Seçim

18 3 0
                                    

Araba sarsılarak durduğunda saatlerdir sessizce kafamda kurduğum düşüncelerden sıyrıldım. Evi düşünüyordum. Ailemi düşünüyordum. En çokta Hilali düşünüyordum. Onun çekeceği acıları. İsterdim ki o hep mutlu olsun. Bir keresinde kendimi attığım o kayalığın önündeki ağaçta otururken kafasını omzuma koymuştu ve gözlerini hafifçe kapatıp şöyle demişti:
-En mutlu olduğum yeri buldum... Burası. Bu ağaç.
Gıcıklığına sordum:
-O zaman ben sizi ağaçla yalnız bırakıyım.
Ve doğrulup gidiyormuş gibi yaptım.
Bir anda omuzumdan kavrayıp beni tekrar ağaca yapıştırıp demiştiki:
-Sen olmadan hiç bir yerde mutlu olamam...

Kapının açılması tekrar daldığım hayallerden beni çekip aldı. Açılan solumdaki kapıydı. Hemen ardından güçlü bir el kolumu kavradığı gibi beni dışarı çekti ve yarı sürükler halde götürmeye başladı. Korkuyordum ama korktuğum şey içinde bulunduğum bilinmezlikti. Nerde olduğumu bilmiyordum. Bu adam kimdi bilmiyordum. Ve asıl sorun. Bana ne olacağını bilmiyordum.
Beni sürüklüyen adam aniden yürümeyi bırakarak beni sert bir biçimde ittirdi. İtmenin etkisiyle yere düşüp yarım metre kadar sürüklendim.
Beni kaçıran adam yüksek sesle konuşmaya başladı:

-Çocuk burda söz verdiğim gibi getirdim. Şimdi sözünü tutma sırası sizde. Anlaştığımız gibi 500.000 türk lirası.
Orda olduğundan haberim bile olmayan biri oldukça sert bir ses tonu ile konuşmaya başladı:
-Biz senin gibilerle anlaşmayız.

Beni kaçırıp bu bilmediğim yere getiren adamın "hayır dur" diye bağırmasının hemen arkasından bir silah patladı. Hemen ellerimle bacaklarımı kendime çekip kendimi korumaya almaya çalıştım. Yere düşen cansız bedenin sesi korkumu bir kat daha arttırdı.

Az önceki adamı vurmuş olduğunu düşündüğüm kişi bir iki adım atıp benim bulunduğum yerin yarım metre yakınına geldi. Yüzümü ateş basmıştı titrememe engel olamıyorum. Az önce patlayan silahın şuan bana çevrilmiş olabileceği fikri gerçekten korkunçtu. Ama beklediğim olmadı. Ağızından sadece iki kelime çıktı:
-Götürün bunu.
Bu net emirin ardından bir kaç adım sesi ve beni kavrayan kollar ile birlikte sürüklenir bir vaziyette "götürülmeye" başladım.

Çok kısa zaman içinde bu kadar ağır şeyler yaşamak beynimi kulak memesi kıvamına getirmişti. Yaşadıkalarıma tepki veremiyordum. Korku heyecan merak pişmanlık hepsini bir arada yaşıyordum ve gerçekten ne yapacağımı bilmez vaziyetteydim.
  Yere sürten diz kapaklarım sızlamaya ve tahminimce kanamaya başlamıştı. Kendimi toparlayıp yarı yürür vaziyete geçmeye çalışırken bir anda durduk. Bu insanlar sanırım güzelce yere bırakmayı bilmiyor olacaklarki gene bir kenera fırlatıldım. Ve omuzumun üstüne sert bir şekilde düştüm. Kesilen nefesimin yerine gelmesini beklerken kafamdaki torbayı bağlan düğümleri birisi açmaya başladı. Torba kafamdan çıkınca nerde ve kimle olduğumu anlamaya çalıştım. Ama işin kötü tarafı oldukça karanlık bir hücredeydim ve beni sürükleyen adamlarında kafasında cellatların maske yerine kullandığı gibi siyah çuvallar vardı. Bilinmez içinde bilinmezlik vardı bu yerde. Ve bende kafayı sıyırmak üzereydim. Cesaretimi toplayım beni getiren iki adama bağırır bir biçimde sordum:
-Nerdeyim ben? Burası neresi?

Ama sadece bana bakmakla yetindiler. Ne bir kelime ne de bir işaret hiçbir şey yapmadan kapıyı üstüme kilitleyip gittiler. Beni korkum ve merakımla baş başa bıraktılar. Sağ elimden destek alarak ayağa kalktım ve etrafımı incelemeye başladım. Küçük bir odadaydım. Etrafımda bir yatak ve tuvaletten başka bir şey yoktu. Oda tamamen taştan yapılmıştı ve ahşap oldukça sağlam bir kapısı vardı. Taş duvarlar ve ahşap kapı odaya eski bir hava katıyordu. Sanki 1800 lü yıllardan kopup gelmiş gibi. 'Allahım nereye düştüm ben böyle' diye geçirdim içimden.
.
.
.
Saatler geçmek bilmemesine rağmen sanırım bir kaç tanesi geçmeyi başarmıştı. Ama karanlık ve kapalı bir odada zaman gerçekten göreceli olduğunu kanıtlıyor. Aslında bu sakinlik iyi bir şeydi. Fakat yalnız kaldığım her an düşüncelerimle yüzleşmek zorunda kalıyordum ve sanırım bu düşünceler beni bu adamlardan önce öldürecekti.

