Giriş

40.4K 1.4K 200
                                    

   BÖLÜM YENİDEN DÜZENLENMİŞTİR.(25.06.2018)


 Sabahın erken saatlerinde alarmımın sessizliği bölen sakın sesiyle uyandım ve serin havanın odama dolması için açılan penceremin önüne geçtim.

 Sokağın düzenli ve huzur dolu manzarasını izlemek ve hava almak istiyordum. Belli gruplarda insanlar giyinip kullanmış, Eylül ayının güneşsiz zamanlarından yararlanmaya başlamışlardı. Ve odama giren rüzgardan ince bir sızı kan kokusu da sıralanıyordu.

 Vampirlerin arasında küçük bir insan kızı olmanın rahatsız edici küçük bir özelliğiydi bu. Ama yılların getirdiği yaşanmışlıklarla birlikte beni çocukluğumdaki kadar etkilememeye başlamıştı.

 Pencereden ayrılırken hatırladığım ilk anıyı düşündüm. Yine bu evdeydim, bu odadaydım. O zamanki dekorasyonlar çok farklıydı tabii. Açık pembe renkli, ikili bir çocuk yatağı siyah duvarların sardığı odada ortada duruyordu. Etrafa çekingen gözlerle bakıyordum. Diğer mobilyalar beyaz ahşaptandı ve lüks bir şekilde, zevkle döşenmişlerdi.

"Korkmana veya utanmana gerek yok tatlım. Bundan sonra bizimlesin ve güvendesin." Bunları bana fısıldayan kadına döndüm başımı. Fazlasıyla zarif, genç ve güzel bir kadındı. Sarı platin saçları beyaz teninden ayrılmış, kafasında topuz yapılmıştı. Şefkatle gözleri parlarken bir eli yanındaki güçlü, yakışıklı adamın elinin içinde, diğeri ise saçlarımın uçlarındaydı.

 Sadece başımı sallamakla yetinmiştim.  Daha sonraysa yatağın altına girmiş, odadan günlerce çıkmamıştım.

Bilinmeyene açılan bu belirsiz anının üzerinden 9 yıl geçmişti. 8 yaşıma kadar neredeydim, kendi ailem neredeydi bilmiyordum ve hiçbir zaman da konusunu açmamıştım. Çocukluğumda bile geçmişi değil şuanı düşünen biriydim ve o zamanlarda da ilgilendiğim tek şey Moore Ailesi'nin benimle nasıl ilgilendiğiydi.

Kendi düşüncelerimle vakit öldürürken sabah rüzgarının odamı tamamen doldurduğunu ve bana saldırdığını fark edip camı kapattım. Uzun süren ev eğitimimi geride bırakıp vampirlerle dolu lisede okumaya başlayacağımdan hemen hasta olmak istemiyordum.

Evet, vampirlerle dolu bir liseye gidecek bir insan tanesi olacaktım. Üvey ailem dışındaki vampirlere güvenmezdim ve bu yüzden bu lise fikri bana dehşet gibi geliyor, derin sularıyla beni boğuyordu. Annemle babam benim için endişelenmeseler de ben adımımı bahçeye attığım anda insan olduğumu anlayacaklarını ve üzerime atlayacaklarını biliyordum.

"Kanının kokusunu almadıkları sürece önemli bir konu değil bu tatlım. Yani sakarlıktan kaçın," demiş ve göz kırpmıştı babam. Derin bir nefes aldım.

Banyoda yaklaşık 10 dakikamı geçirdikten sonra gardırobumun önüne belirdim. Okulun öğrencilerine dayattığı bir okul forması var mıydı bilmiyordum, hem bu sebeple hem de yeni olmamın avantajıyla koyu renk kot pantalon, bol bir bluz ve siyah deri ceketimi çıkardım. Üzerimi değiştirirken bile içimdeki fırtınalar kopmaya devam ediyor ve derin iç çekişler olarak dışarıya yansıyordu.

Küçük bir oyuk açılarak oluşturulmuş giyinme bölümünde sol köşeye doğru ilerledim. Eylül ayının ortalarında olmamızdan ve her an yağrmurun indirebileceğini bildiğimden bileğimde biten, ince iki zincirle sarılmış deri botumu çıkardım ve hızlıca onu da ayağıma geçirdim. Birkaç gün önceden hazırlanmış çantamın içinde kitap olup olmadığını son kez kontrol ederek çantamı omzuma taktım ve kapıyı açarak hızlıca odadan çıktım ve geri kapattım.

İhtişamlı halılarla ve altın renkli aksesuarla süslenmiş yemek odasına girerek ailemin sevdiği sevecenliğimle ''Günaydınlar!'' diye bağırdım.

