Bu kelimeden nefret etmeye başlıyordum.

Bu yüzden bahçeyle ilgilenirken artık sesimi bile çıkarmıyordum. Hatta bunu fırsata çevirmeye çalışıyordum, çünkü her ne kadar teyzemin gözleri üzerimde olsa da bahçede olduğum zaman boyunca yalnızdım. Zaten kaçabileceğim bir yer de yoktu, bahçe çitleri özellikle fazlasıyla sivri ve yüksek yapılmıştı. Ama oldukça büyük bir bahçeydi, bu yüzden en azından burdan bir şekilde çıkmama yardımcı olacak bir şeyler bulabilirdim. Yalnızca sabrediyordum.

2 saat sonra bahçedeki bütün gülleri budamıştım, ama hala bir şey bulamamıştım. Böyle anlarda kendimi kaybedecek gibi oluyordum, ama kendime amacımı hatırlatmak beni güçlü tutuyordu.

Yine de bu sefer bu kadar kolay olmamıştı. İçimi yiyen şeyler vardı, uzun süredir buradaydım ve dayanılmaz hale geliyorlardı. Bir şeyler yapmalıydım. Herhangi bir şey.

Bıçağı ve sap dolu kovayı teyzeme gösterirken gerçekten çalıştığımı kanıtlıyordum. İlk birkaç sefer birikmiş dalları atmış gibi köşeye yaydığımı fark edince bunu yapmamı istemişti.

Ağacı ilaçlayan Stacey bakışlarını bana çevirdi.

"Hepsi mi?" Gözlerimi devirdim.

"Evet, hepsi. Gidip kontrol edebilirsin." Bu sırad gözüm bahçe önlüğünün cebine kaydı. Genellikle orada tuttuğu telefonu, yerinde değildi. İlaçlama sırasında zarar gelmemesi için evde bırakmış olmalıydı.

"Aferin, August. Alışmaya başladın." Onu duymamazlıktan geldim.

"Şimdi içeri gidip bunları temizleyebilir miyim?"

"İzin istemek ne kelime, tabii ki. Hatta elin değmişken tuvaleti de temizleyebilirsin." Sıkıntılı bir nefes vererek bahçe çizmelerim üzerinde döndüm ve yavaşça eve girdim. Arkamdan gelip gelmediğini kontrol ettikten sonra çizmelerimi çıkararak elimdekileri yere bıraktım.

Telefonu göz önüne bir yere koymayacağını biliyordum, bundan daha zekiydi. Anahtarların olduğu küçük siyah kutunun içine baktığımda orada değildi. Paspasın altına bile baktığımda pes etmek üzereydim ki gözüm portmantonun üzerinde görünen siyah çıkıntıya takıldı. Boyum yetişmiyordu.

Onu oraya koymak için sandalyenin üzerine bile çıkmıştı, vay canına. Hırs aileden geliyor olmalıydı.

Ellerim ve dizimle hafif ağırlık vererek, tahtadan portmantonun kırılıp kırılmayacağını kontrol ettim. Üzerinde hafif durduğum sürece biraz gıcırdamadan başka bir sorun çıkarmayacağa benziyordu.

Dizlerimi dikkatlice dayadıktan sonra hafifçe zıplayarak ceketlerin olduğu yerde dizlerimin üzerinde dikildim ve tahta gıcırdarken telefona elimi uzattığım gibi onu alarak indim. İndiğimde kalbim kulaklarımda atıyordu, çünkü beklediğimden fazla ses çıkmıştı. Panikle tekrar kapıya baktım, ama ayak sesi gelmiyordu.

Hızla kaldığım odaya ilerledim ve kapıyı kapattım. Arkamı kapıya yasladıktan sonra telefon ekranına bakmaya başladım. Çok da yeni olmayan telefonun üzerindeki tuşların üzerine titreyen parmaklarımı götürdüm. O an için numarasını hatırlamamayı diledim. O zaman vazgeçip devam edebilirdim belki, ama numarayı hatırlıyordum ve bunu yapmam gerektiğini biliyordum.

Bu yüzden derin bir nefes aldıktan sonra nefesimi verirken numaraları tuşladıktan sonra mesaj gönderme seçeneğine bastım. Henüz sesini duymaya hazır değildim.

Numarayı gizlediğimden emin olduktan sonra yazdığım iki kelimeye bir süre göz gezdirdim. Ekleyebileceğim ya da çıkarabileceğim bir şey yoktu. Olması gerektiği gibiydi. Gönder tuşuna bastıktan sonra göz kapaklarımı birbirine bastırdım ve telefonu kilitlediğim gibi odadan çıktım.

After Decisions (GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin