"Giyelim bakalım Nazenin hanım," deyip şalvarı elinden alıp içeriye doğru ilerledim. Nazenin'de arkamdan gelmişti. O kadar ani kalkmıştım ki yüzümü yıkamaya bile fırsatım olmamıştı. Lavaboya doğru ilerlediğimde kapıyı kapatıp arkamdan geldi. Yüzümü yıkarken, "Bu tarlada çalışma işi umarım beni zayıflatır," dediğimde onaylar gibi baş parmağını kaldırdı. "Ve de az önce söz verdiğin kahvaltının mükellef olacağına dair büyük umutlara sahibim haberin olsun."

Daha çalışmaya gitmeden yemek hayalleri kuran bir insandım. Bu hayat seni üzer be Cankız.

"Abla, ben sana ne istersen hazırlarım da tarlada çalıştıktan sonra benim kahvaltım zayıflamak için iyi gelmez haberin olsun."

Haklıydı. Nazenin'in kahvaltısı dünyadaki her şeyden daha çok kaloriye sahipti.

Şalvarımı giyip üzerine uzun kollu bir gömlek geçirdim. Ekim ayı gelmişti ancak havalar hala üşütmeyen serinlikte ilerliyordu. Kış gelmeden güzel havaların tadını bahçede armut toplayarak geçirmek harika olacaktı.

Hazırlandıktan sonra Nazenin'le evden çıktık. Tarlaya gitmeden önce onların evin önünden geçip iki tane sepet aldık. Nazenin birini kendine aldı, diğerini de koluma takıp kocaman bir gülümsemeyle bana baktı. İşte şimdi, altımda şalvarım, kolumda sepetim ile tam bir köylü kızı olmuştum. Güzelcik kasabasına gelmeden önce etrafımdaki insanlar bu konuyla alakalı çok espri yapmıştı. Hatta orada lazım olur diye şalvar alan şakacı bir arkadaşım bile vardı. Onları çok umursamamıştım ama şu halimi görseler muhtemelen çok eğlenirlerdi.

Annem ve babamın memlekette akrabaları olmadığı için gideceğimiz bir köyümüz yoktu. Bu nedenle köyle alakalı konularda çok bilgi sahibi değildim. Yeni yeni öğreniyordum her şeyi ve Nazenin sayesinde bu tecrübeleri daha çok yaşayacak gibiydim.

Bahçeye geldiğimizde uykum biraz daha açılmıştı. Sabahın doğuşu ile kuşlar cıvıldamaya başlamıştı. Etraf rengarenkti, dört bir yandan mis gibi kokular geliyordu.

Önce salatalık ve domateslerin olduğu yere gidip olanları toplamaya başladık. Bu sırada Nazenin bana kasabada yetişen sebze ve meyvelerden bahsediyordu. Domatesleri ve salatalıkları kopardıktan sonra bana uzatıyor, ben de sepete atıyordum. Dikkat ettiğim bir diğer şeyse topladığı bütün sebzeleri koklamasıydı. Burada yaşamaya başladığımdan beri böyle küçük şeyler dikkatimi çekmeye başlamıştı. Her şey o kadar sade ve ferahtı ki en küçük detaylar bile gözünüze çarpabiliyordu. Bir çiçeğe konmuş bal yapan arıyı, yuvasına yiyecek götürmek için çabalayan karıncayı, mis gibi kokan salatalıkları farkediyordunuz. Şehir hayatından çok farklıydı burası. Gürültü, karmaşa, nasıl geçtiğini anlamadığın vakitler yoktu. Her anın kıymetini bilerek yaşıyordun.

Derin bir nefes alıp Nazenin'in bana uzattığı salatalığı kokladım. Neden onda bu kadar alışkanlık haline geldiğini anlamıştım. Muhteşem kokuyordu. Daha önce yediğim hiçbir salatalıktan böyle güzel bir koku almamıştım.

Gerçi daha önce hiçbir salatalığı da koklamayı düşünmemiştim. Sevgili Güzelcik; sen bana neler öğretiyordun böyle?

Yarım saat boyunca sebzeleri topladık. Nazenin, Güzelcik'in tarım alanındaki başarılarını anlata anlata bitirememişti. O kadar hevesle anlatıyordu ki sözünü kesmeye içim elvermemişti.

Armut ağaçlarının olduğu yere geldiğimizde direk yere çöktüm. Ayakta durmaya halim kalmamıştı. "Biraz dinlensek mi Nazenin?" diye sordum ancak onun cevabını beklemeden sırtımı ağaca yaslamıştım bile. Burada uzun bir süre dinlenebilirdim. Bir süre gözlerimi kapatıp sessizliği dinledim. Gözlerimi açtığımda Nazenin'in bir yere baktığını gördüm. Yanakları hafif kızarmıştı ve örgülü saçını parmağına dolamış oynuyordu. İçimden, 'Hadi canım,' diye geçirerek ona çaktırmadan baktığı yere bakışlarımı çevirdiğimde uzun boylu genç bir çocuk gördüm. Biber ve domateslerin olduğu bir bahçeyi sularken aynı zamanda da ara sıra Nazenin'e bakıyordu.

Güzel Günler Bizi BeklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin