LXVII| victory or defeat

Start from the beginning
                                    

Rhoslyn özgürdü. Tıpkı oradaki ejderha gibi.

ASHTON

Başının her yanındaki zonklama bir kalp atışı kadar şiddetliydi ancak yüzünde hissettiği yarıkların verdiği acı bu zonklamaları bir hiç yapıyordu. Bulunduğu hücreye ne zaman geldiğinden emin değildi fakat çok uzun bir süredir bağlı olduğunun farkındaydı. Tavandan gelip bileklerini saran zincirler kollarını iki yana açmasına ve bir şekilde ayakta durmasına neden oluyordu. Şu an yumuşak bir minderin üzerinde oturmayı ne çok isterdi.

Ağzına dolan kanı yerdeki kirli su birikintisine tükürdü. Karanlık, ıslak ve küflü bir yerdeydi. Ayaklarının yanından kaç tane farenin geçtiğini sayamamıştı. Tanrılar, belki de hiç fare yok. Sadece hayal görüyor ve olmayan şeyler duyuyordu.

Hırıltılı bir nefes bırakırken gözlerini kapattı. Kötü şeyler yaptım, diye düşünmüştü. Kötü bir insanım. Ama değer verdiğim bazı şeyler de oldu. İnsanları sevmemiş ama hayvanlara merhametini göstermişti. Küçükken beslediği o köpek yavrusunu hala hatırlayabiliyordu. O beni sevmişti, diye düşündü bir kez daha. Evet, sevmişti. Başını okşadığında köpeğin suratında bir gülümsemenin oluştuğuna dair yemin edebilirdi ama şimdi ne önemi vardı? Son nefeslerini alıyor, oyunu kaybetmişti.

Her şey Rhoslyn' in suçuydu. Çünkü çok uzun yıllar önce gerçekten de ona kalbini vermek için çabalamıştı. Ancak kadın o kalbi alıp umursamazca ikiye ayırdığında Ashton duyguların çok da önemli olmadığını kabullenerek şu anki olduğu kişiye doğru giden bir değişime girmişti. Kötü bir insanım. Kötü şeyler yaptım. Çok kötü şeyler yaptım. Öksürüp kanı tükürürken sanki içeride boğazını oyan uzun tırnaklı bir el vardı.

Su içmenin verdiği hissi hayal etmeyi denedi. Tam o anda gelen şangırtı seslerini işitince gözlerini aralayarak önüne düşen başını karşıya kaldırdı. Önündeki kapı açılmış ve yavaş adımlarla içeriye biri girmişti. Savaş meydanındaki o kirli ve kanlı halinden eser olmayan Malik piçinin sikik yüzünü gördüğünde yaralı yüzünde oluşan tebessümünü engelleyemedi.

"İşte sonunda buradayız." dedi Ashton neredeyse neşeli bir sesle.

Ancak onun yüzünde eğlenceye, öfkeye ya da herhangi bir duyguya dair iz yoktu. Duvardaki meşaleden gelen cılız ışık suratını olduğundan daha sert gösteriyordu.

Güneydeki turnuva zamanından bu yana epey değiştini söyleyebilirdi. Taze yaralara sahip yüzündeki kemikler daha belirgin bir hal almış, vücudu irileşip kaslanmış, saçları ve sakalları da epey uzamıştı. Uzun saçlarının üst bölgesini toplamış olsa bile ona itaatkar olmayan bir kaç tel elmacık kemiklerine doğru düşmüştü.

"Neden duruyorsun?" diye sordu Ashton hala sessizce orada dikilirken. "Kılıcını çek ve beni öldür. Bunu hakettin."

Öfkeni hatırlıyorum piç. Hadi, öfkeden delir ve beni öldür. Artık kurtulayım.

"Bu kadar kolay olacağını mı sanıyordun?"

Onun ciddi ve sert sesine karşılık Ashton gülmeden edemedi. Acı verici olmasa koca bir kahkaha bile atardı.

"İşkence planların mı var?" Tekrar güldü. "Hayal kırıklığına uğrayabilirsin fakat asla çığlık atmayacağım. Bu zevki sana vermem."

fire and blood • malikWhere stories live. Discover now