Sessiz geçen uzun bir zamanın ardından kapının dış tarafından ayak sesleri gelmeye başladı. Ardından kapı gıcırtılı bir şekilde açıldı. İki tane maskeli adam gelmişti. Sanırım beni buraya kilitleyen iki adamdı bunlar. Tek kelime etmedin yanıma yaklaşmaya başladılar. Aslında direnmem gerekirdi ama bu odada kalmaya devam edemezdim. O yüzden beni yine sıkıca kollarımdan kavramalarına ve odadan çıkartmalarına izin verdim. Gelirken göremediğim koridor da oda gibi taştandı. Sağlı sollu ahşap kapıların olduğu koridor aydınlık bir odaya varmamızla sona erdi.

Şaşkınlıktan ağzım bir karış açılırken tam olarak ne gördüğümü anlamaya çalışıyordum. İçinde bulunduğum yer oda değil devasa bir avluydu. Sarı beyaz mermer döşeli devasa mermer sütunları olan içine büyükçe bir binayı alabilecek kadar geniş biryerdi burası tepedeki kuppe biçimindeki camlar ise içerinin tek ışık kaynağı gibi görünüyordu. Etrafında benim çıktığım gibi onlarca koridora açılan kapılar vardı. Bir de diğerlerine göre daha büyük ve süslü iki parça bir kapı vardı ve tahminimce dışarı açılıyordu.

Bu şaşkınlıkla durduğumuzu farketmemiş olmalıyım. Çünkü duruyorduk. Sanırım bu iki adam benim odayı incelememi beklemişti. Hafif sola yönelip yürümeye devam ettik. Avlunun tam ortasına gidiyorduk ve gittiğimiz yerde beni getiren adamlar gibi onlarcasının oluşturduğu bir hilal vardı. Hilalin açık tarafı benden taraftaydı ve tam da oraya doğru gidiyorduk. Hilalin ortasında yüzünde maske olmayan bir adam ve diz üstü çökmüş benim gibi bir çocuk vardı. Ortaya doğru yaklaştıkça korkum daha da arttıyordu.

Durduğumuzda tamda diz üstü oturan çocuğun yanındaydım. Bir anda beni getiren iki adam diz kaplarımın arkasına vurarak benim de diz üstü çökmemi sağladılar.
Ardından hemen geri çekilip hilaldeki yerlerine geçtiler. Tam önümüzde ayakta duran ve tek maskesiz kişi olan kır saçlı, yapılı adam konuşmaya başladı:

-Şimdi sizin için seçim zamanı. Bize katılıp vereceğimiz eğitimi kabul edip aklınıza gelmiycek yeteneklere sahip olabilirsiniz. Yada katılmayıp bu yeteneklerden mahrum kalırsınız.

Yanımdaki çocuk benden çabuk davranıp bir soru:
-Ne için alıcaz bu eğitimi.
Adam cevap verdi:
-Daha dengeli bir dünya için.
Hemen arkasına ben sordum:
-Peki reddedersek ne olur.
Cevabı netti:
-Sen ait olduğun uçurumun dibine geri dönersin o da kaldığı hapishaneye geri döner.
Başka sorularda sorduk ama tek bir cümle söylüyordu:
-Seçiminiz ne?
Ben daha fazla dayanamadım:
-Tamam! Ben kalıyor eğitim midir nedir ben varım.
Yanımdaki çocuk da başıyla onayladı ve o da cevap verdi:
-Bende varım. O pis hapishaneden iyidir heralde.
Adam konuşmaya başladı:
-İkinizde kabul ettiğinize göre kuralları sayayım. Birincisi bundan sonra geçmişe ait hiçbir şeyden bahsetmeyeceksiniz. Aileniz okulunuz eviniz hakkında tek kelime edilmeyecek. Artık eski isimlerinizi unutun ve ağzınıza bir daha asla almayın. (Beni işaret ederek) sen bundan sonra W sin. (diğer çocuğu işaret ederek) sende bundan sonra M sin. Benden başka kimse sizinle konuşmayacak ve ilgilenmiycek. Benim dediklerimin hepsi birer emirdir ve anında yerine getirilmesi gerekir bunu da unutmayın.

Susar susmaz sordum:
-Tamam ben bundan sonra W yim bu arkadaşta M. Peki biz sana ne diycez.
-Kısaca Adsız diyebilirsiniz...

WHİSPERWhere stories live. Discover now