8♱ Judas*

982 92 40
                                    

Sanki girmediğim mücadeleleri bile kaybetmiştim. Bitmiştim, birkaç gün içerisinde tamamen tükenmiştim. Zorla alıkoyulduğum günün üzerinden neredeyse bir hafta -üç günü uyuyarak- geçmişti ve zavallı vücudum yeni yeni kendine geliyordu. Açıkta kalan yerlerimde pek bir şey yoktu. Kıyafetlerimin örttüğü alanlardaysa hafif kızarıklıklar kalmıştı, suratım biraz şişti, o kadar. Mental durumumdan zaten bahsetmek bile istemiyordum, içler acısıydım. İplerimi biraz gevşetecek olsam kafama bir mermiyi yollayacak kadar bitiktim.

Devam edecek gücü kendimde bulamıyordum. Her şeye bir son vermek, bu işten tamamen çekilmek istiyordum çünkü elimi verdiğim yetmemiş, kolumu da kaptırmıştım. Karanlığa çekilişimin üzerinden daha bir gün bile geçmeden tüm bu halt her yere sıçramaya başlamıştı bile. Daha fazla uzatmak istemiyordum. Ben, vazgeçiyordum. Jimin'le konuşacak ve beni tüm bunlardan uzak tutmasını isteyecektim. Biliyorum, kabul etmeyecekti elbette. Ayaklarına kapanacaktım, yalvaracaktım. Gerekirse başka bir hayatı kendi hayatıma karşılık sunacaktım. Her şeyi yapabilirdim.

Yalnızca beni kurtarsın istiyordum.

"Dışarıdan kendi ölüm senaryolarını yazıyor gibi görünüyorsun."

İrkilerek başımı kaldırdığımda Antonio'yu gördüm. Gülümseyerek yanıma oturmuş, sevecen bir tavırla gözlerimin içine ilgiyle bakmıştı. Onun bu halini görünce kendimi gülümsemek için zorladım ama öyle uzun zamandır gülümsemiyordum ki yanaklarım ben gülümsemeye çalıştıkça titriyordu. Daha fazla küçük düşmeden çabalamayı kestim ve başımı yine önüme eğdim. Suratımdan zaten her şey belli oluyordu ama ben onun anlamasını istemiyordum. Derdimi yalnızca Jimin'e anlatmak, hatta ona sığınmak istiyordum. Omzunda ağlayabileceğim tek kişi o an oydu.

"Şu durumda sence de normal değil mi?"

"Elbette normal. Bence fazla bile dayandın. Ah, baksana, dürüst olacağım. Şimdiye kadar vazgeçeceğini düşünmüştüm, biliyor musun?"

İyi de, ben zaten vazgeçtim. Sonucu ne olursa olsun kendimi bu karanlıktan kurtarmaya geldim.

"Güçlü birine benziyorsun."

"Öyle söylerler."

"Yine de konuşmak istersen buralardayım. Yani dertleşmek falan, anlarsın ya. Çekinme."

"Çekinmem."

Koskoca bir sessizlik. Ne kalkıp gitti ne de konuştu. Sanki benden bir adım bekliyordu ancak benim adım atacak halimin olmadığını görünce dudakları tekrar aralandı. Bozuk Korecesiyle konuştu.

"Ne kadar zorlandığını biliyorum Taehyung. Ne hissettiğini de. Sana iyi hissettirecek bir şeyler arıyorum ama ne Korecem ne de ana dilim yetiyor buna. Üzgünüm."

"Sorun değil."

"Jimin'in seni koruyacağından emin olabilirsin. Rahat hissetmen için söylüyorum sadece."

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Acaba beni korumak için, beni bu cehennemden sürer miydi? Benim için bunu yapar mıydı?

Bacağımı teselli edercesine patpatladığında Hoseok'un mührü çarptı bacağıma. Orada olduğunu unutmuştum. Cebimden çıkardım, elimde evirip çeviriyordum. O da gözlerini artık bir anlamı kalmamış madalyonda gezdiriyordu. Sonra aramızdaki sessizlik öyle derinleşti ki gözlerim nihayet madalyonun arkasındaki yazıya takılma fırsatı buldu.

'Omerta'

Hangi dildendi bu? İngilizce olmadığı açıktı. İspanyolca? Ah, hayır hayır. İtalyanca olma ihtimali çok yüksekti. Jimin'in İtalya'yla anlamlandıramadığım bir ilişkisi vardı. Oraya gidip gelmişti, en sadık adamları oradandı ve muhtemelen hikayesi orada başlıyordu.

OMERTA ╹ vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin