek geri çekildim, tanrının parmaklarında ufalanan bulut parçaları gibi dökülmeye devam eden kar tanelerine bakıp sertçe yutkundum.

"Hissettirdiğin bu." Nefesimin oluşturduğu buharı izlemeye başladığım sırada yeniden bana yaklaşmıştı. Yakınlığı, kalp atışlarım gibiydi. Sanki göğsümün içindeydi ve kalbim gibi atarak büyüyor, yaşamımı kalın halatlarla kendisine bağlamış sırtında taşıyordu.

"Ama bana sığındığın söylenemez," dedi, bu bir yakarıştan çok, bana verdiği bir mesaj gibiydi. Ona sığınmamı mı istiyordu? O zaman tüm yükler onda olurdu, ben kimsenin yükü olmak istemiyordum. Elimden gelseydi, onun da yükünü sırtıma alırdım ama yeterince güçlü olmadığım da su katılamaz bir gerçekti. "Bazen bana o kadar yakınsın ki, kalbimin atışları senin sesinmiş gibi hissediyorum," dedi ruhumu bir bulmaca gibi çözerek benim kelimelerimi bilmeden bana sunarken. "Ama bazen öyle uzaksın ki, parmaklarımı nabzıma bastırıp yaşayıp yaşamadığımı sorguluyorum. Sanki bir hayaletim ve sen içimden geçip giderken, her yeri dağıtıyorsun ama bu seni sarsmıyor bile."

Kelimeleri bana yabancı geliyordu. Bağışıklığımın hiç deneyimlemediği kuvvetli bir ilaç gibi... Bana iyi geleceğini biliyordum ama beni iyileştirmeden önce ölümün kıyısına sürüklediği de bir gerçekti. Beni korkutuyordu. Kartal Alaşan beni korkutuyordu. Hissedebileceğim tüm duygular beni korkutuyordu.

"Bu kadar açık konuşmana gerek yok," dediğimde kirpikleri gözlerinin üzerine devrilerek bakışlarını gölgeledi. "Ben seni zaten anlıyorum. Bir adım sonrası felaketimiz olur."

"Felaketin sınırlarında dolaşmak cezbediyor seni," dedi, duraksayıp kafamı kaldırdım ve hislerini bir türlü kamçılayamayan çıplak gözlerle öylece ona baktım. Bana doğru bir adım daha atıp kişisel alanımı tamamen işgal etti. Kafasını indirip, görkemli kirpiklerinin altında geceyi hissettiren ay parlaklığındaki gözlerini gözlerime bir evsizin avucuna iliştirdiği emek dolu parayı iliştirdiği gibi iliştirdi. "Hem felaketin ortasındasın, hem felaketten kaçıyorsun, hem de felaketi istiyorsun. Uçurumu çok sevmek ama uçurumdan düşmekten korkmak gibi. Dibime kadar geliyorsun, ayağının altından kayıp uçurumdan yuvarlanan taşları görüyorsun ve bu seni heyecanlanıyor. Ama bir adım daha atmaya cesaretin yok."

Yalanlamak anlamsızdı ama bunu ona söylersem de kalbim gururlu bir direnişin yenilen ilk askeri olacaktı.

"Çok cesursun Lavinia," dediğinde kirpikleri bir ok gibi içime saplanıyordu. "Ama iş o bir adımı atmaya gelince, uçurumdan aşağıya sarkan gölgenden bile korkuyorsun."

Avucumu kaldırıp onun karnına koyduğumda, koyulaşan gözleri gözlerimin içine sızarak zihnime doğru ilerledi ama bu kez bu çıplaklık beni ürkütmedi. Avucumdaki tüm sıcaklığı karnında hissetmesini istiyormuşum da bunu ruhuma itiraf edemiyormuşum gibi avucumu karnına tamamen bastırınca, Kartal'ın zaten kemikli olan yüzü, sıktığı dişlerinin gösterisine yenik düşerek daha da sertleşti.

Parmak uçlarımda onun için hissetmesini bekleyen dokunuşlar vardı.

Onu kaleme alan kadının parmak uçlarında onun için bekleyen kelimeler vardı.

VAVEYLAWhere stories live. Discover now