BÖLÜM 5

340 14 2
                                    

Merhaba arkadaşlar, Derin şuan raflarda olmasına rağmen sizler için bir bölüm daha yayınlamak istedim. Iyi okumalar diliyorum.
Bu arad 10 Kasım saat 14.15'te Istanbul Tüyap Kitap Fuarı'nda Epsilon Yayınevi standında imzam olacak. Herkesi imzama bekliyorum. 💕

Henüz eylül ayı olmasına rağmen hava diğer günlerden daha soğuk ve kapalıydı. Dün sabah herkes havanın sıcaklığından şikâyet ederken havanın bir anda değişmesi Derin’i oldukça şaşırtmıştı. Saat onu gösteriyordu ve bir an önce yatağından kalkıp yeni okulu için hazırlanması gerekiyordu. Yeni bir şehir, yeni bir okul ve yeni arkadaşlar… Hepsi fazlasıyla ürkütücü geliyordu. Tüm sınıf geçen sene kaynaşmış ve arkadaş olmuşlardı, şimdi ise sınıflarına yeni gelen bir kızla arkadaş olma gereği duymayacaklardı ve yaklaşık üç sene boyunca yalnız kalacaktı. Tüm bunların paranoyaklık ve çocukça düşünceler olduğunu farkındaydı ama düşünmekten kendisini alıkoyamıyordu.
Biraz daha fazla oyalanırsa ilk günden geç kalacağını nihayet akıl edebildi ve yavaşça yorganını yatakta sağa doğru atıp terliklerini giydi, ardından yatakta oturur pozisyona geldi. Komodinin üzerinde duran lastik tokasını alıp saçını topladı. Kollarını havaya kaldırdı ve ellerini tutarak gerindi. Kısa bir süre etrafı inceledi. Günlük planını göz önünden geçirdi ve yataktan kalktı. Hava kapalı olduğundan içindeki tüm yaşam enerjisini kaybettiğini düşünüyordu. Pencerenin önüne geldi ve perdeyi olabildiğince açtı, ardından pencereyi hafifçe aralayıp yatağını düzeltmeye başladı. İçindeki kötü his her geçen dakika artıyor ve her geçen saniye bu histen nefret ediyordu. Arada sırada bu kötü hisler içine doluyor ve bu his dalgalanmasını yaşadığında daima başına beklenmedik ve bir o kadar da kötü olaylar geliyordu. Aslında tüm bu huzursuzluğunun nedeni buydu, başına kötü bir olay gelmesini istemiyordu. Dolabının önüne geldi ve kapağını araladı. Olabildiğince başka şeylerle ilgilenmesi gerektiğini biliyordu, kafasını dağıtmalıydı. Dolabında o gün kendisini rahat ve bir o kadar şık hissedebileceği kıyafet bulabilmek için dakikalarca dolabını karıştırdı. 
Dersin öğleden sonraki kısmına ancak yetişecekti, oyalandıkça oyalanıyor dışarı çıkmamak için bahaneler arayıp duruyordu. Yarım saat geçmiş olmasına rağmen ancak giyinebilmiş ve makyajına yeni başlamıştı. Aynalı masasının önüne oturdu, ilk olarak yüzünü nemlendirdi ve ardından fazlasıyla kullandığı fondöteni alıp yüzüne bocaladı. Ardından maskara ve pudra derken yüzünü onlarca malzemeyle boyayıp güzelleştirdikten sonra nihayet hazırdı. Karnı oldukça açtı; ancak yemek yiyecek vakti kalmamıştı. Sabahları makyaj yapmayı her zaman yemek yemeye tercih ediyordu, güzel olmak onun için her şeyden önemliydi.
Derin’in annesi Mine Hanım çoktan kalkmış ve kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı. Uykusuzluğu gözaltı morluklarından çok net anlaşılıyordu. Saçlarını dağınık topuz yapmış bir şekilde buzdolabının içindeki kahvaltılıkları tek tek masanın üzerine koyuyordu. Derin ise odasından dışarı çıkıp ayakkabılarını almak için dolabın yanında durdu ve kendisine boy aynasında son kez baktıktan sonra ayakkabılarını aldı. Tüm bu sesleri duyan annesi elleri ıslak bir şekilde kafasını mutfak kapısından uzattı ve Derin’i boydan boya süzdü.
“Nereye böyle?”
Derin sağ ayağına ayakkabısını giymeye çalışırken kafasını annesine doğru kaldırdı ve yüzündeki zorlanma ifadesiyle konuşmaya başladı.
“Ayakkabıyı giymeye çalışıyorum, sanırım küçük geliyorlar.”
Annesi gülümsedi ve bir adım atıp Derin’e yakınlaştı.
“Bağcıklarını açmayı denemelisin.”
“Uğraşamam onunla, yeterince geç kaldım zaten.”
“Kahvaltı yapmadan mı çıkıyorsun?”
“Vaktim yok anne.”
Mine Hanım peki, sen bilirsin dercesine hiç ses çıkarmadan tekrar mutfak kapısından geri girdi ve sofradakileri tekrar buzdolabına yerleştirmeye başladı. Derin annesini daha önce hiç bu şekilde görmemişti ve bu yaptığını oldukça garipsedi. Akşam babasıyla kavga edip etmediklerini veya aralarında kötü bir şeylerin geçip geçmediğini sorma gereksinimi duydu. Zorla giydiği ayakkabısını geri çıkarıp mutfak kapısının önünde durdu ve annesini izlemeye başladı.
“Bir sorun mu var? Akşam babamla kötü bir şey mi oldu?”
Derin bu soruyu daha önce hiç sormamıştı; çünkü annesiyle babasını daha önce tartışırken bile görmemişti veya hatırlamıyordu.
“Hayır Derin, bir sorun yok.”
“Normalde kahvaltı etmem için ısrar ederdin; şimdiyse kahvaltıyı hazırladığın hâlde ben yemiyorum diye her şeyi geri kaldırıyorsun. Oldukça bitkin duruyorsun, iyi misin gerçekten?”
“Yeteri kadar uyumadım, kendini dinç hissetmiyorum. Sanırım hastalanacağım. Sen dersine geç kalma.”
Derin annesinin yanına yaklaşıp suratını ellerinin arasına aldı ve yavaşça sıktı. İki yanağına da oldukça içten öpücük kondurdu ve gülümsedi.
“Canın sıkkınsa benimle konuşabilirsin, bunu unutma.”
Mine Hanım gülümsedi ve kızının elini sıktı. Yanağına bir öpücük kondurdu. İstanbul’a yeni taşındıkları hâlde İzmir’deki işe gitme bağlılığına gönderme yapmak istercesine yüksek sesle “Biliyorum. Fark etmedin mi? Bugün işe bile gitmedim.” dedi.  
Derin espriyle karışık ses tonuyla “Fark ettim de kızmayayım dedim.” dedi ve ayakkabılarını giymek için tekrar sokak kapının önüne gitti. Geç kalmıştı, Allah bilir dersin ortasında sınıfa girince kaç kişinin göz hapsinde olacaktı.
İsmi gibi derin düşünceler içerisindeydi. Özgüveni düşük birisi olduğu söylenebilirdi. Genelde kitap okur, bir şeyler araştırmaya bayılırdı. Okuduğu bölüm de zaten kendisini geliştirmeye ve hayal gücüne dayalı bir bölümdü. Tek hedefi şimdiye kadar radyo televizyon ve sinema bölümüydü ve çaba göstererek kazanmıştı. Asıl hedefi İstanbul’da okumaktı ancak ailesinin yoğun baskısı yüzünden İzmir içinde bir üniversiteye gitmek zorunda kalmıştı. Bir sene orada mutlu olamadığını anlayınca ise yatay geçişle İstanbul’daki bir üniversiteye kabul almıştı. Bölümünü hiçbir bölüme değişmezdi, ölesiye seviyordu ancak bugün yeni kişilerle tanışacak olması özgüvensiz olduğunu bir tokat gibi suratına tekrar çarpıyordu. Bu bölümde grupça çalışmak, fikir alışverişi yapmak ve ekip oluşturmak önemliydi; ancak Derin’in çekingen tavırları bu işleri normalden daha fazla zorlaştırıyordu. Düşüncelere dalıp gitmişken çoktan metroya geldiğini fark etti. En sevmediği şey metroda internetin çekmiyor olmasıydı. İzmir’deki metrolara alışmıştı, en azından okula giderken geçtiği duraklarda interneti çekiyordu.
Yaklaşık bir saatin sonunda o hayallerini kurduğu okulun önündeydi. Utanmasa ve tabii ki özgüvenli olsa ön kamerasını açıp kendi fotoğrafını çekecekti. O da yetmezmiş gibi birilerini durdurup “Okulun önünde fotoğrafımı çeker misiniz?” diye nazikçe isteklerde bulunacaktı ancak bu kadar fazla görgüsüzlüğün çok olacağını düşünüp kafası öne eğik bir şekilde okulun içine girdi.
Mutlu olması gereken yerde mutsuzdu; çünkü tekti. 3 yıl boyunca tek kalmamak için bir şeyler yapması gerekiyordu. Tam bunları düşünürken dersin olduğu sınıfın önüne geldiğini fark etti. Evet, şimdi üçe kadar sayıp sınıfa girecek ve kimsenin yüzüne bakmadan bir masaya oturacaktı.
“Bir.”
“İki.”
“Sayı saymak hayatımda hiç bu kadar zor olmamıştı. Hayır hayır, kesinlikle abartmıyorum; sadece utanıyorum.”
“Üç.”
Sınıfın kapısını tıklattı ve daha sonra hocanın “Oturabilirsin” demesiyle hızlı adımlarla bir yer bulup oturdu. Gereksiz heyecan yapmıştı; çünkü kimsenin kendisini taktığı falan yoktu. Derince bir nefes alıp kalp ritmini düzene sokmaya çalıştı. Artık yeni arkadaşları, sınıfı ve hocaları vardı.
Ders bitmişti ve eve dönmek için yavaş adımlarla çıkış kapısına ilerlemeye başlamıştı. Genel olarak iyi insanların olduğu bir sınıftaydı. Yağmur adında bir kızla kısa bir sohbet etmişti ve anladığı kadarıyla tatlı bir kızdı. Artık ilk gün heyecanı üzerinden bir yükmüşçesine kalkmıştı ve fazlasıyla rahatlamıştı. Hızla metroya inip tekrar internetsiz sıkıcı saatlerin geçeceği ve tam bir insan selinin olduğu trene bindi. İnsanlar bindikçe biniyor, sıkış tıkış bir şekilde eve ulaşabilmek için çaba sarf ediyordu. Sırtındaki çantanın sağlam olup olmadığını sorgularken bir kez daha birisinin çantasını sıkıştırmasıyla sağlam olmadığı kanısına vardı. İzmir’i neredeyse hiç bu denli kalabalık görmemişti; ama İstanbul’da tam bir insan seli vardı. Asla tükenmeyen ve üstelik iş çıkış saatlerinde katlanarak artan insan seli. Daha ilk günden çıldırmak üzereydi. Günler geçtikçe alışacağını umarak evinin yakınındaki istasyonda inip metrodan çıktı.
Hava gitgide kötüleşiyordu. Fırtına çıkacağı rüzgârın şiddetinden çok rahat anlaşılıyordu. Derin yağmura yakalanmak istemiyormuş gibi hızlı adımlarla evin yolunda ilerlemeye başladı. Çöp kutularının kapaklarının birbirine çarpan sesleri tüm sokakta yankılanıyordu. Sokaktaki herkes fırtınadan kaçmak için koşarak evlerine giriyorlardı. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Kediler sığınacak yer ararken önündeki köpek aç karnını doyurmak için yerdeki poşetleri ağzıyla açmaya çalışıyordu. Ağaçlardaki yapraklar şiddetli rüzgârın esmesiyle dalından koparak asfalta doğru süzülüyordu, sonbaharın geldiği çok net anlaşılabiliyordu.  Derin kendisini sessizliğe kaptırmıştı, evinin olduğu sokakta yavaş adımlarla yürürken aniden duyulan gök gürlemesinin sesiyle kendisine geldi ve adımlarını tekrar hızlandırarak oturdukları apartmanın kapısından içeri girdi. Bir anda havanın nasıl olur da bu kadar bozulduğuna anlam veremedi. Çantasından evin anahtarını çıkardı, kapının deliğine sokmaya çalışırken evin kapısı açıldı.
“Aa! Anne evde miydin?”
Derin içeri girdikten sonra Mine Hanım kapıyı kapatıp kızına cevap verdi.
“Evet tatlım, bugün evin son kalan işlerini hallettim.”
Derin sabah ayağına zor giydiğini ayakkabıları bir o kadar zorlanarak çıkardıktan sonra dolaba yerleştirdi ve odasına gidip yatağına oturdu. Çiseleyen yağmur yerini Derin eve girene kadar sağanak yağışa bırakmıştı.  Sabah açık bıraktığı pencere hâlâ açıktı ve içeri az da olsa yağmur suyu girmişti. Yavaşça pencereyi kapattı, perdeyi de çekti ve odasının ışığı açtı. O sırada annesini odanın kapısını tıklattı ve içeri girdi.
“Nasıldı bakalım ilk günün?”
Derin çıkardığı montu sandalyenin üzerine asarken annesinin sorduğu soruyu yanıtladı.
“İlk başlarda çok fazla stres olsam da beklediğimden iyiydi.”
“Çok sevindim. Hemen uyum sağlarsın bence.”
“Umarım dediğin gibi olur anne.”
Mine Hanım yavaşça Derin’e yaklaşıp kızının ellerini kavradı ve konuşmaya başladı.
“Bir sorun mu var? Suratın düşük.”
Derin annesinin suratına bakarken gülümsedi ve ardından ellerini çekip suratına götürdü.
“Hayır, hiçbir sorun yok.”
“O zaman bu ne hâl?”
“Havadan kaynaklanıyor sanırım.”
Mine Hanım Derin’i kendisine çekip sarıldı ve saçlarını okşamaya başladı.
“Haydi ama, yapma. Yeni bir şehir seni bu kadar üzmüş olamaz. İzmir’de olduğu gibi burada da arkadaşların olacak ve o zaman eminim ki iyi ki geldik diyeceksin.”
Derin annesine sıkıca sarıldı, “Sabah uyandığımdan beri böyleyim.” dedi ve toparlanıp üzerini değiştirmek için dolaptan pijamalarını aldı.
“Ben çıkayım da sen rahatça giyin.”
Mine Hanım odadan çıktı, kapıyı kapattı ve mutfağa gidip akşam yemeğini hazırlamaya başladı. Alkan Bey ise iş için birkaç arkadaşıyla görüşmeye gitmişti. İzmir’deki işini İstanbul’dan da idare edebilirdi ancak en yakın zamanda kendisine bir ofis bulmalıydı. 
Yaklaşık bir saat içinde herkes evdeydi ve akşam yemeği için Mine Hanım’ı bekliyorlardı.
“Alkan, Derin! Sofra hazır; gelebilirsiniz.”
Derin koltukta yorgunluktan uyuyakalmış babasına seslendikten sonra sabahtan beri gülmeyen suratıyla mutfağa gitti ve herhangi bir yere oturup yemeğin biraz soğumasını bekledi. O sırada Alkan Bey ise sendeleyerek mutfak kapısından içeri girdi.
“Derin, sen iyi misin?”
Mine kocasına bakarak bilmiyorum der gibi dudaklarını büzdü ve sandalyeye oturdu, Derin ise babasına gülümseyerek konuşmaya başladı.
“Gayet iyiyim babacığım.”
“İyi bakalım. Pek öyle gözükmüyorsun, ama dediğin gibi olsun.”
Derin tekrar zoraki bir gülümsemeyle babasına baktı ve yemeğinden bir kaşık alıp ağzında uzun süre çiğnedi. Nedense içinde oldukça kötü bir his vardı. Hava kötü olunca genelde bu his kendisinde olurdu ancak bunun biraz fazla olduğunu düşündü. Yaklaşık on dakika sonra yemeğini bitirip oturma odasına geçti ve uykusu gelene kadar televizyon izledi.
Fırtına her geçen saat şiddetini arttırmıştı. Dakikada defalarca gök gürlüyor ve şimşek çakıyordu. Herkes bir koltukta yorgunluktan mayışmış televizyon izliyordu. Çok geçmeden Derin oturduğu koltuktan kalktı, annesine ve babasına iyi geceler dileyerek odasına gitti. Ardından Alkan Bey ve Mine Hanım da biraz daha salonda oyalandıktan sonra kendi yatak odalarına gittiler.
Ev sessizliğe bürünmüştü. Herkes kendi odasındaydı, Derin ise çoktan yorganının altına girmişti. Telefonuyla sosyal medyada dolanırken aniden duraksadı, aklına dün akşam yatmadan önce bulduğu defter geldi ve yatağından hemen doğrulup defteri aramaya başladı. Dün masanın üzerine bıraktığından emindi; ancak şu an orada değildi. Yere düşüp düşmediğini kontrol etmek için masanın çevresine baktı ve duvarla masanın arasına girdiğini gördü. Eğilerek defteri aldıktan hemen sonra tekrar yatağının içine girdi ve defterin kapağını araladı.
Defteri ilk açtığında dikkatini çeken şey yoğun bir kokuydu, ne koktuğuna anlam veremedi.  Teker teker her sayfasını okumak için can atıyordu. İlk sayfa özenle yazılmıştı, dikkatini çeken şey sayfanın sağ üst kısmında yazılı olan tarihti. Büyük harflerle 20 MART 1998 yazıyordu, bu Derin’in doğduğu yıldı.  Derin giderek heyecanlanıyor ve sayfaları bir an önce okumak için sabırsızlanıyordu. Çok geçmeden ilk cümleyi okudu.
“Bugün günlerden 20 Mart 1998. Hayatımda yaşayacağım en zor günlerin başlangıcı. Bugün ben ölüyorum; ancak hapis hayatı yaşayacak ölü bir kadın hayata merhaba diyor.”
Derin ilk cümleyi okuyunca tüylerinin ürpermesine engel olamadı; ama içinden bir his okumaya devam etmesini söylüyordu. Okumaya devam ettikçe yüzü korkunç bir ifadeye bürünüyordu. Yorganını üzerinden atıp yavaşça ayağa kalktı. Okuduğu şey bir günlüktü ve dehşet içindeydi. Dakikalar sonra elektriklerin kesilmesiyle korkusu iki katına çıktı ve hemen eline telefonunu alıp odasında duran kokulu mumunu yaktı. Mumun etrafa saçtığı ışık biraz da olsa onu rahatlatmıştı. Günlüğü bir kenara bırakıp su içmek için mutfağa doğru ilerlemeye başladı, eli ayağı titriyordu. Dışarıda kıyamet günüymüşçesine yağmur yağıyor, gök gürlüyor ve şimşek çakıyordu. Duvarlara dokunarak mutfağa ilerledi ve su içip tekrar odasına geri döndü. Bıraktığı yerden günlüğü tekrar geri alıp okumaya devam etti. Okumaya başladığındaki hevesi gitgide yerini korkuya bırakıyordu, okuma isteği okuduğu her cümleden sonra giderek azalıyordu. Yazılı olan her şey korkunçtu, yaşadığı şok bir sonraki sayfayı çevirme istediğini yok ediyordu. Dakikalar sonra mum ışığında kısılan gözleri elektriğin gelmesiyle rahatladı. Mantıklı değildi, açıklaması olamayacak şeyler okuyordu.
“Bir insan nasıl bunları yaşamış olabilir ki? İnanamıyorum.”
Derin elindeki günlüğü daha fazla dayanamayıp yere fırlattı ve defter kayıp yatağının altına girdi. Derin okuduklarının şokuyla gözlerini yavaşça kapadı ve uykuya dalmak için kendisini fazlasıyla zorladı. Sessiz evde duyulan ses sadece uyumaya çalışan kızın sesi oldu.
“Bu imkânsız.”

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 22, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

DERİN(RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin