"En küçükleri onlar! Hadi dedim!"

Ve mecburen dediğini yaptım. Kapıyı kilitleyip soyundum ve sıcak bir duş aldım. Bugünün stresine iyi geldiğini itiraf etmeliyim. Bedenimi oldukça rahatlattı ve her ne kadar kullanmak istemesem de şampuansız saçlarım keçe gibi olduğundan, kenardaki kokusunu beğendiğim şampuanda beni mutlu etti. Sadece erkeklerin kullandığı şampuanlardandı ama ben hiçbir şeyi cinsiyet ayrımı yapmadan kullandığımdan, beni hiç rahatsız etmedi.

En sonunda kenara bıraktığım iç çamaşırlarımı giydim, üstüne de Ulaş'ın kıyafetlerini geçirdim. Eşofman altı uzun gelmişti, paçaları yere değiyordu ve parmak uçlarım önden biraz da olsa görünüyordu. Beli de az da olsa düşüyordu. Tişört boldu, bu yüzden içime soktum ve uzun saçlarımı kurulamaya çalıştım biraz da olsa. Uğraşmaya üşendiğimen salık olan ıslak saçlarımla çıktım dışarıya. Ulaş etrafta gözükmüyordu. Yavaş adımlarla merdivenleri indim, Ulaş hala daha maç izliyordu. Sesimi duyunca kafasını çevirip bana baktı, süzdü ve dudağının kenarında minik bir gülümseme yakaladım fakat çok kisa sürdü gördüm bile diyemezdim.

Yanına inip yine en kenara oturdum. Bu sırada kapı zili çalmıştı ve anında ayaklandım. "Ben bakarım." dedim heyecanla fakat daha ikinci adımı atamadan Ulaş beni bileğimden yakalayıp geri çekti ve koltuğa, tam da yanına oturtturdu. Omzumu sıktı, tehditkar bir gülümseme yolladı bana. "Fazla kurnazca davranma." dedi kalkıp kendisi açtı kapıyı.

Bir saatimiz onun masayı hazırlamasıyla, yemek yemeye başlamamızla ama benim iştahım olmadığından yemediğim için azarlanmamla geçti. Sanki onun malıymış gibi illa ki ne isterse yapıyordum ve karşı bile çıkamıyordum doğru düzgün. Ah benim saf aptal kafam. Benim yerimde şöyle çılgın bir kız olsaydı gösterirdi ona gününü fakat gelin görün ki ben pısırık bir kızım.

Yemek yendikten ve etrafı bana toplattırdıktan sonra tekrardan televizyon başına geçtik. Şu bitmek bilmeyen maçını izlemeye devam etti, arada gol şansını kaçırdıklarından mıdır nedir, oyuncunun birine sinirlenip küfür savurdu ve en sonunda maç bitince sıkıldığımı söyleyip ona zorla çizgifilm açtırdım. "Bu ne şimdi?" dedi televizyonda oynayan Jack'i görünce. Adventure Time izlemeyen hayatı yaşamıyordur net.
"Bu ne biçim it? Uzuyor, yamuluyor yumuluyor?" Benim biricik Jack'ime hakaret ettiğinden sinirlenmedim değil ama gülmekte geldim içimden. "Bunları izlemek hoşuna mı gidiyor cidden?"

Arkasına yaslanmış, kollarını karın hizzasında birleştirmişti ve bu yandan kol kaslarının daha çok görünmesine sebep olmuştu. Aşırı derecede yakışıklı duruyordu ki cevap veremeyip yutkundum. "Evet!" Dedim sonunda dikizlerken yakalanacağım korkusuyla. "Hoşuma gidiyor izlemek! Sen 2 saat top pesinde koşan herifleri izleyince sıkıntı olmuyor ama?"

Başını bana çevirdiğinde inanın bir kere daha yutkunmak zorunda kaldım onun bu hâline. Mükemmel bir yüzü vardı ve bu loş, mavimsi ışığın altında hayatımda gördüğüm en karizmatik ve yakışıklı erkekti. Hatları, sacları, vücudu.... Bana neler olduğunu bilmiyordum ama o an çok etkilendiğimi hissettim fakat sadece görünüşünden. Yanlış anlaşılmasın. Onun gibi bir zorbaya aşık olacak değilim sonuçta. o kadar kaybetmedim aklımı çok şükür. Bin şükür.

"Herifler mi?" dedi tek kaşı havaya kalkarken. "Ağzın mı bozulmaya başlıyor senin?"

"Demin sen de küfür ediyordun? Ben sokak ağzı bile kullanamaz mıyım yani?"

Kaşlarını çattı ve birleştirdiği kollarını ayırıp bana doğru yaklaştı, eliyle çenemi kavradı. Başımı kaldırıp doğrudan ona bakmamı sağladı. Çenemdeki eli yüzünden duraklarım balık ifadesi yapmaya çalışan çocuklara dönmüştü. Ah utanç verici! Ben de bir balık gibi şaşkın şaşkın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırcasına suratına bakıyordum.
"Ağzını bozma. Sokak ağzı bile kullanma. Sana yakışmıyor."

"Svana dva hyakıjmıyo." Sana da yakışmıyor demeye çalıştım ama görüyorsunuz, olabildiği kadar artık!

Kasları çatıldı ve bakışları dudaklarıma indi. Bunu fark edince ne düşündüğünü deli gibi merak ettim ve ne yapacağını izlemeye başladım tepkisiz bir şekilde. Garip mi buldu? Tatlı mı buldu? Komik mi buldu? Ne düşünüyordu şu an?

Bakışları daha da derinleşti ve göz bebeklerinin büyüdüğüne sabit oldum. Sanki göz rengi katılaşmış gibiydi ve derin bir nefes aldı. Yüzünü biraz daha yaklaştırdı. Tek odağı dudaklarımdı, başka hiçbir yere bakmıyordu.

"Nvabıyosun?" Çevirisini yapayım hemen: Ne yapıyorsun?

Bunu söylemem ile daldığı yerden geri geldi herhalde çünkü gerçekliğe dönmüşçesine yaptığının farkına vardı ve yanağımı hızlıca bıraktı. "Hiç." deyip önüne döndü ve televizyon izlemeye kaldığı yerden devam etti.

Garip garip bakmadan edemedim.

Dengesiz herif.

Lütfen beğenmeyi ve paylaşmayı unutmayın desteklerinizi esirgemeyin

SerseriWhere stories live. Discover now