Taehyung... O çok meşguldü. Kendisinin yaptığı işi söylersem bu çok normal gelebilirdi. Bir oyun şirketinin CEO'suydu. Evet, benim sevgilim büyümüş ve koca adam olmuştu. Kendisi CEO'ydu, üstelik işini benden çok daha fazla ciddiye alıyordu diyebilirdim. Tutkuluydu, sanki hayata gelme amacını bulmuş gibiydi. Oyun ve yöneticilik. Oyun delisi sevgilim, kendine göre meslek edinmişti fakat haliyle fazla yoruluyordu o da.

Taehyung ile nasıl olmuştu da birbirimize bu kadar az zaman ayırmaya başlamıştık anlayamamıştım. Onu yalnızca sabahları ve akşamları görmek istemiyordum. Onu günün her saatinde görebilmek isterdim ama bu mümkün olmuyordu. Belki de bu sebeple, birbirimizle az zaman geçirdiğimiz için Taehyung agresif bir insana dönüşüvermişti.

Üniversitenin son yıllarını saymayacak olursam Taehyung şu dünyadaki en anlayışlı, en pamuk sevgili olabilirdi. Yumuşacıktı, bana sesini yükselttiği anlar bile yok denecek kadar azdı. Sinirlerinin kurbanı olduğunu bizzat görebiliyordum çünkü her tartıştığımızda ve o bunu yaptığında öfkesi dinip yeniden dinginleşince gözlerindeki pişmanlığı algılayabiliyordum. Hep aynı ifade oluyordu, sonra bir şeyler söylüyordu ve ben saniyeler önce ona sıralamak üzere sinirle biriktirdiğim laflarımı unutuveriyordum. Bu yıpratıcıydı. Hissediyordum, o benden çok daha yıpranıyordu.

Bunların hiçbirini yaşamamıza gerek yoktu, gerçekten. Ona o kadar aşıktım ki, onunla o kadar mutluydum ki... Ama Taehyung olayları büyütmeye, kendisince yorumlamaya devam ediyor ve ikimizi de yoruyordu.

Umarım Ha Neul'ün dediği gibi olur, Taehyung bunu yapmanın boş olduğunu fark eder ve tüm endişelerini, kafasında kurup kendi kendine inandığı saçmalıkları gerisinde bırakırdı.

Ona cidden deli oluyordum, sonsuza dek deli olacağım tek insan da kendisiydi. Bunu beynine kazımak istiyordum ama o sanki inatla inanmak istemiyordu. Bu durumun beni ne kadar üzdüğünden haberi var mıydı? Bir nevi ona olan bağlılığımı ve düşkünlüğümü inkar ediyordu. Bir nevi bana güvenmiyordu.

Aslında tek sorun bu da değildi.

Tanrım, her neyse.

Evlilikte bu tarz sorunların, anlaşmazlıkların yaşanabileceğini başta annem olmak üzere etrafımdaki tecrübeli/tecrübesiz her insan yeterince söyleyip durmuştu. Buna hazırlamıştım kendimi zaten. Hem biz neler atlatmıştık, bu günler de geçerdi.

Taehyung benim kocamdı, birbirimize hala ilk günkü gibi aşıktık ve her zaman olduğu gibi yaşadığımız tartışmalı günlerde de elbet soluğu birbirimizin kucağında alıyorduk. Her şeye rağmen o benimleydi, benimdi. Gece yatağa girdiğimde onun soluk sesleriyle dalıyordum uykuma, burnumda onun kokusu... Sabah ondan erken uyanabildiysem gözlerimi açtığım an o suratı günümün ilk manzarası oluyordu. Buna ne kadar minnettardım, onunla her saniyem şükür sebebiydi.

Ne olursa olsun benimleydi işte, onunlaydım.

Namjoon, anlayışla kafasını sallamış ve odamdan çıkmıştı. İnsanların kalbini kırmak, yanlışlıkla kırmaya yeltenmek çok çekindiğim ve beni geren şeylerdi. Çoğunlukla Namjoon'u ekmiyorsam sebebi de buydu aslında.

Eğer Taehyung bir insanla görüşmemi istemezse görüşmesem de olurdu. Ama Namjoon, Taehyung'un kendi hislerince yorumladığı kişilikten o kadar uzak, bana o kadar yardımı dokunmuş biriydi ki sırf Taehyung'un altı boş kuruntularıyla çocuğun kalbini kırıp yaptığı onca şeyden sonra hayatımdan kapı dışarı edemezdim.

Namjoon'un gidişiyle ofladım ve masamın üzerinde duran telefonumu aldım. Hava kararmıştı, saat dokuza geliyordu ve bir mesajdan başka hiçbir bildirim yoktu ekranımda. Mesaja tıklamama gerek kalmadan yazanı okudum.

Love Affair: Upside Down Место, где живут истории. Откройте их для себя