10

1.4K 78 29
                                    




 

Syme ortadan kaybolmuştu. Bir sabah işine gelmemişti; bazı düşüncesiz kişiler yokluğu üzerinde yorumda bulundular. Ertesi gün, kimse ondan söz etmedi.

 

Üçüncü gün, Winston, Arşiv Dairesinin kapısındaki duyuru levhasına gidip baktı. Orada çeşitli kâğıtlar arasında, Satranç Kurulu üyelerinin bir listesi de vardı. Syme da üyelerden biriydi. Liste aynı gibiydi, hiçbir şey çizilmemişti, ama bir ad eksikti. Bu yeterliydi. Syme artık yoktu ve hiçbir zaman var olmamıştı.

 

Hava her yanı yakıp kavuruyordu. Bakanlıkta, penceresiz, soğuk hava tesisatlı odalar, normal ısılarını koruyorlardı, ama dışarıda kaldırımlar insanın ayaklarını kavuruyordu, kalabalık saatlerde metrolardaki pis koku katlanılmaz oluyordu.

 

Nefret Haftasına hazırlıklar yoğun şekilde sürdürülüyordu; tüm bakanlıkların kadroları çalışma saatlerinin çok dışına çıkmaktaydılar. Mitingler, geçit törenleri, konuşmalar, film ve tele ekran programları düzenlenecek, tribünler kurulacak, sloganlar uydurulacak, şarkılar bestelenecek, söylentiler yayılacak, resimler çekilecekti. Julia'nın Roman Dairesindeki bölümü roman yazma işini bırakmış, hızla vahşet broşürleri üretiyorlardı. Winston her günkü işine ek olarak, Times'ın eski basımlarını gözden geçirip bazı makaleleri değiştiriyor, eklemeler yapıyordu.

 

Bunlar daha sonra verilecek söylevlerde yinelenecekti. Gece geç saatlerde, kalabalık bir proleter topluluğu caddelerde bağırıp çağırdı, kent ateşli bir gece geçirdi. Roket bombaları daha sık düşmeye başlamıştı ve uzaklarda kimsenin açıklayamadığı, ama hakkında çeşitli söylentiler dolaşan büyük patlamalar oluyordu.

 

Nefret Haftasının yeni şarkısı (Nefret sarkışıydı adı) şimdiden bestelenmişti ve tele ekranda sürekli çalınmaktaydı. Müzik denilemeyecek, davul çalındığını düşündüren ilkel bir marştı. Düzenli ayak sesleri eşliğinde yüzlerce ses tarafından söylenmesi insanda dehşet uyandırıyordu. Proleterler bundan çok hoş- lanmışlardı, geceyarıları caddelerde, hâlâ tutulan şarkı, "O umutsuz bir düştü" ile yarışıyordu. Parsons'ların çocukları, bir tarak ve kâğıtla gece gündüz bu şarkıyı çalıyorlardı, dayanılmaz olmuştu artık. Winston'ın geceleri, eskisinden çok doluydu. Parsons'ın düzenlediği gönüllü gruplar, sokağı Nefret Haftasına hazırlıyorlardı; posterler, bildiriler asılıyor, çatılara bayraklar dikiliyor ve flamaların asılması için yapılar arasına teller çekiliyordu. Parsons, Zafer Konağının dört yüz metre yüksekliğindeki flamasıyla çok övünüyordu. Tam istediği işe kavuşmuştu, çocuk gibi sevinçliydi. Sıcak ve yaptığı iş, ona kısa pantolon ve açık gömlek giyme fırsatı vermişti. Her yana yetişiyor; itiyor, çekiyor, çakıyor, testereyle kesiyor, herkese yoldaşça sözlerle güç veriyor ve bunları yaparken bedeninin her noktasından keskin kokulu bir ter yayılıyordu.

 

Londra'nın her yanında ansızın yeni bir poster belirmişti. Yazısı yoktu, yalnızca makineli tüfeğini kalçası düzeyinde tutmuş, koca çizmeleri olan, Moğol yüzünde hiçbir anlatım bulunmayan bir Avrasyalı askeri yürürken gösteren üç dört metre boyunda bir resimdi bu. Postere ne yandan bakarsanız bakın, makineli tüfeğin kendinize doğru çevrildiğini hissediyordunuz. Kentin duvarlarında ne kadar boş yer varsa bu posterlerle doldurulmuştu; öyle ki, sayıları Büyük Biraderin posterlerini bile geçmişti. Genelde savaşı önemsemeyen proleterler arasında yoğun bir yurtseverlik propagandası başlamıştı. Bu havayı desteklemek ister gibi, roket bombaları her zamankinden daha çok insan öldürüyordu. Bir tanesi Sterney'deki bir sinemaya düşmüş, enkaz altında birkaç yüz kişi yaşamlarını yitirmişlerdi. Tüm çevre halkı bunların saatlerce süren, görkemli cenaze törenine katıldılar. Tören, haksızlığı protesto amacıyla yapılan bir toplantı niteliğindeydi. Başka bir bomba, çocuk bahçesi olarak kullanılan boş bir alana düşerek, birkaç düzine kadar çocuğun ölümüne neden oldu. Bunun üzerine öfkeli gösteriler yer aldı. Goldstein'ın resimleri yakıldı; Avrasyalı asker posterlerinden yüzlercesi yırtılıp alevlere atıldı. Bu arada, kargaşalık sırasında bazı dükkânlar yağmalandı. Derken roket bombalarının düşman casusları tarafından telsizlerle yönetildiği söylentisi çıktı ortaya. Onun üzerine, yabancı asıllı olduklarından kuşkulanılan yaşlı bir karı-kocanın evi ateşe verildi ve ikisi de dumanlar arasında can verdi.

1984Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin