Reyyan bir şey duymuyordu bile. Sanki göreceği tek şey gözlerinin önündeki ateşmiş gibi sadece oraya bakıyordu. O ateş şu an bir tek onun en çok sevdiği oyuncağını değil; kalbini de yakıyordu. Dizleri titredi, düştü düşecekti. Gözlerindeki yaşları bir bir akıyorlardı. Ferhat onun yanından öfkelice geçip giderken, Şirin iğneleyici gülüşünü eksik etmedi.

"Siz ne yaptınız?!! Milki! Milki!" Milki... Ayıya verdiği isimdi. Cesareti olsaydı atlardı şu an o ateşin içine, kurtarırdı oyuncağını ama yapamıyordu. Yere çöktü. Dizlerinin sertçe buz gibi taşa değip paramparça oluşunu aldırış etmedi. Yanıyordu, kalbi yanıp kül oluyordu... Şirin, ona doğru yaklaşıp başının üstünde durdu. Yukarıdan ona nefretle bakıp kulağına yaklaşıp fısıldadı.

"Bu anı sakın unutma Reyyan... Bu daha başlangıç... Cehennemin şimdi başlıyor." Sonra ardına bile bakmadan Reyyan'ı sertçe itip yukarıya çıktı. Yere düşen Reyyan, dizlerindeki acısını umursamadı. Şimdi onun canını yakan bambaşka bir acı vardı; Milki ölüyordu...

"Allah belanızı versin... Allah hepinizin belasını versin..."

O buz gibi taşların üzerinde ne kadar zaman geçirdi bilmiyordu. Ateş çoktan sönmüş, yaktığı ne varsa küle çevirmişti. Ortada kimse de yoktu ama Reyyan'ın ayağa kalkacak gücü de yoktu. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü bilmiyordu. Tek bildiği bu evde daha fazla kalamayacaktı. Elleriyle kendine yardım edip yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı. Çok sarsılmıştı fakat güçlü durması gerekiyordu. Yani en azından öyle olması lazımdı, ki Reyyan'ın buna da mecali kalmamıştı. Burnunu çekerek yerdeki çantasını alıp omuzuna attı. Bakışları küle çevrilmiş Milki'sinden ayrılmıyor, gözyaşları da durmuyordu. Kendisini o kadar yorgun, bitkin hissediyordu ki; sanırsın tüm gün durmaksızın çalışmıştı. Evden çıkıp kapıyı kapattı. Biliyordu, aileden birinin onu gözleriyle takip ettiğini biliyor ve hissediyordu ama dönüp arkasına bakmayacaktı. Nefreti ve tiksinliği buna izin vermezdi. Yürüdü. Rastgele bir sokağa dönüp yürüdü. Ahalinin bakışları onun üzerinden çekilmiyordu. Durmaksızın çalan telefonunu da işitmiyordu. Gidiyordu sadece, sadece çekip gidiyordu... Evden epey uzaklaştığını fark ettiğinde durup etrafına baktı. Neredeydi? Ne ara gelmişti buralara? Bilinmez.

"Reyyan!"

Bu ses Miran'a aitti. Bulmuştu onu, vazgeçmemişti ondan. Reyyan buna içten içe sevinse de, sevincini ifade edemeyecek kadar darmadağındı. Miran ona arkadan yetişip karşısına geçtiğinde o da şaşırdı haline. Elleriyle onu omuzlarından tutup kendisine çevirdiğinde, Reyyan gözlerini kaldırmadı bile.

"Ne oldu? Ne bu hal? Kim ne yaptı sana?"

Kızcağız konuşmayınca direkt ona sarıldı Miran. Yine üzmüşler, yine kırıp paramparça etmişlerdi bu kızı. Allah'ın cezaları! Ne istiyorsunuz bu kızdan, anlamıyorum ki. Miran ona sarıldığında kendisini bir an olsun huzurlu hissetti. Burası çok güzeldi, buradan hiç ayrılası yoktu. "Şşş sakin ol, tamam. Ağlama, ağlama..." Ne olduğunu sormayacaktı bile; ne önemi vardı ki artık? Her şey olup bitmişken öğrenmenin ne faydası olacak? Zaten belli; yine ne yapıp edip yıkmışlar Reyyan'ı. İçinden onlara binbir türlü küfür savurdu Miran. Bulundukları yerde çimenlere oturdular. Miran, yakındaki küçük marketten koşup Reyyan'a bir su alıp getirdi. Aynı dünkü gibi su ile temizledi Reyyan'ın yüzünü, rahatlattırdı. Bir süre sustular. Sükuneti bozan ilk Miran oldu, zira dayanamıyordu daha fazla.

"Ne olduğunu bile sormayacağım. Her şey zaten belli. Sadece tek bir sorum var; kim?" Sorusu cevapsız kaldı. Reyyan konuşmak istese de gücü yetmiyordu. Yıkık, döküktü. Miran eliyle onu çenesinden tutup bakışları kendisine bağladı. "Reyyan, kim? Hangisi?" Aptal soru sorduğunu düşündü bir an. O evde Reyyan'a zulm edecek üç kişi vardır; Ayşegül, Şirin ve Ferhat. Başka da hiç kimse. Ama öğrenmek istiyordu, ismini duymak istiyordu. Reyyan'ın gözlerinden tekrar sıcak gözyaşları süzüldü. Miran baş parmaklarıyla onları silip biraz daha yaklaştı. "Reyyan sakin ol, tamam. Bak ben buradayım, yanındayım. Bitti gitti artık, güvendesin."

PARAMPARÇA  (ASKIYA ALINDI) Where stories live. Discover now