Ölmek için doğduk.

112 9 0
                                    

Hazel'den.

Ölüm. Her dilde farklı şekilde yazılan ama bıraktığı acı aynı olan bir gerçek. Ölüm. Okurken, söylerken bile iyi hissettirmeyen kelime. Hatta kelimeden daha fazlası. Önüne kattığı da arkasında bıraktığı da kor ateşiyle yakan, sonunda küle dönüştüren...

Benim için ölüm, suçluluk ve kayıp kelimelerinin, duygularının karışımıdır. Ölümden çoğu insan gibi korkarım ama kendi başıma gelecek olmasından değil, başkalarına gelecek olmasından.

Suçluluk duyarım, tek bir hareketimiz bile başkalarını öldürmeye -hem ruhsal hemde fiziken- yeterken birde kayıp hissederim, ölümün içine çektiği insanların geride bıraktıklarına karşı.

Kulaklığımdan kulağıma doğru akan müziğin sesini açtım. Sırtımı dikleştirdim. Her yıl bu tarihte birkaç fırça darbesi daha vururum bu resme. Bitirmek istemediğim resme.

Saçları, çene hatları ve boynunu tamamlamıştım geçen üç yılda. Gözlerini en son çizecektim, suçluluk duyduğum o gözlere en son bakacaktım, belki de son gördüğüm gözler olurdu onlar, bilemiyorum.

Aynısı da bu resimdeki kadına olmamış mıydı? Gördüğü son gözler benim mavi gözlerimdi.

Yerde ölümü bekleyen kurumuş yaprakları avucuma alır nazikliğinde dudaklarımı ıslattım, kurumuş dudaklarımın suya muhtaç belirtileri olan pürüzler dilime takılıyordu.

Fırçayı hafifçe tuvalde oluşan omuzlara sürttüm. Son rötuşları kalmıştı, sonunda çıplak omuzlar tüm zayıflığını göstererek canımı acıtacaktı, yeniden.

Yüzünü çizmekten ölesiye kaçıyordum, bu yüzden belki de omuzlardan sonra seneye arka fona bile odaklanabilirdim. Kimbilir kaç yılda bitirecektim bu resmi? Hem resmi, hemde kendimi...

Barış'tan.

Ölüm. Bana her zaman uzak kalmış ve öyle olmasını da tüm kalbimle hep istediğim harf yığını. Korkutuyor beni. Korkusu sinsice bütün bedenimi dolaştığı yetmiyormuş gibi bir de ruhumu ele geçiriyor.

Sadece televizyon izlediğim, etraftan duyduğum bir kelime olarak kalması ne güzel olurdu. Ama biliyorum. Hayat istediğim kadar toz pembe değil. Ölüm gibi gerçekleri var ve bu gerçekler sivri cam parçası gibi neresine dokunsan canını yakıyor.

Ama gariptir ki bu korkunç hadise bazılarına huzuru bulmayı anımsatıyor. Huzur ve ölüm? Aynı siyah ile beyazın zıtlığı gibiydi bana göre. Ya da iyi ve kötü. Çünkü ölüm kötüydü, sizi sevdiklerinizden acımasızca ayırır ve yalnız bırakırdı.

Kime göre sevdiklerinden ayrı, yalnız kalmak huzurluydu? Sorular beynimi eziyor ve hamur kıvamına getiriyorken bugünün yazısı sonlandırmak istiyorum zira daha fazla devam edersem sınırladığım yaprakları da aşacağım.

Son olarak Atilla İlhan'ın Ölmek Yasak adlı şiirinden can alıcı bir söz yazacağım. Başlığıyla yeteri kadar bilinçaltıma sinyal verdiğimi tahmin ediyorum.

Ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak, hiç doğmamayı isterdim.

Kalemimi, anıların boğduğu defter yaprağından çektim. Ne ara ölüme gelmişti kalemimin ucu? Günümün nasıl sıradanlıkla geçtiğini ezberleyen günlüğüme gün batımında yediğim ördek etinin tadını anlatacaktım fakat ördekten ölüme nasıl gelmiştim bilmiyorum.

Bazen oluyordu, kalemi serbest bıraktığımda gidiyordu. Gidiyordu ve bilinçaltımın gizli saklı köşelerinde o soğuk kelimeleri buluyor, ışığa çıkarıyordu. Ben korkuyordum, ölüm gibi soğuk kelimelerden ama bilinçaltım onları bulmakla uğraşıyordu.

Kendi içimde savaştaydım anlayacağınız.

Mehmet'ten.

Ölüm. Bu kelime ve onun yaptığı ağırlıktan sadece güçsüzler korkardı. Ölüm sadece bir yer değiştirmeydi. Güçsüzler bunu ayrılık olarak algılamayı seçmişlerdi. Bu dünyanın çirkinliğine karşı kazanılan en büyük zaferdi belki de.

Ona bakıp "Hey! Beni içine alıp acı çektirmek istediğini biliyorum aşağılık! Ama bak! Ölüm beni sardı, hala senin içinde olsam da ruhum sende değil." dedikten sonra orta parmağını sallamaktı. Kaçıştı. Belki de kayıp. Evet, kayboluyorduk.

Hiçliğe... Ya da herşeye...

Herkesin kabul ettiği bir gerçek vardı, ölüm insanları ayırıyordu. Bunu inkar etmiyordum ama şunu da ekliyorum. Bir süreliğine. Zaman geçince kavuşuyordun sevdiğine, kaybettiğine.

Düşünceler, beynimin duvarlarıyla çarpışırken baş ağrımı dindirmek için küllükte dinlendirdiğim sigaramı tekrar dudaklarıma bıraktım. Eski koltuğa uzanırken boş tavanı izledim.

Düşünmek beni yoruyordu, beynimi susatıyordu. Bu yüzden şimdi nereden geldiğini bilmediğim ölüm konusunu dumanıma katıp kaybedecektim.

Üç ÇizgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin