•11•

13 2 0
                                    

Her insan birer dünya barındırır gözlerinde.

Kimininkinde zemheri, kaskatı edercesine vurur soğuğunu, ağır sızılarını dizer tane tane.

Kimininkinde ise güneş, ince ince parlar kirpiklerinin arasından. İçindeki mükemmel gölge oyunlarını bakan değil gören bilebilir ancak.

Lakin, bazılarının o küçük çerçeveli resimleri gökyüzünü misafir eder kendi dünyalarına. Uçsuz bucaksız saf mavilik, yerleşir o ince çizgilerin içerisine. Ne zaman o ince deri, o çerçeve, kapatırsa gökyüzünün  güzelliğini, özgürlük için çırpınır durur gökyüzü.

Başka başka dünyaları görebilmek için.

Bomin de bu sefer yolcu koltuğuna oturmuş, hafif mor lekeler olan parmaklarıyla direksiyonu kavramış olan arkadaşının profilini izliyordu kaçamak bakışlarla.

'Acaba Baeseul'un dünyası nasıldır?' diye geçirdi içinden birkaç saniyeliğine.

Çünkü iyi bilirdi, Baeseul, birilerinin nefesini acımasızca söndürürken, son nefesine kadar kırpmazdı gözlerini.

O gözler neler neler görmüş olmalıydı, nitekim dünyası artık aç değildi bir şeyleri daha görmeye.

Bomboş bakıyordu,

Sanki rengini yitirmiş gibi.

Kırmızı, tutkunun asıl rengi, onun asıl tutkusunu elinden almıştı acımadan. Bilgiye aç bir şekilde bakan meraklı gözleri, artık hiçbir şeyi merak etmiyordu, istemiyordu.

Arabanın camını açtı sessizce. Kışın soğuk rüzgarı ince mavi perçemlerini döverken gözlerini kırpıştırdı.

Bu sefer Baeseul bakmıştı ona. Huzurlu görünüyordu. Uzun bir süre sonra ilk defa.

Arabanın durmasıyla, perçemleri dağılmış bir şekilde kaldı ve huzur, terk etti genç kızı. Ellerini saçları arasından geçirdi sırf bir şeyler yapıyor olmak için ve kapıyı açarak dışarı çıktı.

Yine aynı sokak, yine aynı kapı ve yine aynı anımsama.

İkisi yan yana kendilerinden emin adımlar sarf ediyorlardı. İçeri, masanın yanına geldiklerinde, bir küçük gürültü hakimdi odaya.

Sanırım en son kendileri gelmişti?

Her zamanki gibi yan yana oturduktan sonra Yoon Jung, ikisinin gözlerinin içine saf kinini boşaltmakla meşguldü.

Bu sırada Bomin, kartları dağıtmak namına bir işaret attı karşısındaki adama.

11 kişiydiler.

Ta ki, o saniyeye kadar.

Sadece yeşil örtülü masa ve birkaç nefesi barındıran oda, feminen topuklu ayakkabı sesiyle inledi.

Cılız floresan ışığın altında adeta parıldayan genci, kimse tanımıyordu.

Zaten o da neredeyse anlık sayılabilecek bir kararla gelmişti buraya.

Ve birden bir şey oldu.

Genç kızın gökyüzü kadar mavi gözleri, Baeseul'un ona yalvaran kahverengi harelerine dokundu.

Ve o an Baeseul, bir enkazın altında yıkıldığını hissetti.

"Jung Chaerim." Demişti keskin bir ses tonuyla.

"Birazcık eğlenmek istemiştim."

"Eğlenmek istiyorsan, lunaparka gitmelisin." Demişti arada kaybolan ters bir ses.

"Bunu, ben de düşünmüştüm."

Devam etti.

"Ama ne yapayım, sanırım üstüme bela almayı seviyorum."

Başına cidden büyük bir bela almıştı bile bu sarf ettiği sözlerle.

Yaydığı aura hemen herkesi etkisi altına almak üzereydi. Adımlarını Yoon Jung'ın yanındaki boş yere ilerletti.

"Kurallar basit." Diye mırıldandı ve tekrar gözlerini gözlerine çıkardı Baeseul.

Yarattığı enkazı iyileştireceğini ummuştu, fütursuzca.

Ama hayır, değişen hiçbir şey olmamıştı.

"Hile yaparsan,"

Kızın gözbebeklerinin kararmasıyla Jung Chaerim, sınanacağını hissetti.

"Ölürsün."

Hemen ardından dudakları aralandı önündeki kartları masaya kapatırken.

"İstisnası oldu mu şimdiye kadar?"

Masada oluşan derin sessizlik bitmek bilmeyecekti.

Lanet olsun ki kız fazla zekiydi.

Ama gardını düşürecek kadar da aptal değildi Baeseul.

Henüz.

"Hayır." Dedi net bir sesle.

"Şu ana kadar hepsini bizzat ben deştim."

Gözlerindeki derin karanlık, hala o günkü gibi tazeydi.

Korkmuyordu ondan Chaerim. Derin bir nefes alarak odadaki bütün havanın kendisine sunulmasını sağladı.

"E hadi başlayalım o zaman."

Deadly TasteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin