Daha adres tarifinin başında olayın tamamını kaçırmıştım. Navigasyonla da gidemezdim, kasabada internet çok az çekiyordu. Ayrıca Turist Ömer modunda elimde telefon kasabanın sokaklarında gezmek istemiyordum. Küçük yerlerde insanlar her şeyi konuşurlardı. Hele ki kasabaya yeni gelen biriyseniz nefes alıyor olmanız bile insanlara konuşma malzemesi vermeye yeterdi. Bir an önce Nazenin'le birlikte keşif turuna çıkmalıydım.

"Bu kasabada o kadar sokak olduğuna emin miyiz?"

"Evet, kasabamız 10 sokak ve 40 haneden oluşuyor."

Kendimi tutamayıp gülümsedim. "Espri yapmıştım," dedim mırıldanarak. Kendi kendime mırıldandığımla kalmıştım çünkü Kahraman'dan bir tepki gelmemişti. Ya duymamıştı ya da duymazlıktan gelmişti.

Yine Kahraman komutan beni şaşırtmamaya devam ediyordu. Ben ağaçtayken bahşettiği gülümseme tarihi eser olarak saklanmalıydı. Bir daha gün yüzüne çıkacağı şüpheliydi.

Sessizce sağlık ocağına ilerledik. Üzerimi değiştirip çantamı aldıktan sonra dışarı çıktım. Kahraman beni bıraktığı yerde bekliyordu, elleri ceplerinde ayağıyla ufak taşlara vuruyordu. Kapıyı çekip kapattığımda başını kaldırıp bana baktı. Hem gerginlik hem de heyecanla kalbimin ayaklanmasına sebep olan bir bakıştı bu. Ne kendimi ne de Kahraman'ı asla çözümleyemiyordum. Ona karşı herhangi bir his beslememin imkansız olacağını düşünürken gülüşü zihnimde dönüp duruyordu. Attığı düz bir bakış heyecanlanmama sebep oluyordu. Adamı tanımıyordum bile. Birinden hoşlanmak için önce tanımak gerekirdi. Sadece bir bakışa ya da gülüşe aldanmak çocukluk olurdu ve ben o çocukluğu geçeli çok olmuştu. 

Hiçbir şey demeden yanına doğru ilerlediğimde bahsettiği eve doğru yürümeye başladık. Bu andan itibaren Kahraman'la ilgili bir şeyleri düşünmeyi kendime yasaklıyordum. O, bu kasabanın komutanıydı o kadar. Güzel gülüyor olabilirdi ancak şu an ve uzun bir süre bu konuyla uğraşamazdım.

Hastanın olduğu eve vardığımızda kapıda telaşla bekleyenleri gördüm. Hızlıca ilerledim, yanından ayrılmadan önce Kahraman'a son kez baktım. "Kahraman bey," dedim ancak sözümü tamamlamama fırsat vermeden "Reyhan hanım," dedi ve ufak bir baş selamıyla arkasını dönüp geldiğimiz yöne doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Başımı sallayıp sinirle güldüm. İnanılmaz bir adamdı.

Hastanın durumu Kahraman komutanın anlattığı kadar acildi ancak eldeki imkanlarla halledilemeyecek bir şey değildi. Herkes o kadar telaş etmişti ki evde olması gerekenden çok daha fazla insan vardı. Çok fazla insan demek çok fazla şifa yöntemi demekti. Hele ki bu tarz küçük kasabalarda insanları yaptığınız tedavi için ikna edemezdiniz. İlla ki kendi yönteminin doğru olduğunu savunacaklardı.

Hastayla ilgilenip evdekilerin gönlünü yaptıktan sonra ikram ettikleri çay ve tatlıyı da yiyip evden çıktım. Ev o kadar kalabalıktı ki oradan çıkmak iyi gelmişti. Derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştığımda burnuma gelen gül kokusu ile gülümsedim. Karşıdaki evin bahçesinde rengarenk güller vardı ve kokuları dört bir yanı sarmıştı. Kıskanılacak bir muhteşemliğe sahipti. Aklımda sağlık ocağının bahçesini çiçeklerle doldurma planıyla oradan ayrıldım.

Geri dönüş yolunda kasabayı keşfetme fırsatım olmuştu. Önüme çıkan bütün sokaklara girmiş, neyin nerede olduğunu az da olsa kafama sokmak için uğraşmıştım. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra karşıma çıkan ev ise Nazenin'lerin eviydi. Bu kasabada dönüp dolaştığım karşılaştığım iki insandan biriydi Nazenin. Diğer kişiyle alakalı konuşmaya bir süre önce son verdiğim için kendisini yok saymayı tercih ediyordum.

"Kader, bana söz verdiğin kahvaltı için bizi bir araya getirmiş olabilir diye düşünüyorum," Arkası dönüktü, beni görünce hızla önüne dönüp gülümsedi. "Abla, ben de seni arayacaktım kahvaltıyı hazırlıyorum diye. Ne yaptın?" dediğinde yanına oturup sepetten bir tane salatalık aldım. Bu saate kadar aç kalmak bana iyi gelmemişti, salatalık tam şu an ihtiyacım olan şeydi.

Güzel Günler Bizi BeklerWhere stories live. Discover now