15. Dehşet Maskeleri

En başından başla
                                    

"O benim abim!" diye çıkıştım. "Elbette bana söyleyeceksin, söylemelisin. Beni neden terk ettiğini bilmek zorundayım."

Uzay bir sigara yaktı. Dalı dolgun dudaklarının arasına yerleştirirken "En büyük sorunun ne, biliyor musun?" dedi ilgisizce. "Her şeye kendi pencerenden bakıyorsun. Bir soru sorduğunda hemen cevabı duymak istiyorsun ama asla karşındaki insanları anlamaya çabalamıyorsun." Başını onaylamazca salladı. "İnsanların senden bir şeyler saklamaya meraklı olduğunu mu zannediyorsun?" İstifini bozmasa da bakışları beni döver gibiydi. "Bazen bazı şeyler vardır, mecbur kalırız bunları yapmaya. Doruk'un gidişi de böyle bir mecburiyetti işte. Senin terk ediliş sandığın şeyin bir başkasının yok oluşu olma ihtimali hiç aklına geldi mi?"

Bana attığı zehirli oklar yüzünden seslice yutkunmam gerekti. O ise pür dikkat yüzüme bakıyordu. "Ya sen?" dedim. "Sen benden çok mu farklısın? Benim aradığım şey cevaplar, fazlası değil. Ancak sen," İşaret parmağımı ona doğru uzattım. "Sen hatalar yaptığında bunu benim gibi meraktan değil keyfine yapıyorsun."

Sırıttı. "Ne gibi hatalar yapıyorum mesela?"

Sigarasının dumanı yüzüme doğru geliyordu. Suratımı ekşittim. "Bana karşı böyle kaba olmak gibi hatalar." diye homurdandım. "Kalbimi kırman, sürekli beni terslemen... Daha sayayım ister misin?"

"Kendini çok mu önemli sanıyorsun?" diye sordu. "Gözlerini aç bak, dünya senin etrafında dönmüyor. Ayrıca sana karşı hiçbir tavrımın bana zevk verdiği de yok. Ben buyum. Beğenip beğenmemek sana kalmış."

"En kolayı beni olduğum gibi kabullenin diyip kenara çekilmek galiba," dedim alayla. Gözlerim dalmıştı. "Benden önce sen baksana bir kendine. Ben buyum, ben böyle istiyorum, ben, ben, ben... Hayatında hiç 'sen' diyebilmenin huzurunu tattın mı?" Başımı iki yana sallayarak kendi sorumu kendim cevapladım. "Sanmıyorum."

Uzay bir şey söylemedi. Gözleri keskince bakıyor, yüzüme yakıcı harfler çiziyordu. Onun mavi okyanuslarında boğulduğumu hissederek ayağa kalktım ve yanından ayrıldım. Nedense bu konuşma beni rahatlatmak şöyle dursun daha da germişti. Uzay içimi kemiren şeytanın sesi olmuş, benden gizlenenlerin ağırlığına dayanamayacağımı bir tokat gibi suratıma çarpmıştı. Ben de kendi çapımda ona laf atmaya çalıştıysam da boşaydı. Uzay'ın bana karşı olmasa da Zeyna'ya karşı sadece kendini düşünen biri olmadığını öyle veya böyle biliyordum. Üstelik tartışmayı kişiselleştiren bizzat bendim. Dolayısıyla orada daha fazla kalıp aramızda soğuk rüzgarların esmesine sebep olmak doğru değildi.

Sonraki iki gün tekdüze geçti. Reha ile sık sık mesajlaşıyor, onun bana attığı doğa fotoğraflarını inceleyerek odamda zaman öldürüyordum. Uzay da o günkü konuşmamızı çoktan unutmuş olacak ki kendi halinde takılıyor ve bana sataşmıyordu. Doğrusu bu işime geldiğinden ben de mümkün mertebe karşısına çıkmamaya çalışıyordum. Ancak canım epey sıkılmıştı şimdiden ve neredeyse iki haftayı daha böyle geçirmeyi düşünmek bile beni boğuyordu. Bu nedenle bugün Uzay'a haber vererek Koray'ın evine doğru yürümeye başladım. Mutfakta kek yapmış, birazını bize ayırdıktan sonra kalan kısmını Koray'a götürmeye karar vermiştim. Bunu görünce mutlu olacaktı. Buradaki tek güvendiğim insan olma onuruna nail olan arkadaşıma sürpriz yapacağımdan geleceğimi söylememiştim aynı zamanda. Sırıtarak elimdeki kaba baktım ve başımı kaldırıp güneşin önünü kapatan bulutları inceledim. Kasvetli havaları pek sevmesem de buraya geldiğimden beri alışmıştım buna. Bulutlar da benim soru işaretlerim gibiydi, diğerlerine karşı içimi tam anlamıyla ısıtacak güneşi gizliyordu. Ancak yine de güneş bir yerlerdeydi ve görünmese de dünyaya ışık saçıyordu. Aynı şekilde ben de birkaç haftadır birlikte yaşadığım ama güvenme konusunda problemler yaşadığım arkadaşlarımı seviyordum. Tıpkı güneş gibi önümün açılmasını bekliyordum kısacası.

Birinci TekilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin