YARIM KALAN DUA

38 1 0
                                    


Yirminci yüzyılın son çeyreğine doğru, Kayseri iline bağlı Hacıpaşa Köyü'nde yıllar su gibi akmakta ve insanlar koşuşturmakta idiler. Tatlı bir ağustos akşamı tarla böceklerinin yankılı sesi, o geceyi daha da güzelleştiriyordu. Ay ve yıldızlar sanki hepsi Cuma dedenin torunlarının beklediğini bekliyorlardı.

Nurcan gelinin sancıları başlamış bebeğin günü gelmişti. Komşuları Zeynep kadın baş ucunda:

- Korkma kızım, korkma! diyerek onu teskin ediyor ve elinden geleni yapıyordu.

Az sonra küçük odayı, yalan dünyaya merhaba diyen çocuğun çığlığı doldurdu. Kaynanası, küçük odanın kapısını aralayıp bekleyen olan çocuklarına ve komşularına seslendi:

- Müjde! Çocuk sağlam ve erkek!

- Gelin nasıl?

- Allah'a çok şükür, sapasağlam.

Yüzleri tebessüm kapladı. Çizgili çehresindeki tebessümü aniden hüzne dönüşen Fatma kadın:

- Hasan'ım ne kadar sevinecek, dedi.

Misafir olanı:

- Sevinmez olur mu?

Hasan'ın askerde olduğunu hatırlayıp sordu:

- Kaç ayı var Hasan'ın?

Fatma kadın cevap verdi:

- Beş ayı var yavrumun.

Çocuğa Bedir gazisi, Uhud şehidi, Allah'ın aslanı Hz. Hamza'nın ismini vermişlerdi. Yıllar sonra sülalenin ilk bebeğiydi. Cuma dedenin torununun oğluydu. Torbalanmış gözleriyle, çilekeş kadın Fındık nine, küçük Hamza'yı süzüyor, okşuyor kucağından düşürmüyordu. Gözleri, kulağı, elleri, her şeyi minnacıktı. Seviyor, kokluyor yine de doyamıyordu Hamza'ya.

Hasan baba olduğunu bir ay sonra öğrenmişti.

Mektupta:

- Oğlun oldu. Haydi gözün aydın! İsmini Hamza koyduk, yazmışlardı.

Bu satırlar, Hasan'ı öylesine sevindirdi ki bir daha böyle mutlu olamayacağını düşündü. Arkadaşları onu hiç bu kadar mutlu görmemişlerdi. Dört gözle askerliğin bitmesini bekliyordu şimdi.

Bitmeyecek sandığı zaman hızlı akmış ve Hamza'dan sonra, bir oğulları daha olmuştu. Yunus! Gülüşleri bir, hıçkırıkları bir olurdu. Biri ne yaparsa diğeri de onu yapardı, birbirlerini masallara konu olacak kadar çok severlerdi. Onlarınki kardeşlikten öte bir şeydi.

Yunus sorar, Hamza cevap verirdi; onun bilemediğini annelerine veya dedelerine sorar öğrenirlerdi.

Yunus:

- Anne! Cennet nasıl?

- Çok güzel oğlum.

- Orda muz desem hemen elime gelir mi?

- Her ne istersen...

- Kiraz, şeftali, üzüm ... her ne istersem verirler mi?

- Verirler oğlum.

- Ben cennete gider miyim?

- İnşallah gidersin oğlum!

- Nasıl gidilir cennete anne?

Anneyi şaşırtmıştı sorular, afalladı. Yunus'u başından savmak için:

- Hadi abin ile oyna, şimdi işim var.

Çocuklar, yokluk içinde büyümüşler, muzun, şeftalinin ismini bildikleri daha birçok meyvenin, tadını bilmiyorlardı. Araçlara benzeyen birtakım taşlarla oynuyorlardı. Yalanı bilmeyen ağızlarıyla araçların seslerini çıkartıyorlardı. Hamza yedi, Yunus ise altı yaşına girmişti.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 04, 2019 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

YARIM KALAN DUAWhere stories live. Discover now