*52. bölüm

7.3K 323 117
                                    

Birkaç adımda çantamın yanına ulaştığımda içindeki zarfı aldım ve şaşkınlıkla üzerindeki yazıya baktım.

El yazısıyla "Kül Kedisine..." yazıyordu.

İlk başta zarfı açıp açmamak konusunda tereddüt etsem bile, çoğunluk duygularım açmam yönünde olduğu için daha fazla diretememiştim. Tekli koltuğa yavaşça oturdum ve dengemi sağladım. Birazdan okuyacak olduklarım, içerik bakımından beni ne derece etkilerde meçhuldü, bu sebeple baştan bir denge sağlamak zorundaydım. Çünkü bana yirmi sekiz yıllık hayatım boyunca külkedisi diye seslenen tek kişi Doğan Şaşmaz olmuştu. Tam da bu esnada, zarfı aralarken zihnim geçmişte yaşanmış olayları birer silsile gibi gözler önüne sermiş, sancılarımı buy önde artırmıştı.

Yapabilme gayretiyle zarfı açtığımda katlanmış olan kağıda ulaştım. Bir iki hamlede kağıdı tamamen açmıştım, görünüşe göre okumam gereken upuzun bir yazı beni bekliyordu. Hepsinden dahası, okuduğumda ne hissedeceğimi baştan kestiremediğim için korkuyla doluyordum. Şimdi ise birkaç hazırlık dakikasının ardından derin bir nefes aldım. Kimse gelmeden bu mektubu okuyup saklamalıydım.

"Baştan söylemeliyim: ben Doğan değilim. Merhaba Dila. Mektubun bulunduğu zarfın üzerinde külkedisi yazmasının tek sebebi hala Doğan'dan sana gelebilecek olan şeylere karşı heyecan gösterebildiğini sana kanıtlamaktı. Ben Doğan'ın eşi Ebru. Düğünümüze geldiğin günden bugüne değin seni hep sordum ama her defasında sorularımın cevabını kapıyı çarpıp çıkmasıyla aldım. Orkun'a sorma cesaretini gösterdiğim gün, sanırım Doğan'dan cevap alamayacağımı bilerek seni bastırmaya devam ettiğimi anladım. Ama gerçekten Dila kimdir, bilmek zorundaydım. Orkun bana tüm hikayeyi olmasa da bildiği kadarıyla her şeyi anlattı. Keza Bartın, Göktan... Hepsi senin kim olduğunu bana derinlemesine anlattı. Normal şartlar altında oturup seninle sohbet edebilmem nasıl ki güçse, bu mektubu sana ulaştırabilmem de o kadar güç. Çünkü Almanya'da olduğunu öğrendik ve sana bu mektubu ne zaman ulaştıracağıma dair en ufak bir fikrim yok. Bazı gerçekleri bilmeye hakkın olduğunu, bugün öğrendiğimiz kötü bir gerçek dolayısıyla sana itiraf etmek istedim. Şu an tüm samimiyetimle eşimin sevdiği kadına doğruları anlatıyorum. Doğan ile evlenmemizin tek nedeni eski eşimden olan bebeğimdi. Eşimin vefatından sonra bir gün sokakta karşılaştık onunla. Ağlıyordu, dıştan görünüşüne bakılırsa da yalnızdı. O günden sonra hayatımda çok şey değişti. Ama sen o gün düğünümüze gelerek anlaman gerekenler doğrultusunda anladın, yani onun beni, benim onu severek evlendiğimi düşündün. Kızım babasını Doğan olarak bilecek, bir evi, yuvası, her şeye rağmen akşam oturup sohbet edebileceği bir yemek masası olacak. Doğan ile evlenmemizdeki tek neden de buydu aslına bakılırsa. Onu seviyor muyum? Bu aşk babında bir şey midir hiç düşünmedim sadece çocuğuma çok iyi bir baba ve ona değer veriyorum. Zamanla kabullendiğim şeyler arasına sen de girdin ve ben bugün bu mektubu, sana ne zaman ulaştıracağımı bilmesem de yazma kararı aldım. Belki hiç ulaşmayacak, belki yok olup sonsuzluğa karışacak ama bu sır benden çıkmış olacak. Eğer ki bu kağıt bir gün dile gelirse bil ki, geçmişte gördüğün sahnelerin hiçbiri mutlu bir evliliğin gösteriş merasimi değildi. Her şey ihtiyaçtan doğan bir senaryoydu. Zamanla Doğan'ın gözlerine baktıkça kendimi görmem gerekirken seni gördüm. Bu hep arttı, arttı ve arttı. Artarak da her gün çoğaldı, hani bir şey çoğaldıkça taşar ya, bugün de taştığını öğrendik. Sen Doğan'a sığamadın Dila, taştın, yollarına sel oldun. O dünyasında seni kaybettiği her an nereye koyması gerektiğini aradı, bu cevabı aramayı bir gün olsun bırakmadı. Hasta oldu, seni sayıkladı. İşten eve gelip anahtarını fortmantoya fırlattı, Dila diye seslendi. Telefonda kahkahalar atarak güldük, telefonu görüşürüz Dila diyerek kapattı. Belki zaman zaman bu gibi çıkışlarını fark edip kendini suçladığı oldu, ama emin olduğum tek bir şey varsa, o da seni hiçbir zaman sevmeyi bırakmadığıydı. Gitmesen belki ortak bir hayatınız tekrar olurdu demiyorum sana, çünkü bilmeden Doğan'ın hayatındaki yaranın üstüne yara bandı olarak geldim ben. Bazı şeyler için üzgünüm, en başından bilmen gerekenler konusunda özellikle. Ama şimdiyse sana aldığım kararlar doğrultusunda ilk defa, belki de hayatımda ilk defa bir gerçeği öğrenir öğrenmez yazacağım. Mektubun orta yerlerinde, Doğan'a sığamadın, taştın gibi ifadeler kullanmıştım hatırlarsan. Bugün Doğan'ın lenf kanseri olduğunu öğrendik Dila. Sana seni suçladığım için bütün bunları yazdığımı, dahası Doğan'ın senin sebebiyet vermenle bu hastalığa yakalandığını iddia ettiğimi düşünme. Çünkü bu bir seçimdi ve o beni sevmek yerine seni sevmeye devam etti. İstese seni unutabilirdi de, istese beni sevebilirdi de. Ama o seni kendinde taşımayı seçti. Sonuç olaraksa ona sığmadın, hasta oldu, hastalık da değil kanser oldu. Şimdiyse hastalığıyla birlikte seni taşımaya devam edecek, ama artık ona ağır gelmenden korkuyorum. Çünkü o eskisi gibi güçlü değil, bünyesi zayıflamaya başladığından dolayı Şahan ağa tedavi edilmesi gerektiğini söyledi, doktorları defaatle tekrarladı ama Doğan kabul etmedi. Çocuklarıyla bunu atlatabileceğini söyledi."

Mektubun tam ortasına parmağımı koyarak devam edemeyecek şekilde etrafıma bakmaya başladığım sıra, gözlerimden süzülüp yanağımı süpürerek kağıda ilişen yaşlar, şu anki konumda az geliyordu. Mesele hala kalbinin bir köşesinde beni de taşımaya devam etmesi değildi, mesele geçmişte yaşanan hiçbir şey değildi. Mesele bu sefer hiç olmadığı kadar O'ydu. Onun olmasını istemeyeceğim kadar çok, mesele bu sefer O'ydu. Kendi ömrümden alınıp onun ömrüne ilave edilsin diye günlerce dualar ettiğim kişi, şimdi belki de kanserin kaçıncı evresindeydi. O tüm bunları öğrenirken, yaşarken ve bir şekilde belki de ölmeyi isterken ben onun yanında olamamıştım. Belki de gittiğim için bu haldeydi, belki de hiçbir şeyin belkisi yoktu, direkt olarak onun başına gelebilecek ve gelmiş her şeyin sorumlusu bendim!

"Onu çok defa vazgeçirmeye çalıştık, sabahtan beri söylemediğimiz hiçbir ikna cümlesi kalmadı ama bir türlü düşüncelerimiz yönünde adım atmak istemedi. Bunu dile getirmek belki bana düşmez ama, sana tekrar kavuşamayacağını bildiği için ölmek istiyor. Doktor hastalığının çok ilerlediğini, hatta bir bakıma geç kalındığını bile söylemişken durduraksız aynı şeyleri tekrar edip, tedaviyi kabul etmemesinin başka bir anlamı yok. Belki şu an bu mektubu senin eline geçirebilsem buraya gelirsin, buraya gelirsin ve sen onu ikna edersin. Onun mutlu olması için ondan bile vazgeçerim ama onun kendi hayatından vazgeçmesine izin veremem.

Sevgilerimle, Ebru.

Kağıdı masanın üzerine fırlatarak koşmaya başladım, merdivenlerden delicesine koşarak inerken restoran kısmına ulaşmıştım. Durdurak bilmeyen bir kaçıştı bu, sonu da yoktu. Beni görüp peşime gelen Ashley ve Henry, asla hızıma yetişemiyordu. Hızıma yetişebilen tek şey gözyaşlarımdı, asla bilmediğim bir sokakta peşimde koşan, etrafımda bana bakan, çevremde dolaşan hiçbir şeye ama hiçbir şeye aldırış etmiyordum. Sadece koşuyordum, kocaman bir karanlığa ve içine dalıp yok olabilmek adına sadece koşuyordum. Koştukça acım bastırılmıyor veya öğrendiğim gerçekler zihnimden silinmiyordu. Bildiklerim yok olmuyor veya sızılarım azalmıyordu. Ama koşuyordum, belki bir şeylere karşı iç acımı, dış yangınıma çevirebilmek adına koşuyordum.

Ben koştukça caddeler birbirine karışıyor, tabelalar sadece birer renk olarak alacalaşıyordu. Gerçekler beynime nufüz etmiyor, beynim olan biteni kabullenmiyor ve hiçbir şey koşmama engel olamıyordu! Belki koşarsam aştığım her sokakta, her kaldırımda, üzerinden atladığım her taşta bir şeyleri savurup geçerdim ama geçmiyordu da. Acı çekmeyi bırakmıştım ki, acının ta kendisi olmuştum. Her şey diye bağırdım, kollarımı kaldırarak. "Her şey benim yüzümden!" Etrafımdaki insanların şaşkın ve anlam veremez bakışlarını es geçmiştim, polisler bile bir şey olduğunu sanıp peşimden koşmaya başlamışlardı ama ben hala yorulmadan koşuyordum. Çünkü bu yolun sonu O'ydu. O olmasa bile onunla aynı yerde olabileceğim bir yoldu. Ölürsek, diye geçirdim içimden. Ölürsek, o da ben de... Ölürsek kavuşur muyduk? Ölürsek bebeğimizi bulur muyduk? Ölürsek, hatta ben de onun gibi kanser olursam! Ah bulmuştum işte, hayat çok güzel olmaz mıydı?

Bu defa kollarımı tekrar kaldırdım ve bağırdım: "Ölmek istiyorum!"

Bilmem kaç sokak aştım, hiç farkında değildim ama karşıma çıkan arabanın çarpacakken son anda durması beni kendime getirmeye yetmiş gibi duruyordu. Arabadan yansıyan ışık gözlerimi yuvasına tekrar geri gömerken kıpırdayamamış olmamla Henry ve Ashley de bana yetişmişti. Dakikalar süren koşuşturmacamız Doğan'ın evinin yakınında polisler eşliğinde son bulmuştu. Şu anki manzaraya bakılırsa arkamda polisler, önümde bana çarpacakken son anda durabilmiş bir araç ve içinden fırlayan bir sürücü, yanımdaysa Henry ve Ashley bulunuyordu. Ama ileriden, ta ileriden gelen ve eğer gerçek görüyorsam birazdan burada olacak olan kişi Doğan'dı, Ebru'ydu, Orkun'du. Her şey gerçekten de gerçekti, adımlarını hızlandırıp koştuğu an yanımda olmuştu.

Yaşlı gözlerimle kahkahalar atarak ona sarıldım, şu an burada bulunan kimse: Ebru, Henry, Orkun, Ashley, polisler, sürücü, diğer insanlar... Hiçbiri umrumda değildi. Ben sonunda ait olduğum yerdeydim.

Ve kahkahalarım arasında sarıldığım an bağırdım: "Sana söz veriyorum, sana söz veriyorum, tek başına ölmeyeceksin!"

YORUMLAR 70i gecmedigi surece yeni bolum atmayacagim, gecikme sebebi ozeldir. Sizleri seviyorum.

VEFA Where stories live. Discover now