Annem, Elisha Moore ve babam, Nathaniel Moore yemek masasına her zamanki yemek saatlerini kaçırmadan benden önce sofraya oturmuş, çaylarını yudumluyorlardı.

''Sana da günaydın tatlım.'' Annemin bunu söylerken gözleri parlıyor, yüzü gülüyordu ancak bedenindeki damarlardan geçen vampir kanının onu soğuk olmaya zorlayan bir etkiyi taşıdığı rahatça okunabiliyordu. Bazen sırf onun bu doğasına yaptığı aykırılığın bedelini bu şekilde gördüğüm için vampir türünün varlığından nefret ediyor, ona lanet okuyordum. Dudaklarını rahat bıraktı. Ancak gözleri hâlâ parıl parıl parıldıyordu.

"Pekala, yıllar sonra etrafında senin yaşlarındakilerle birlikte ders görmek için heyecanlı mısın?''

''Görünüşe göre sen kızımızdan daha heyecanlısın, hayatım?'' Daha sonra fincanını eline alarak ağzına götürdü babam. Annem ona cevap olarak sadece kıkırdadı ve elini sinek kovalarcasına salladı.

''Gibi gibi. Ama daha çok endişeliyim,'' diye mırıldandım. Başımı biraz yere eğmiştim.

İkisinin de yüzü düşerken annem ayağa kalktı ve karşımda durup ellerini omuzlarıma yerleştirdi. Gözlerimi yerden kaldırarak gözlerine sabitlediğimde oradaki parlaklığın sönmeye başlamış, endişe kıvılcımlarının çatmaya başladığını görmüştüm.

''Bir sorun mu var tatlım?'' Kıvılcımlar ses tellerine de ulaşmıştı, sesi biraz titriyordu.

''Beni cidden vampirlerle dolu bir lisede okutmak istediğinize emin misiniz?'' Sesimi değiştirerek devam ettim. ''Çiğ çiğ yiyecekler kızınızı.''

Annem beni yemek masasına doğru hafifçe çekiştirdi ve babamın yanına oturtturdu.

''Bir nevi mecburuz buna. İnsanların arasında da soyadından dolayı tehlike içindesin. 20 yılı aşkın zamandır insan kanını bırakıp hayvan kanıyla idare etsek de bizlere karşı kinli çok fazla insan var.'' Babam bunu anlatırken istemsizce yüzünü buruşturmuştu. İnsanlar vampirleri ne kadar sevmezse babam da insanları o kadar sevmiyordu.

Türkiye'de yaşayan bir insan çiftinin yanında yıllarca yaşamışlar, ancak vampirlerin kötü ünü yayıldıkça o iyi çift en büyük tehdit halini almış. O günden sonra babamın benim dışımdaki insanlara karşı duyduğu sevgi miktarı avuç içini doldurmaz hâl almış.

''Ayrıca, baban anlattı. Bir yerlerini kanatmadığın sürece herhangi bir sorunun yok. Gözlerinden dolayı insanlar seni safkan sanacaklardır,'' diyerek annem babamdan topu aldı.

Haklı olabilirdi. Safkanlar dışındaki tüm vampirlerin gözleri ya sarımsı kahverengi ya da kırmızı olurdu.

Yine derin bir nefes almakla yetindim sadece.

''Öyle umuyorum,'' dye mırıldandım ve anneme gülümsedim. Önümdeki tabağa az biraz malzeme koyup kahvaltımı etmeye başladım.

''Katherine, hadi gidelim. Geç kalacağız yoksa.'' Babamın uyarısı ardından bardağımdaki son yudumları da boğazımdan geçirerek ayağa kalktım ve masanın kenarına koyduğum çantamı yeniden omzuma attım.

Babam kolunu bana uzattığında hızlıca koluna girdim ve anneme veda ederek köşkün kapısından çıktık.

Rüzgar saçlarımı hafifçe savuruyor ve cildime soğunu işliyordu. Bu güzel havayı büyülü gözlerle izleyerek açılan kapıdan arabaya bindim.

En sevdiğim mevsimin başlangıcıydı eylül ayı. Ne çok sıcak ne de beni sinir edecek kadar soğuktu şu sonbahar mevsimi. Bulutlar yazınki beyazlığını tutamadan kirlenmiş, gri şekilde gökyüzünden eksik kalmıyordu. Her zaman insanı ferahlatan bir rüzgarı vardı ve doğa yavaş yavaş kendi haline çekiliyor, dünyanın kendisinden kendilerini soyutluyorlardı.

Birkaç dönüş ve bolca düz gitme sonunda ilk ve yeni lisemin kapısının önüne geldik. İçimdeki gerginlik, toprakları kemirerek yeniden yüzeye çıktığında yutkundum. 

On Sekizinci Damla™Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin